Almanya’da 100 gününü dolduran Merz (CDU)- Klingbeil (SPD) hükümeti, militaristleşme ve dış politika şovlarıyla puan toplamaya çalışıyor. Zorunlu askerliğe geri dönüş, ordunun teçhizatı, NATO’ya ayrılan paranın artırılması, Rheinmetall gibi silah tekellerinin hisse senedindeki patlama ağızlarını sulandırdığı için Almanya’nın Porsche, Deutz ve Trumpf gibi geleneksel firmaları da silah sanayisine girmeye hazırlanıyor. Junge Welt’ten seçtiğimiz makale hatırlatıyor: Sermaye kana bulanıp kârlar şırıl şırıl akmaya başladıktan sonra, bu tür kendi kendine uygulanan kısıtlamaların ne kadar süreceği belli olmaz. Zira, yine Marx’ın dediği gibi: “Kargaşa ve çatışma kâr getirirse, sermaye her ikisini de teşvik eder.”
Fransa’da mart ayındaki tahliye ve kiracı haklarını budayan kararlar yetmemiş gibi, hükümet şimdi de kiralarını ödeyemeyenlerin maaşlarına haciz yolunu kolaylaştırdı. Humanite’de yer alan ve kiracıları koruma derneklerinin yöneticilerinin tedirginliklerini aktaran haber, aynı zamanda birçok ev sahibinin kira tavanı ve konut yasalarına uymadığını ortaya koyuyor.
Birleşik Krallık’ta ise bu hafta öğrencilerin üniversite giriş sonuçları açıklandı. Heyecan, sevinç veya üzüntü gibi kişisel duyguları içerse de yüksek öğretim ücretleri ve işsizlik de tartışmalar arasında. Simon Jenkins, Guardian için şöyle değerlendiriyor: “Öğrenci borçları artıyor, mezunların maaşları düşüyor, yüksek vasıflı işler azalıyor: Birleşik Krallık’ta yükseköğretim tam bir karmaşa içinde.”
Kârın el salladığı yer
Philip Tassev
Junge Welt/Almanya
Porsche, Deutz ve Trumpf gibi Alman şirketleri, gelecek vaat eden askeri teçhizat sektörüne girmek istiyor.
Bilindiği gibi, sermaye kârın yokluğundan, doğanın boşluktan korkması kadar korkar. Zayıflayan otomotiv endüstrisi göz önüne alındığında, Alman kapitalistlerinin başka yatırım fırsatları araması gayet mantıklı.
Porsche Automobil Holding SE’de biriken sermaye de yeni kullanımlar için can atıyor. Piëch ve Porsche ailelerinin kontrolündeki ve oligarkların Volkswagen, Porsche ve diğer otomobil üreticilerindeki hisselerini birleştirdiği holding şirketi, çarşamba günü yarıyıl sonuçlarını açıkladı: 2025’in ilk altı ayında 1.1 milyar avro kâr edilmiş. Fena değil, diye düşünülebilir, ancak kârlar geçen yılın aynı döneminde neredeyse şimdikinin iki katıydı. Buna göre, tüm yıl için kâr tahmini yüzde 20 ila 30 oranında aşağı yönlü revize edildi.
Şirket, düşen kârına çözüm olarak köklerine dönmeyi görüyor. Onlar da büyük silah pastasından pay almak istiyorlar. Bu klan, 2021’den beri NATO milyonlarıyla desteklenen Münih merkezli roket üreticisi Isar Aerospace’de de başarılı bir şekilde yer alıyor. Ancak bu, Güney Almanyalıların henüz şirketin kurucusu ve Hitler’in gözde mühendisi Ferdinand Porsche ile aynı ölçekte tank sektörüne girmek istediği anlamına gelmiyor. Çarşamba günkü duyuruda holdingin, “gelecek için stratejik öneme sahip bir alan olan savunma sektöründe olası yatırım seçeneklerini yoğun bir şekilde incelediği” belirtiliyor. Odak noktası “uydu gözetleme, keşif ve sensör sistemleri, siber güvenlik veya lojistik ve tedarik sistemleri” gibi “teknoloji odaklı uygulama alanları”.
Köln merkezli eski “Nazi model şirketi” Deutz AG gibi diğer geleneksel Alman şirketleri de savaş ekonomisine yöneliyor. Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu WDR’in çarşamba günkü haberine göre motor üreticisi uzun süredir “savunma sektöründe” faaliyet gösterse de, bu iş kolu şirketin gelirinin yalnızca yüzde 2’sinden azını oluşturuyor. CEO Sebastian Schulte, örneğin, kundağı motorlu toplar için motorlar üreterek bu payı yüzde 5 ila 10’a çıkarmak istiyor. WDR ayrıca, motorların bu amaç için daha dayanıklı olması gerektiğini açıklayan bir Deutz mühendisiyle de görüştü. Adam, bu işin kendini zorladığını ama büyük bir zevk verdiğini söyledi.
Pazartesi günü İsviçre’de yayımlanan gazete Neue Zürcher Zeitung, lazer uzmanı Trumpf’ın da “yoğun görüşmelerin ardından” “teknolojimizi savunma çözümleri için kullanılabilir hale getirmeye” karar verdiğini bildirdi. Ancak, ekonomi gazetesi Handelsblatt’ın bir şirket sözcüsüne dayanarak aktardığına göre, aile şirketinin ilkelerine dahil ettiği “Hristiyan değerleri” ile çelişmemek için şirket, “yalnızca kullanım amaçlarına göre insanlara yönelik olmayan ve yalnızca nesnelere karşı savunma amaçlı olan silah sistemleri veya silah sistemi bileşenleri tedarik edecek.”
Sermaye kana bulanıp kârlar şırıl şırıl akmaya başladıktan sonra, bu tür kendi kendine uygulanan kısıtlamaların ne kadar süreceği belli olmaz. Zira, yine Marx’ın dediği gibi: “Kargaşa ve çatışma kâr getirirse, sermaye her ikisini de teşvik eder.”
Çeviren: Semra Çelik
Kiralarını ödeyemeyen kiracılar maaş haczi kıskacında
Mathilde Textier
Humanite/Fransa
Yaz başından bu yana, ev sahiplerinin ödenmemiş kiralar için kiracının maaşına haciz koydurma süreci kolaylaştırıldı. Artık kiracılar, sürecin başında hakim karşısında uzlaşma duruşması talep etme hakkına sahip olmayacak.
Bu değişiklik, kiracı haklarında yeni bir gerileme anlamına geliyor. 1 Temmuz’dan itibaren yürürlüğe giren düzenleme 12 Şubat tarihli bir kararnameye dayanıyor ve 2023’te çıkarılan Adalet Bakanlığı yönelim ve program yasasının bir parçası. Ulusal Konut Konfederasyonu (CNL) Başkanı Eddie Jacquemart, “Adaleti basitleştirme bahanesiyle, ekonomik olarak kırılgan durumdaki kiracıların başını suyun altına itiyorlar” diyerek tepki gösterdi. Artık maaş haczi başlatmak için kiracı ile ev sahibi arasında hakim huzurunda yapılan uzlaşma görüşmesi zorunlu değil.
Yeni düzenlemeye göre, ev sahiplerinin yalnızca hakim veya noter tarafından verilmiş bir icra belgesine sahip olması yeterli. Ardından icra memuru tarafından ödeme emri gönderiliyor. Barınma Hakkı Derneği (DAL) Başkanı Jean-Baptiste Eyraud, “daha önce borçlunun mahkemede kendini savunma imkanı vardı, süreç karşılıklı yürüyordu” diyor. Artık hakim, kiracı ödeme emrini aldıktan sonra bir ay içinde itiraz ederse ancak devreye girebiliyor. Eyraud, “Mütevazı gelirli haneler, hukuk bilgisi, bağlantıları ve doğru danışmanlık imkanları olmadığı için savunmalarını genellikle iyi yapamaz. Etkilenenlerin büyük kısmı hakime başvuramayacak” diye uyarıyor.
Oysa kiracıların yükünü artıran sadece bu düzenleme değil. Tüketici ve kullanıcı derneği CLCV’nin verilerine göre, 2024’te Paris ve Seine-Saint-Denis’deki kiralık ilanlarının yüzde 37’si kira sınırı uygulamasına uymadı. Bazı ev sahipleri kira tavanını aşmak için “ek kira” adı altında hukuki boşluklardan yararlanıyor. Normalde yalnızca istisnai özellikleri olan evler için öngörülen bu uygulama, suistimale açık. Jacquemart, “Çamaşır makinesi için bile ek kira isteyenler gördüm” diyerek öfkesini dile getiriyor.
Jacquemart’a göre asıl sorun, konut krizinde, kiraların ve elektrik fiyatlarının fahiş artışında, sosyal konut yetersizliğinde yatıyor. Çözüm olarak CNL, “konut için sosyal güvence” sisteminin kurulmasını öneriyor. Böyle bir sistemde kira ödemesi geciken kiracıya, ev sahibinin tahliye sürecini başlatmaması için acil maddi yardım sağlanacak; aynı zamanda kiracının sorunlarını çözmek üzere sosyal destek süreci başlatılacak.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Binlerce genç üniversiteye girmek için çabalarken, ben de sormak zorundayım: Neden?
Simon Jenkins
The Guardian/İngiltere
… İngiltere’nin mevcut üniversite sistemi korkunç bir karmaşa içinde ve kronik olarak bir kraliyet komisyonuna ihtiyaç duyuyor. 1997 ile 2010 arasında üniversite öğrenci sayısı yüzde 68 arttı. Ardından, koalisyon hükümeti altında, üniversitelere sınırsız sayıda öğrenci için yıllık 9 bin sterlin teklif edildi. Bu, standartların düşürülmesi ve aşırı kalabalıklaşmanın artması için açık bir davetti.
Bazı şehirler, iki, hatta üç üniversiteye, birden fazla kampüse, öğrenci yurduna ve buna uygun genel giderlere sahip oldular. İsraf saçma sapan bir boyuta ulaştı. Rektörler çılgın maaşlar aldılar. Russell grubunun ortalaması şu anda 400 bin sterlin.
Hükümet, ücretleri ve bakım hibelerini borç olarak değerlendirerek tüm bu masrafları telafi ettiğini iddia ediyor. Bu, üniversitelerin aşırı harcamalarının kamu harcaması olarak değil, borç olarak görünmesini sağladı. Bunun nedeni, öğrencilerin bir gün bu borcu faiziyle birlikte geri ödeyecekleri tezine dayanıyordu. Yakın zamana kadar mezunların dörtte birinden fazlasının kredilerini tam olarak geri ödeyeceği beklenmiyordu; bu da şaşırtıcı değil, çünkü ortalama borç miktarı kişi başına 50 bin sterlindi.
Biriken öğrenci borcu muazzam boyutta. 250 milyar sterlinin üzerine çıktı ve 2040’ların sonuna kadar 500 milyar sterline ulaşacağı söyleniyor. Yükseköğretimin neden cari harcama olarak sayılmayacak kadar ayrıcalıklı olduğu hiç netleşmedi. Hazine Bakanlığı belirli türdeki lüks harcamaları nakit para yerine “yatırım” olarak değerlendirmeyi tercih ediyor.
Yurt dışından gelen öğrencilerin ödediği ücretlere bağımlılık –şu anda üniversite gelirlerinin neredeyse dörtte birini oluşturuyor– mevcut krize neden oldu. Bu gelir, kısmen son zamanlarda göç ve vize değişiklikleri nedeniyle düştüğü için, İngiltere’deki üniversitelerin yüzde 40’ı mali açık verecek durumda. İşler ve dersler azaltılıyor.
Bu arada, üniversite sektöründen gelen her haber iç karartıcı görünüyor. İşverenler sadece derece sınıflarını değil, dereceleri de göz ardı ediyor. Büyük muhasebe firması EY’nin işe alımlarda A-seviyeleri ve derece sınıflarını göz ardı etmeye başlamasının üzerinden 10 yıl geçti. PwC ise yetenek ve davranış testlerine güveneceğini açıkladı. Derecenin sınıfına bağlı olan hiçbir iş bilmiyorum. Ulusal İstatistik Ofisi, İngiltere’deki mezunların dörtte birinden fazlasının şu anda orta veya düşük vasıflı işlerde çalıştığını söylüyor. Başka bir anket, mezunların “prim”inin hızla düştüğünü gösteriyor. Bu sadece İngiltere’ye özgü bir sorun değil. ABD ve AB genelinde, mezunların işsizlik oranı mezun olmayanlarla neredeyse aynı seviyede.
Öğrenciler mutsuz görünüyor. Evlerini terk edip üniversiteye gidenlerin üçte ikisi ruhsal hastalıkların arttığını bildiriyor ve yüzde 90’ı yalnızlıktan muzdarip. Boston Consulting Group geçen yıl, eski öğrencilerin uzun süreli hastalığa en hızlı giren gençler grubu olduğunu ortaya koydu.
Çözüm çok açık: kesinti yapmak. Üniversite derslerinin en az üç yıl sürmesi ve her birinin sadece altı aylık bir öğretim süresi olması gerektiği tezi saçma. Eski üniversiteler bakanı Jo Johnson’ın önerdiği gibi, çoğu program için iki yıl yeterli olmalıdır. Tam teşekküllü üniversite statüsü talep eden kurumların sayısı önemli ölçüde azaltılmalı. Neredeyse her şehrin iki üniversiteye sahip olması (Londra’da 40 üniversite) uygulaması, toplu birleşmeyle sona ermeli. Yerel istihdamla bağlantıya önem veren meslek yüksekokullarına geri dönülmeli.
Bu öneri, James Dyson tarafından 2017 yılında Wiltshire’da Dyson Enstitüsü adında böyle bir kolej kurulmasıyla ortaya atıldı. Bir diğeri ise Herefordshire’da Tory (Muhafakazar Parti) Milletvekili Jesse Norman tarafından kurulan Yeni Model Teknoloji ve Mühendislik Enstitüsü’dür. Çok sayıda mezunun, diploma gerektirmeyen işlerde çalışması, ancak refah devletinin eğitimli tıp ve bakım personeli konusunda kronik bir eksiklik yaşaması, tamamen absürt bir durum. Bu, eğitim planlamasının ciddi bir başarısızlığıdır.
Yüksek öğrenim, kullanım noktasında ücretsiz olmalı; şu anda olduğu gibi, sadece ebeveynleri ücretleri peşin olarak ödeyebilenler için ücretsiz olmamalı. Ancak, üniversite eğitimini tamamlayanlar, çalışma hayatları boyunca biraz daha yüksek bir vergi oranı ile bu ayrıcalığı geri ödemeli. Krediler sadece geçim masraflarını karşılamalıdır.
18 yaşındaki gençler için bu öncelikli konu olsa da, elbette üniversite sadece işe hazırlık değildir. Üniversite, hayata başlangıçtan daha fazlasıdır. Aynı zamanda, şu anda bundan yararlanan gençlerin çok ötesine geçen bir liberal eğitim deneyimidir.
Gerçek bir üniversite, yaşlılara olduğu kadar gençlere de düşünce genişliğini ve ifade özgürlüğünü teşvik etmeli. Kaynakları azaldıkça kendi içine kapanmamalı. Derslerini ve çalışmalarını, duvarlarının ötesindeki ve toplumun genelindeki insanlara da erişilebilir hale getirmeli. Üniversiteler bize pahalıya mal oluyor. Bunların gençler için boşa harcandığını düşünmemeliyiz.
Çeviren: Sarya Tunç
(Dış Haberler)
Evrensel / 17.08.25