Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne bağlı bağımsız soruşturma komisyonu, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini açıkça “soykırım” olarak tanımladı. Komisyon, bu suçun yalnızca askeri düzeyde değil, doğrudan en üst düzey siyasi liderler tarafından da işlendiğini belirtti.
Çok gecikerek de olsa bu açıklamanın yapılması önem taşıyor. Zira bu açıklama ile sadece İsrail’in değil, onu silahlandıran, finanse eden ve diplomatik koruma sağlayan, yani soykırım suçuna doğrudan ortak olan ABD ile Avrupalı emperyalistlerin de barbarlığı kayıt altına alınmış oldu.
Komisyon, İsrail’in 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde tanımlanan beş eylemden dördünü işlediğini tespit etti: “İnsanların doğrudan öldürülmesi, ciddi fiziksel ve zihinsel zarar verilmesi, bir halkın yaşamasını imkansız hale getiren koşulların yaratılması ve doğumları engellemeye dönük uygulamalar.”
Bunlar, İsrail’in Gazze’de sistematik olarak işlediği suçların temelini oluşturuyor. Komisyon, bu fiilleri belgelemekle kalmadı, bu uygulamaların merkezi kararlarla ve süreklilik arz eden bir stratejiyle yürütüldüğünü de belirtti.
Rapora göre İsrail, sivilleri hedef almanın yanı sıra, insani yardımı bilinçli biçimde engelliyor. Sağlık ve eğitim altyapısını sistemli olarak yok ediyor, dini kurumlara saldırıyor. Bu tablo, bir halkın varlığını doğrudan ortadan kaldırmaya hedefleyen saldırıların ifadesidir. Komisyon, İsrail’in siyasi ve askeri liderlerinin söylemlerinin, soykırım suçu için gerekli olan özel niyetin (dolus specialis) doğrudan ya da dolaylı delillerini oluşturduğunu da vurguladı. Başbakan Netanyahu’nun, Gazze’ye yönelik operasyonları “tamamen imha amaçlı kutsal savaş” olarak nitelendirdiği mektup, bu niyetin açık bir ifadesi olarak rapora girdi. Aynı mektupta Cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant da yer aldı. İsrail’in yalnızca eylemleriyle değil, ırkçı diliyle de Filistin halkının kolektif varlığını hedef aldığı bu belgelerle kayıt altına alınmış oldu.
Soruşturma Komisyonu, bu sonuçlara sadece siyasi beyanlara dayanarak değil, mağdurlar ve görgü tanıklarıyla yapılan görüşmeler, kamuya açık belgelerin analizleri ve uydu görüntülerinin incelenmesiyle ulaştı. Komisyonun başkanı Navi Pillay, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını “yaklaşık iki yıldır yürütülen bir soykırım kampanyası” olarak tanımladı. Eski BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri olan Pillay, sağlık nedenleriyle görevden ayrılmadan önce yaptığı açıklamalarda İsrail’in yalnızca Hamas’ı değil, tüm bir halkı cezalandırmayı hedeflediğini dile getirmişti.
Tel Aviv’deki soykırımcı çete de çetenin başı Netanyahu da birçok kez Gazze’de soykırım yaptıklarını, Filistinlileri “insansı hayvanlar” olarak gördüklerini dünyaya ilan ettiler. Buna rağmen hem Soruşturma Komisyonu’nun raporunu hem de Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika’nın başvurusu üzerine açılan soykırım davasında kanıtlanan suçlarını inkar ediyorlar. Irkçı-Siyonistler bu küstahça açıklamaları yaparken, ABD ve Batılı emperyalistlerin koruması altında olmalarından güç alıyorlar.
Soykırım suçunu dile getiren herkese saldıran İsrail, BM İnsan Hakları Konseyi’ni de küstahça açıklamalarla hedef aldı. Cenevre’deki İsrail Büyükelçisi Daniel Meron, raporu “iftira dolu bir tirad” olarak nitelendirdi. İsrail ve suç ortakları ise BM İnsan Hakları Konseyi’ni uzun süredir tanımadıklarını belirterek, Konsey’in “İsrail karşıtı önyargılarla malul” olduğunu iddia ediyorlar. Bu tutumlarıyla, insanlığa karşı işledikleri suçların soruşturulmasını peşinen reddediyorlar. Bu ise, emperyalist güçlerin suça doğrudan ortaklık ettiği bir cezasızlık sisteminin nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. O kadar iğrenç bir sistem ki, emperyalist/Siyonist güçlerin soykırım yapması serbest, ama suçlarını yüzlerine vuranlar “anti-semit” olmakla itham edilebiliyor. Bu sistemde kendilerini “özgürlüklerin temsilcisi” diye pazarlayanlar, İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçunun protesto edilmesini bile yasaklayabiliyorlar.
Filistin halkına karşı uygulanan soykırım savaşının baş destekçilerinden ve ortaklarından biri olan Almanya, BM Komisyonu’nun soykırım tespitine katılmadığını açıkladı. Hükümetin Avrupa Politikaları Sözcüsü Gunther Krichbaum, “Burada soykırımdan söz edemeyiz” derken, Gazze halkına sağlanan insani yardımların yetersizliğinin “derin endişe” yarattığını da ekledi. Bu tiksinti verici açıklama, emperyalist Batı’nın ne kadar riyakâr olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Gazze’de yaşananlar yalnızca uluslararası hukukun ihlali değil, emperyalist düzenin halklara karşı yürüttüğü savaşın bir parçasıdır. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş, yalnızca Hamas’a ya da Filistin’e karşı değil, halkların özgürlük ve bağımsızlık arzusuna karşı yöneltilmiş barbarca bir saldırıdır aynı zamanda. Bu savaş, emperyalist sistemin çıkarlarını korumaya dönük bir soykırım operasyonudur. Bu nedenle Filistin halkının direnişi yalnızca bir ulusal kurtuluş/var oluş mücadelesi değil, aynı zamanda dünya halklarının ve ezilen sınıfların ortak mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.