Gerici-faşist rejimin CHP şahsında düzen muhalefetini hedef alan saldırıları aralıksız devam ediyor.
Arkası kesilmeyen belediye operasyonlarına, CHP’li yönetici ve bürokratları hedef alan gözaltı-tutuklama furyasına, yandaş medya üzerinden sürdürülen itibarsızlaştırma kampanyalarına gelinen aşamada "baskı ve şantajla CHP’li devşirme" politikası da eklenmiş bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde CHP İstanbul İl Yönetimi’nin görevden alınması ve yerine kayyım atanması ise, iktidarın saldırganlıkta el yükseltmekten geri durmayacağını gösteriyor.
Erdoğan yönetiminin, adım adım tırmandırdığı baskı ve kuşatma politikası ile CHP’yi “makul muhalefet” çizgisine çekerek kendisi açısından “zararsız” bir konuma itmeyi hedeflediği açık. Zamanla CHP içerisinde kriz yaratarak, mevcut yönetimi kamuoyu önünde istikrarsız ve itibarsız bir konuma taşımak istediği de öyle.
***
Gerici-faşist rejimin “muhalefet operasyonu” kapsamında ajandasında daha nelerin olduğunu ve ne gibi senaryolara hazırlandığını süreç gösterecek. Fakat kesin olan ve akılda tutulması gereken temel olgu, faşist tek adam yönetiminin toplumsal desteğini ve meşruiyetini kaybettiği, hile-hurda ile de olsa sandıktan istediği sonucu alamadığı dönemlerde iktidar gücünü elinde tutmak için her türlü kirli ve kanlı yönteme baş vurmaktan geri durmayacağıdır. 2015 Haziran seçimlerinin ardından yaşananlara ve bugüne uzanan sürece bakmak dahi bu konuda açık bir fikir verecektir.
Dönem ve koşullar farklı olsa da iktidar payına tablo bugün de aşağı yukarı aynıdır. 2024 seçimlerinde AKP ikinci parti konumuna düşmüş, Erdoğan yönetiminin onca hileye rağmen sandıktan rıza devşiremediği ve bu zemindeki barutunu tükettiği görülmüştür. Bu sonucun çıkması şaşırtıcı da değildir. Zira toplumun önemli bir kesimi çoklu krizlerin ağır yükü altında büyük bir yıkım yaşamaktadır ve 23 yıldır yönetimde olan AKP iktidarı ortaya çıkan bu tablonun birinci dereceden sorumlusudur. CHP’nin kendisinin de beklemediği sandık “başarısı” da aslında bu aynı toplumsal koşulların ürünüdür.
Öte yandan, bugün yaşananlar, düzen muhalefetinin söz konusu “başarının” üzerine yatarak, beklenmedik şekilde elde ettiği “kazanımları” korumasının ve erken ya da olağan seçimler yoluyla iktidara gelme hayalinin ne denli temelsiz olduğunu göstermektedir. Bu noktada akıllarda tutulması gereken diğer nokta, devlet gücünü tümüyle elinde tutan faşist tek adam rejiminin, sandıkla-seçimle defedilemeyeceği gerçeğidir. Halihazırda kuralsız-keyfi biçimlerde sürdürülen muhalefet operasyonu bunun en dolaysız ve güncel kanıtıdır.
Düzen muhalefetine ya da sandığa umut bağlayan toplumsal kesimleri çeşitli vesilelerle uyaran komünistler, bu gerçeğin altını şu vurgularla çizmiştir:
“Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullanageldiği seçmen desteği giderek erozyona uğratmaktadır. Fakat patlak verecek güçlü bir halk hareketiyle yerinden edilmediği sürece, o bir iktidar gücü olarak kalmak kararlığındadır. Bunun için iç savaş tehdidi de dahil her türlü gayrı meşru yol ve yöntemi kullanmak niyetinde olduğunu şimdiden göstermiştir.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi, Aralık 2018)
***
Gerici-faşist iktidarın, gerek krizin ağır faturasını emekçilerin sırtına yükleme konusunda gerekse siyaset alanına dönük keyfi-kaba müdahalelerinde elini rahatlatan en temel etken sınıf hareketinin ve toplumsal mücadelenin bugünkü zayıflığıdır. Her iki alanda da hoyratça davranabilmesini ve kendisine manevra alanları açabilmesini buna borçludur.
Bu tabloyu bir başka konum ve kendine özgü koşullar üzerinden tamamlayan halka ise Kürt sorunu üzerinden gündeme getirilen “yeni süreç”tir. Zira iktidar, düzen muhalefetini hedef alan saldırılarına paralel olarak devreye soktuğu bu politika üzerinden önemli bir mücadele dinamiği olan Kürt hareketini edilgen bir konuma itmeyi ve muhalefet cephesini bölmeyi hesaplamaktadır:
“Düzen muhalefetini hedef alan saldırı sürecinin tam da böylesi bir döneme denk getirilmesi rastlantı değil. Zira, dün Kürt halkına barbarca saldırırken özellikle şoven milliyetçilik üzerinden düzen muhalefetini nasıl arkasına aldıysa, bugün de düzen muhalefetine saldırırken, Kürt hareketini ‘yeni süreç’ aldatmacası üzerinden en azından ‘izleyen’ bir pozisyonda tutmayı amaçlıyor.” (Faşist tek adam diktatörlüğüne geçit verme!, www.kizilbayrak.net)
Bu bağlamda yaşanan gelişmeler göstermektedir ki, rejim “yeni süreç” üzerinden işlettiği takvimi “muhalefet operasyonları” kapsamında ele almakta ve etkili bir şekilde değerlendirmektedir.
***
Kendisini hedef alan kapsamlı saldırılar karşısında CHP’nin konumlanışı ve pratik tutumu, eşyanın doğası gereği tipik burjuva partilerinden farksızdır. İBB saldırısının tetiklediği ve çok yönlü sorunların birikimi üzerinden patlak veren 19 Mart Direnişi ise daha ilk anda CHP’yi aşan ve CHP’ye rağmen gelişen bir tür halk hareketidir.
CHP yönetimi ilk andan itibaren direnişin ve sokağın korunaklı alanından faydalanmaya bakmış, fakat hemen ardından olağan konumlanışına, yani “kontrollü mitingler” düzlemine dönmeye, kitleleri de bu pozisyona çekmeye odaklanmıştır. 19 Mart'ı takip eden süreçte kendisini hedef alan saldırıların aralıksız devam etmesine ve yeni boyutlar kazanmasına rağmen bu tutum ve konumlanışını sürdürmektedir:
“Düzen muhalefeti halen saldırıların doğrudan hedefleri arasında yer aldığı için ister istemez ölçülü ve temkinli bir hareketlilik içindedir. Fakat tek adam rejimi karşısında devlet düzeninin parlamenter esaslara göre yeniden yapılandırılması dışında hiçbir temel konuda esasa ilişkin farklı bir şey söylememekte, söylememeye de özen göstermektedir. Emperyalizme ve tekelci burjuvaziye güven vermek hala da onun temel kaygısıdır. Bu ise onu gerçek ve yakıcı sorunlar ile bunların çözümleri konusunda bilinçli bir suskunluğa itmektedir.
Dinci-faşist iktidara karşı oluşan büyük toplumsal-siyasal hoşnutsuzluğu barışçıl mitingler sınırları içinde dizginlemek, bu aynı muhalefetin düzene (ve elbette sonuçta dinci-faşist iktidara) hizmet alanında halen yerine getirdiği bir başka önemli misyondur.” (Siyasal durum ve parti çizgisi, EKİM, Sayı: 338, Eylül 2025)
Dolayısıyla, CHP’ye ve onun çerçevesini çizdiği alana yedeklenmek şöyle dursun, devrimci ve ilerici güçler CHP ve düzen muhalefeti üzerinden yayılmak istenen ham hayallere karşı sistematik bir şekilde mücadele etme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Mart Direnişi’nin CHP’yi hedef alan saldırılar üzerinden patlak vermesi bir yanılsamaya yol açmamalı, tersine kitleler içerisinde biriken hoşnutsuzluğun ve çok yönlü sorunların biriktirdiği öfkenin somut bir göstergesi sayılmalıdır.
***
Siyasal ve toplumsal gelişmelerin bütünlüğü içerisinde karşımıza çıkardığı bu tablo, içerisinden geçmekte olduğumuz dönemde yüklenilmesi ve yakalanması gereken halkayı da ortaya koymaktadır. Bu bağlamda hem krizin faturasına hem de faşist baskı ve zorbalığa karşı merkezinde işçi sınıfının yer aldığı toplumsal mücadeleleri güçlendirmek, günün en yakıcı sorunu ve sorumluluğu olarak öne çıkmaktadır.
Komünistler, dinci-faşist iktidara karşı verilmesi gereken mücadelenin çerçevesini de bu kapsamda ele almaktadır:
“Bu açıdan partinin dinci-faşist rejime karşı mücadelesinin ana eksenini, tam da kriz koşulları altında her geçen gün biraz daha kabaran ama henüz kendini eylemli bir biçimde dışa vuramayan öfke ve tepkinin örgütlenmesi, büyük bir yıkıma uğrayan emekçilerin dinci-faşist iktidarın karşısına kendi talep ve istemleriyle çıkarılmasının başarılması oluşturmaktadır. Bunun kendisi, faşist baskıcı otoriter yönelimlerin önüne set çekmenin en güçlü yolu olduğu kadar, meseleyi devrimci çizgi ve esaslar üzerinden ele almanın da biricik güvencesidir. Kitlelerin mevcut bilinç durumunun, mücadele kapasitesi ve örgütlülük düzeyinin çok geri bir seyir izlemesi bu gerçeği değiştirmez. Bu durum sadece ilerici-devrimci güçlerin görevlerinin neler olduğunu ortaya koyar.” (Siyasal durum ve parti çizgisi / www.tkip.org)