100. yılında 1925 Kürt isyanı ve Şeyh Sait- 2

Şeyh Sait ve 46 arkadaşı için 28 Haziran 1925 günü verilen idam kararı 29 Haziran sabahı infaz edilir. 1925 olayları ve ona önderlik eden Şeyh Sait’in konumu uzun yıllar çok değişik tartışmalara konu edildi. 100. yılında 1925 Kürt isyanı ve Şeyh Sait- 2 yazısı, 28 Haziran'da Kızıl Bayrak'ta yayınlanan 100. yılında 1925 Kürt isyanı ve Şeyh Sait-1 yazısının devamıdır...

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Temmuz 2025
  • saat-icon
  • 16:30

Azadi Örgütü açık faaliyete başlıyor 

Yusuf Ziya Bey önderliğinde Van, Bitlis ve İstanbul’da faaliyet gösteren örgütün de 1922’den itibaren katılımıyla Azadi Örgütü ve önderlik ekibi güçlenir ve yaygınlık kazanır. Yine de bu henüz bir kitle çalışması değil bir tür kadro çalışmasıdır. 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiliz, Fransız, İtalya, Japonya, Yunanistan, Sırp, Hırvat ve Sloven temsilcilerinin imzaladığı “Lozan Barış Anlaşması” Azadiiçin yeni bir değerlendirme vesilesi olur. Çünkü Azadi önderlerine göre Türk tarafının “biz Türk ve Kürtler olmak üzere” diyerek masaya oturması politik bir uyanıklıktır. Bunun haklı bir kaygı olduğunu çok geçmeden yürürlüğe girecek olan 1924 Anayasası kanıtlar. Yaptığı değerlendirmede Türk yöneticilerinin Kürtlerin hakları için hiçbir adım atmayacağı sonucuna varan Azadi Örgütü bir isyan örgütlemek amacıyla kitle çalışmasına başlar. Yusuf Ziya Bey Serhat, Mela Abdurrahman Botan, Kemal Fevzi Bey Rojhılat bölgelerine gönderilir. Miralay Halit Bey de Erzurum’da görüşmeler yapar.

Nakşibendi Şeyhleriyle görüşmeler 

1920’li yıllarda esası itibariyle feodal Kürt toplumunda kitleler tarikatlara ve aşiret ağalarına bağlıdır. Eğitimsiz ve örgütsüz Kürt kitleleri sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel bakımdan tümüyle ağaların, Şeyh ya da Pir’lerin etki ve denetimi altındadır. Tarikat önderleri ile aşiret ağaları Kürt kitlelerine ulaşmanın o gün için anahtarı durumundadır. Miralay Halit Bey bu nedenle Said-i Kürdi ile 5 Ağustos ve 24 Eylül 1924 tarihlerinde görüşmeler yapar. Aynı amaçla görüşmelerine Melekan şeyhleri ve kimi aşiret ağalarıyla devam eder. Halit Bey’in kuzeni Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Sait ile yaptığı görüşme ise olumsuz geçer. 

Şeyh Sait ailesinden Abdülilah Fırat, M. Akyürekli ile yaptığı mülakatta, Şeyh Sait ile Halit Bey’in görüşmesine dair şu bilgiyi veriyor: 

“Şeyh Efendi ile Halit Bey arasında ciddi tartışmalar yaşanıyor. Bu münazaraları sabah ezanına kadar devam ediyor. Halit Bey’in ‘Efendi, sen şeyhsin, bu işler senin işin değil, bırak, kenara çekil’ ifadelerine kızan Şeyh Efendi, sabah namazını Halit Beyin evinde kılmıyor.” (M. Akyürekli, Şark İstiklal Mahkemeleri 1925-1927, s.100) 

Bu görüşmenin olumsuz geçmesinin asıl nedeni, Azadi önderlerinin uyarılarına rağmen Şeyh Sait’in kış aylarına doğru isyanı başlatmak için harekete geçmek istemesidir. Halit Bey hazırlıkların çok yetersiz olduğu, kış şartlarında başlanacak bir ayaklanmanın tutunamayacağı konusunda açık bir fikre sahiptir. Bu nedenle Şeyh Sait’i zamansız bir çıkıştan alıkoymaya çalışır. 

Halit Bey ile Şeyh Sait arasındaki görüşme olumsuz sonuçlanınca, Ziya Bey ve Kemal Fevzi devreye girerek Şeyh Sait’i ikna etmeye çalışırlar. Bunda belli sınırlarda başarılı oldukları söylenebilir. Şeyh Sait Azadi ile ortak hareket etmeyi kabul eder.

Dr. Şıvan önderliğindeki Kürt ulusal hareketinin önemli kadrolarından biri olan Osman Aydın, “1923 yılının başlarında Yusuf Ziya Bey’in Şeyh Sait Efendi’yi evinde ziyaret ederek, Kürt ulusal hakları konusunda kendisiyle konuşup onun desteğini aldığı”nı (Osman Aydın, 1925 Kürt Ulus Hareketi, Doz Yayınları, s.53-54) yazmaktadır. Bu desteği, Şeyh Sait’in Azadi Örgütü’ne girişi değil, ortak hareket etmeyi kabul etmesi olarak düşünmek gerekir. Uğur Mumcu’nun belirttiği gibi, Şeyh Sait’in Azadi Örgütüne katılımı 1924 yılı sonunda Erzurum’da yapılan 1. Kongrede olabilir, ki kongre zaten Halit ve Yusuf Ziya beyler tutuklandıkları için yapılır. 

İhbarcı şebeke

Azadi Örgütü açık faaliyete başlar başlamaz Ankara’ya ihbar raporları yağar. Muş valisi Halet Bey, eski Genç mebusu Hamdi (Yılmaz), Bingöl’de Muallim Mehmet Zeki (Güneralp) ve Oğnut Nahiye Müdürü Tevfik Bey, Ankara’ya eş zamanlı ihbar içerikli raporlar gönderirler. Bunları İlyas Sami ve Muş Jandarma Alay Komutanı Mehmet Kasım Selçuk’un yönlendirdiği Xormek ağalarının ihbarı izler. Ankara yönetimini harekete geçiren ihbar ise Şey Sait’in bacanağı, Miralay Halit Beyin kız kardeşiyle evli olan Binbaşı Kasım Bey tarafından yapılır. İhbarların ortak mesaj şudur: Kürtler isyana hazırlanıyor! Hiçbir ihbarda “Şeriat yanlıları isyana hazırlanıyor” bilgisi yer almaz.  

Mustafa Kemal ve Miralay Halit Bey’in görüşmesi 

1924 Anayasası 25 Mayıs 1924’te yürürlüğe girer. Bu Anayasa ile Kürtlerin kimlikleri yok sayılır. Medreseler kapatılır, böylece Kürtçe eğitim hakkı tümden ortadan kaldırılır. Bu koşullarda Mustafa Kemal 1924 yılı Ekim ayında Erzurum’u ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Binbaşı Kasım Bey de Varto’dan Erzurum’a giderek hazır bulunur. Binbaşı Kasım Erzurum’da Miralay Halit Bey’de kalır. Anılarında aktardıklarına bakılırsa, bu görüşmelerde Halit Bey kendisiyle “oldukça mahrem konular konuşmuş, mühim bilgiler paylaşmış”tır. Bu bilgiler arasında, “Şeyh Sait’in ayaklanmayı 1924 sonbaharında başlatmayı düşündüğü, bu sebeple tartıştıkları, hatta ilişkilerinin bozulduğu bilgisi yer almaktadır.” (Mahmut Akyürekli, Binbaşı Kasım’ın Hatıraları, s.57)

Binbaşı Kasım, evinde misafir kaldığı Halit Bey ile Şeyh Sait ve Yusuf Ziya Bey’in içinde olduğu 6 Kürt önderini Mustafa Kemal’e jurnaller.

Kürt araştırmacı Kerem Serhatlı’nın mahkeme tutanakları ve TBMM’deki arşivden faydalanarak derlediği bilgilere göre, Binbaşı Kasım’ın ifadeleri şöyledir: 

“1924’te Erzurum’da bir deprem oldu ve Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Erzurum’a geldi. Ben o zaman emekli idim. Muş heyeti ile birlikte Erzurum’a karşılamaya gittik. Mustafa Kemal’in yaverine yazılı bir pusula verdim. Pusula şu şekildeydi: ‘Ben emekli Binbaşı Kasım. Paşa hazretlerine çok mühim bazı bilgileri arz etmek istiyorum’. Pusulam Mustafa Kemal’e ulaştırıldı ve huzuruna kabul edildim. Paşanın huzuruna çıktığımda bana sordu; ‘Buyur binbaşı, maruzatın nedir? Nedir önemli bilgilerin?’. Dedim ki; ‘Paşa Hazretleri bölgede bir cemiyet kurulmuş ve müstakil bir Kürdistan devleti kurmak istiyorlar.’ Paşa yeniden sordu; ‘Bunlar kimlerdir?’ Ben sıraladım; Birincisi Bitlis eski mebusu Yusuf Ziya, ikincisi Hoyitli Musa Bey, üçüncüsü Hesenanlı Halit Bey, dördüncüsü Keremi Koleğazi, beşincisi Cibranlı Halit Bey ve altıncısı Şeyh Sait.’ Böylece Paşa’ya 6 kişinin ismini arz ettim.” (Bakınız: https://www.tigrishaber.com/seyh-Saitin-sark-istiklal-mahkemesi-ifadeleri-44763h.htm)

Mustafa Kemal Erzurum Kolordu Komutanı Ali Sait Paşa ile birlikte Miralay Halit Bey’le bir görüşme yapar. Fakat görüşmeden sonuç alamaz. Ankara’ya döndükten sonra Halit Bey’i ikna için son bir adım olarak Muş Mebusu İlyas Sami’yi görevlendirir. İlyas Sami Halit Bey’le yaptığı görüşmede “Gazi Mustafa Kemal düşüncelerinizin farkında, beni özellikle gönderdi. Fikirlerinizden, Kürt davasından vazgeçer ve yanımızda yer alırsanız ne isterseniz sizin olur” der. Buna karşılık Halit Bey, Kürtlerin tüm iyi niyet ve dostluklarına rağmen, hükümetin Kürtlerin kimliğini tanımadığını, haklarını inkâr ettiğini, verdikleri sözleri tutmadığını, buna karşı Kürtlerin haklı mücadelelerini sürdüreceklerini söyler ve ekler: “Benim dinim İlyas’ın dini, vicdanım İlyas’ın vicdanı değil. Halit’in boynu sizin ipiniz için hazırdır.”

Bu iplerin koptuğu andır. 

Bir garip eylem: Beytüşşebap “isyanı” girişimi

Nesturîler 7 Ağustos 1924’te Hakkâri bölgesinde bir isyan girişiminde bulunurlar. Nesturîlere karşı kaydırılan birliklerden biri de, çoğu Kürt askerlerden oluşan Şırnak’taki 7. Kolordu 2. Tümen’e bağlı 18. Piyade Alayı’dır. Bu alayın komuta kademesinde Azadi Örgütü üye ve yöneticileri bulunur. Beytüşşebap Azadi’nin kalesi gibidir. Bölgedeki 8 büyük aşiretin reisi Azadi Örgütü üyesidir. 

3-4 Eylül 1924 tarihinde yaşanan Beytüşşebap ayaklanması girişimine dair söylemler tartışmaya çok açıktır. İsyancıların başında olan Yüzbaşı İhsan Nuri, Ağrı Dağı İsyanı adlı kitabında “1924’te örgütün direktifleriyle ve bilgisi dahilinde Rasim, Hurşit, Tevfik Cemil ve Ali Rıza Teğmenlerle birlikte, Kürdistan'ın özgürlüğü için isyan ettik” (Med Yayıncılık, 1992, s.132) diye yazar. Yüzbaşının yaptığı plana göre gece yarısı Alay Komutanı çadırında uyurken teslim alınacaktır. İhsan Nuri’nin “hayatımın en büyük hatası” dediği görevlendirme daha ilk adımında başarısız olur. Görevli komutan Hurşid Bey ve yanındaki 8 asker firar ederler. Onları yakalamakla görevlendirilen Yüzbaşı İhsan Nuri de firar eder. 

Azadi Örgütü Diyarbakır şube Başkanı Ekrem Cemil Paşa Beytüşşebap olayı için, “o tarihlerde başlaması (…) Yusuf Ziya Bey'in şahsi tasarrufu ve Bitlis Şubesi’nin kararı ile onun hayalperest ve taşkın kişiliği ile olmuştur ... Halit Bey de herhalde bu adamın oyununa geldi. Azadi'nin en büyük şubesi Diyarbekir’di. Vakitsiz ve hazırlıksız, Erzurum'da muazzam bir ihtilal hazırlayan liderlerimiz, maalesef bizi hiçbir şeyden haberdar etmediler, bize hiçbir hareket çizgisi vermediler, bizden hiçbir hizmet ve yardım istemediler. Böyle büyük ve önemli bir olayın öncesinden nasıl Diyarbekir gibi büyük ve önemli bir şubenin haberi olmaz” diyerek, yıllar sonra bile şaşkınlığını ifade eder. (Muhtasar Hayatım, Kemalizm’e Karşı Kürt Aydın Hareketinden Bir Yaprak, Beybun Yayınları, 1992, s.54)

Ekrem Cemil Paşa’nın bu olaya ilişkin söyledikleri tartışmalıdır. Yüzbaşı İhsan Nuri’nin anılarından anlıyoruz ki, Yusuf Ziya Bey’in Beytüşşebap’a dair bir önerisi yoktur. O Bitlis’ten başlamayı önerir. Beytüşşebap inisiyatifi İhsan Nuri’nin bir tasarrufudur ve cepheyi anında terk eden de kendisidir. Kemalist iktidarın bu bozgunu Azadi’yi tasfiye etmek için bir fırsat saydığı ise kesindir. 

Azadi’nin 1. Kongre’si: Azadi Örgütü Şeyh Sait’e kalıyor 

Beytüşşebap İsyanı Azadi Örgütü’nde büyük kayıplara yol açar. Önce Beytüşşebap’ta önemli kadrolar devre dışı kalır. Ardından Yusuf Ziya, kardeşi Teğmen Ali Rıza, Miralay Halit Bey, Bahaddin Bey, Faik Bey ve Mele Abdurrahman Şirnexi tutuklanırlar. Azadi hareketi böylece hem önderliğini ve hem de örgütte önemli görevler üstlenebilecek kadrolarının önemli bir bölümünü kaybeder. 

Tutuklamalar sırasında özel olarak dikkat çeken kişi ise Nahiye Müdürlüğü ve Kaymakamlık yapmış, Uğur Mumcu’ya göre Azadi’nin ilk başkanı olan, Binbaşı Kasım’ın adını Mustafa Kemal’e verdiği ve tutuklandıktan kısa bir süre sonra serbest bırakılan, bir daha da kovuşturmaya uğramayan Mutki aşiret reisi Hacı Musa Bey’dir. 

Önderlikten yoksun kalan Azadi Örgütü acilen az sayıdaki üst düzey üyeyle kongreye gider. Uğur Mumcu ve Osman Aydın’ın da isabetle tespit ettikleri gibi, Şeyh Sait bu kongrede Azadi’ye katılır ve hareketin başına geçer. Buna “Örgüt Şeyh Sait’e kaldı” demek daha doğrudur. M. Emin Sever’in sürecin tanığı olan babasının anlatımlarından aktardıklarına göre, yapılan kongrenin sonuçlarına Şeyh Sait’in görüşleri rengini verir. Kongre dış destek bulmanın önemine dikkati çekerken, ayaklanma hazırlıklarında dini motiflerin öne çıkarılmasını kararlaştırır. 

Azadi önderleri sorgudayken Bitlis’te ifade vermeye çağrılan Şeyh Sait, Hınıs Kaymakamının devreye girmesiyle ifadesini Hınıs’ta verir. Bu sırada artık açık hedef olduğunu anlar ve Piran’da sonlanacak bir yolculuğa çıkar. Piran’a varışı yeni bir Beytüşşebap olayını tetikler ve kimilerinin “provokasyon neden oldu” dediği “Şeyh Sait İsyanı” başlar.

“İngiliz Parmağı” ya da “dış kışkırtma” yalanı

Bütün emperyalist devletler çıkarları gerektirdikçe ulusal sorunları kaşır ve bundan faydalanmaya çalışırlar. Fakat aynı devletler yine çıkarları gereği verdikleri bütün sözleri unutur ve ezilen halkları arkadan hançerlerler. Henüz savaşın başında İngilizlerin Güneyde yaptıkları budur. 1. Dünya Savaşı ve Türkiye’deki milli kurtuluş yıllarında olan da budur. 

İngiliz emperyalizminin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kemalist Cumhuriyete karşı Kürt kartını kullanmaya çalıştığı kesindir. İngilizler bunu daha çok Saray’la bağlantı içinde yapmaya çalışırken, Saray’ın varlığını ise Kemalistlerle pazarlıkta kullanırlar. Temmuz 1923 yılına kadar bu böyle sürer. Lozan Anlaşması’yla Kemalistler ile tam bir mutabakat sağlayan ve 1925 Kürt olaylarından önce Musul Meselesi’nde istediklerini alan İngilizler, Kürtlerin Şeyh Abdurrahman üzerinden yaptıkları yardım taleplerini ciddiye bile almazlar.

Şeyh Sait İsyanı’nın hiçbir dış destek görmediğini, başlangıçta çeşitli vaatlerde bulunan İngiliz emperyalistlerinin Kürt halkını arkadan hançerlediklerini Uğur Mumcu, Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925 adlı kitabında, dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün net ifadelerine dayanarak ortaya koyuyor. En etkili Kemalist kalemlerden birinin en yetkili siyasal kişiliklere ve belgelere dayanarak ortaya koyduklarından sonra bir “dış kışkırtma”dan söz etmek, resmi tarih anlatısının kaba bir tekrarıdır yalnızca. “Dış kışkırtma” yalanının Türk istihbaratının bir uydurması olduğunu yine Mumcu Bir Polis Oyunu başlığı altında yazıyor. 

1925 olaylarında bir İngiliz parmağı yok ama bölgesel kalan Kürt hareketinin genişleyemeyip yenilgiye uğratılmasında Fransızların parmağı var. İsyancıların Diyarbakır’da bozguna uğratılması Fransız devletinin Türk Ordusuna verdiği destek sayesinde mümkün olmuştur.

Şeyh Sait Kürt davasını savunmadı

Milliyetçi bakış öznel yaklaşımlara yol açar ve işi gerçeklerle çelişen duygusal muhakemelerde bulunmaya vardırır. Marksist devrimci yöntem ise bize Kürt sorununa nesnel yaklaşma, Kürt tarihini doğru okuma, tarihsel-siyasal kişilikleri ideolojik, siyasal ve sınıfsal konumlarıyla bir arada değerlendirme ve ırkçı söylem ile ulusal duygusallıktan azade kalmanın güvencesini verir.  

Şeyh Sait, saray ve saltanat yanlısı, Kemalist laiklik karşıtı bir tarikat lideridir. Ama aynı Şeyh Sait bir Kürttür ve Kürtlere dair hassasiyetleri vardır. Şeyh Sait Kürt toplumuna ait biridir. Aynı dili konuşur. Aynı kültür ve gelenekler içinde yaşar. Ruhsal ve düşünsel dünyası bu toplum içinde şekillenir. Medreselerin kapatılmasına karşı çıkması, ana dilinde eğitim hakkını savunması bile tek başına Şeyh Sait’in ulusal hassasiyetlerine yeterli göstergedir. Irkçı bakış bunları görmezden gelir ve Şeyh Sait’i katıksız bir şeriatçı olarak anlatmaya devam eder. Şeyh Sait’in mahkemede “bizim öyle bir davamız yoktu” demesi, katıksız şovenizmin tek dayanağıdır.  

Kürt asıllı bir liderdir diye, Şeyh Sait’in Kürt davasına mesafeli duruşunu görmezden gelmek ise aynı madalyonun öteki yüzüdür. Şeyh Sait mahkeme boyunca Kürt davasını savunan tek kelime etmemiştir. Varto’daki ifadesinde yer alan, amaçlarının “özerklik talep ve temin etmek” olduğuna ilişkin sözleri Şeyh Sait mahkemede kabul etmez ve bunların kâtip tarafından ilave edildiklerini söyler. Zamanın Vakit gazetesi Şeyh Sait’in Varto’da “Kürdistan Krallığını teşkil için fırsatın zuhur ettiğini zannederek harekete geçtik” sözlerini manşet yapar. Şeyh Sait Diyarbakır’da bunları da yalanlar. Bu sözlerin sonradan geri alındığını kabul etsek bile, bundan yalnızca Şeyh Sait’in Kürt davasını savunmadığı sonucu çıkar.

Kimi Kürt milliyetçilerinin “Mahkeme boyunca savcı ve mahkeme heyeti Şeyh Sait’i incitecek ya da rencide edecek bir hareket ya da imada bulunmadılar” saptaması da doğru değildir. Savcı ve mahkeme heyeti onun Şeyh konumuna saygı gösteriyor gibi davranırlar ama tüm sorularında onun Kürt kimliğine dönük aşağılama tutumundan da geri durmazlar. Ne yazık ki Şeyh Sait “Şeyh Efendi” hitabını kişiliğine duyulan bir saygının ifadesi sayarak, Kürt kimliğine dair aşağılayıcı söylemleri görmezden gelir. 

Kendisine sorulan 233 soru var. İçlerinden çoğu Kürt halkının haklılığını dile getirmek ve Kürtleri yok sayanların haksızlıklarını yüzlerine vurmak için vesiledir. Bu vesilelerden hiç faydalanmayan Şeyh Sait, Azadi Örgütü yöneticileri Yusuf Ziya ve Halit Bey söz konusu olduğunda ise, “onların fikri, davası başka idi” diyor ve ekliyor: “Kürdistan davası… Kürt hükümeti kurmak istediklerini Yusuf Ziya Bey'den duymuşem.” (Ahmet Süreyya, Şeyh Sait, s.16)

Yusuf Ziya ile karşılaşmasına dair ise şunları söylüyor: “Hınıs'a gelmişti, benim köyüme misafir geldi. Orada konuyu açtı. Biz Kürdistan hükümetini teşkil etmek üzereyiz dedi. Bu imkansızdır dedim, fikrim bunu kabul etmiyordu.” (Kerem Serhatlı, Serhildana Şex Seid, s.193) 

Atadığı komutanlara yazdığı mektuplarda geçen “Kürt” ifadelerinin kendisine değil, “Kâtip Fehmi Efendi”ye ait olduklarını söylemesini çoğu Kürt yurtseveri bir taktik sayıyor. Böyle olsa bile, binlerce insanı ölümüne savaşa süren bir liderin bu ilkesizliği yapma hakkı olamaz. 

“Gayeniz neydi?” sorusuna verdiği cevap ise, tıpkı kimi yerlerdeki taşkınlık, yağma ve çapulculuk gibi, haklı bir çıkışı karalamak isteyen ırkçı ve şovenlere malzeme verecek cinsten: “Kitap ayaklanma vaciptir diyor. Şeriatı icra ettireceksin diyor. Şeri hükümler; öldürme, zina, uyuşturucu gibi halleri men ediyor. Hepimiz hamd olsun Müslümanız. Kürt, Türk yoktur. Bir bütün hareketimizin çıkış noktası Kuran-ı Azim.” (K. Serhatlı, Serhildana Şex Seid, s.181)

Gerek mahkeme başkanı Mazhar Müfit ve gerekse de Savcı Ahmet Süreyya ile kurduğu ilişkiler Şeyh Sait’e inananlar için onur kırıcıdır. 

Savcı Ahmet Süreyya kişisel görüşmelerinde birinde Şeyh Sait’e, “çok nedamet etmiş olduğunuza kaniim. Benim elimde olsa sizi bir kaleye kapatır ve orada uzun ömürlü olarak yaşamanızı isterdim” dediğini, Şeyh’in onun sözünü kestiğini ve kendisine, “Sizin kamil, iman sahibi bir Müslüman olduğunuza kanaatim var. Merhametinizden de eminim. Şu halde bizi affetmek olmaz mı?” diye sorduğunu anlatıyor. 

Osman Aydın buna dair Uğur Mumcu’dan bir başka diyalog aktarıyor: “Şeyh Sait Efendi, idam sehpasına yürürken, Ali Saip Bey ile yaptığı diyalog bazı çağrışımlar yapmaktadır: 

“- Saip Bey hani ya doğruyu söylersem kurtaracaktım?

“- Ne yapalım Sait Efendi, seninle Hınıs 'ta kuzu yiyemedik.” (Osman Aydın, 1925 Kürt Ulus Hareketi, s.84)

Mahkeme boyunca takındığı tutum, kendisini ipe götürecek olan görevlilerle kurduğu ilişkiler ve “Kürt, Türk yoktur” sözleri, Şeyh Sait’in açık bir teslimiyet içine girdiğinin göstergeleridir. Onu “Halit’in boynu sizin ipiniz için hazırdır” diyen Cibranlı Miralay Halit Bey, “Cesaretiniz varsa açık yargılama yapın” diyen Dr. Şıvan, “Size boyun eğmedim. Bu da size dert olsun!” diyen Seyit Rıza ile aynı kategoride göstererek ulusal kahraman saymak gerçek kahramanların anılarına saygısızlık olur. Kimi Kürt yurtseverleri duygusal bir söylemle bir halkı savunmamayı masum göstermeye çalışıyorlar. Unutmamalıyız: Halkının davasını savunmayan düşmanın davasına güç verir. Bu aynı kişi bir önderse “düşmanın davasına güç verme” söylemi hafif kalır. 

Uğur Mumcu’nun referans kaynakları

Uğur Mumcu demokrat bir burjuva aydını ve kararlı bir sol Kemalist’tir. 1925 olaylarını ve Şeyh Sait gerçeğini ilk araştıran aydınlardan biridir. Resmi bir tezi yeniden kanıtlamak için değil, olayların gerçek seyrini gün yüzüne çıkartmak amacıyla bu çalışmayı yürütmesi, onun bilime ve meslek etiğine bağlılığının göstergeleridir. Referans kaynaklarını doğru kullandığında vardığı sonuçlar, olayların üstündeki sis perdesini kaldıran, uydurulmuş senaryoların ikiyüzlülüğünü ortaya koyan mahiyettedir. 

Mumcu’nun ihtiyatla yaklaşılması gereken iki referans kaynağı var: Nuri Dersimi ve Mehmet Şerif Fırat. Dersimi ile ilgili Seyit Abdülkadir’in bazı ithamları var. Ayrıca biz Dersimi’nin son derece öznel yaklaşımlarda bulunduğunu, yaşanmamış olayları yaşanmış gibi yazdığını Koçgiri olaylarından ve Dersim Kırımı’na ilişkin İngilizlere gönderdiği yazılardan biliyoruz. M. Şerif Fırat ise görev gereği Türkçülüğü seçmiş biridir. 

Mumcu, M. Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi isimli ısmarlama kitabını referans almamalıydı. M. Emin Sever’in gösterdiği kaynaklara göre, bu kitap zamanın Muş Alay Komutanı Mehmet Kasım Selçuk’un teşviki ile yazılır. 1946’da Türk Tarih Kurumu tarafından basılması önerilir. Kurumun o zamanki başkanı Şemseddin Günaltay, “hiçbir ilmi vasıf taşımıyor ve yazarın kendi müşahedelerine dayanıyor! Kitap kurumumuzca basılamaz” diyerek öneriyi reddeder.

Tarık Ziya Ekinci’nin yanılgıları

Tarık Ziya Ekinci Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi adlı kitabında bir bölümü 1925 olaylarına ayırır. Sosyalist kimliğiyle olaylara yaklaşımı öğreticidir. Fakat belli yaklaşımları Şefik Hüsnü TKP’si ile Komintern’in yaklaşımlarını çağrıştırır niteliktedir. 

Tarık Ziya Ekinci’nin 1925 olayları ile ön süreçleri arasındaki bağlantıyı yeterince irdelediği söylenemez. O 1925 olaylarını yalnızca Şeyh Sait ve Nakşibendi Tarikatı ilişkisi içinde ele alır. Bu nedenle de harekete temel teşkil eden ulusal zemini gözden kaçırır. Bu tek yanlılık bazı zorlama tanımların yapılmasına yol açar:

“1925 tarihli Şeyh Sait İsyanı merkezi bir örgütün kararıyla, yurt ve dünya koşulları değerlendirilerek planlanmış ve zamanlaması doğru yapılmış bir hareket olmadığı için Kürt bağımsızlık hareketi olarak algılanamaz.” (Tarık Ziya Ekinci, Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi, s.42)

Bir hareketin niteliğini belirleyen eyleminin muhtevasıdır, bir organın ya da organizasyonun aldığı karar değil. Bir hareketi ulusal karakterli tanımlamak için dört başı mamur bir değerlendirme ve hazırlık koşuluna bağlamak bir zorlamadır. Bir bağımsızlık hareketi planlanmış, zamanlaması ayarlanmış da olabilir; farklı biçimlerde ve yörelerde birbirinden bağımsız başlamış da... Örneğimizde olan kısaca şudur: Azadi Örgütü Kürdistan düzeyinde bir ayaklanmaya hazırlanır. Fakat hazırlıklarını tamamlayamadan asıl önderliği enterne edilir. Şeyh Sait bu boşlukta hareketin başına geçer ve Azadi önderlerinin daha önceki telkinlerine rağmen, erken bir patlamaya kapı aralar. Olay budur. 

Tarık Ziya Ekinci’nin bir öteki yanılgısı da, bir isyanın “bağımsızlık amaçlı bir kalkışma olarak gösterilebilmesi” için onu “tüm Kürt aşiret ve beylerinin katıldığı bir hareket olma” koşuluna bağlamasıdır. Bu da bir zorlamadır. Kimi Kürt aşiret ve beylerinin harekete karşı çıkmaları eşyanın tabiatına uygun bir durumdur. Yalnızca Sünni Kürtlerin harekete katılmış olması ve bir bölgeye sıkışması, hareketin ulusal yanıyla değil, kimi öznel kimi de nesnel başka bazı nedenlerden kaynaklıdır. Nesnel yanı, bir ulusun sınıflardan oluşması ve eşitsiz gelişimin değişik bölgelerde ve değişik katmanlarda farklılıkların oluşmasına neden olmasıdır. Öznel yönünü ise Ekinci’nin kendisi o günleri bizzat yaşayan Azadi yöneticisi Kadri Cemil Paşa’nın (Zınar Sılopi) Doza Kürdistan adlı eserinden aktarıyor. 

Kadri Cemil Paşa’nın anlatımından çıkan sonuç, Azadi’nin Kürdistan çapında örgütlü olduğu, harekete geçmek için 1925 yılı yaz aylarını, şayet hazırlıklar yetişmezse 1926 yılı bahar aylarını düşündüğüdür. “Şubat 1925 tarihinde Türk karakol erlerinden bazılarının Piran’da öldürüldüğünün haberini Diyarbekir’de işittiğimizde, bu hususta bir şeyden haberi olmayan Azadi kuruluşu ile görevli Diyarbekir şubesi üyeleri bizler, olayın içeriğini ve ne amaçla yapıldığını anlayamadık. Cemiyetin reisi Halit Cibril ve nüfuzlu azalarının tutuklu olması, örgüt kuruluşunun tamamlanmamış olmasından ötürü örgüt kararıyla bu kıyam hareketinin yapıldığını çok uzak görüyorduk. Hayret ve tereddüt içinde idik.” (Aktaran Tarık Ziya Ekinci, age, s.45)

Binbaşı Kasım: “Nitelikli bir ihanetçi”!

Binbaşı Kasım 1918 yılında Osmanlı’dan ayrılarak ayrı bir Kürt devleti kurmayı savunan bir konumdadır. Fakat Kürdistan Teali Cemiyetindeki ayrışmada, bazı Kürt ağaları ve tarikat liderleriyle birlikte Kemalistlerden yana tutum alır. Bu tutum değişikliğinde 1919’da Erzurum’da Mustafa Kemal ile yaptığı özel görüşmenin rolü olsa da, bu Erzurum Kongresi’nden itibaren artık bir başka Binbaşı Kasım gerçeği olduğunu değiştirmez. 

Binbaşı Kasım, Şark İstiklal Mahkemesi üyesi M. Avni Doğan’ın talebi üzerine kaleme aldığı anılarında, saf değiştirmesinin nedenini Osmanlı’nın Kürt köylüsünü irfansız bırakarak cehaletin sürmesine bağlar ve ekler: Şeyhler ve ağalar Kürt köylülerini kulları olarak görüyorlar. Kürt köylüsü Beylere ve Şeyhlere mutlak itâat ve sadâkatle bağlı kaldığı sürece gelişemez. (Bkz. Mahmut Akyürekli, Binbaşı Kasım’ın Hatıraları ve Şark İstiklal Mahkemeleri)

Bıraktığı not defterlerinden dini konularda çalışmalar yaptığı anlaşılan Binbaşı Kasım, halkın dine alet edilmesine karşı çıkarken laiklik yanlısı tutumunu ortaya koyar. Hamidiye Alayları’nın kurulmasını doğru bir adım sayarken, bu alayların Kürtler arasında zorbalık, talan ve katliamlarda kullanıldığına işaret eder. Ortaya koyduğu çözüm önerisine göre Cumhuriyet bütün bu melanetlerin yok edilmesi için tek çaredir. 

Kimi araştırmacılar ve bazı Kürt yurtseverleri, Binbaşı Kasım’ın Şeyh Sait ve Azadi önderlerini saf dışı ederek yörenin hâkimi olmak isteğiyle ihbarcılık yaptığını yazıyorlar. Onun bir ekibin parçası olduğu, ekibiyle Ankara’nın bölgedeki iktidar gücü olmak istediği bir veri olarak kabul edilse bile, yaşananları bununla izah etmek işin aslını görememek anlamına gelir. Çünkü Kasım’ın kişisel hırsından öte bir davası ve buna uygun bir pratiği var.   

Osman Aydın ise 1925 Kürt Ulus Hareketi adlı kitabında “Binbaşı Kasım, tipik bir ajan provokatördür” diye yazar ve ekler: “Nitelikli bir ihanetçi.” (s. 63)

Osman Aydın’ın “nitelikli” tanımını, Binbaşı Kasım’ın Aşiret Mektebi’nden mezun olduğu için eğitimli, binbaşılığa terfi etmiş olması itibarıyla deneyimli, birçok cephede başarıyla komutanlık yaptığı için itibarlı biri olduğu sınırlarında anlamak eksik bir algı olur. Çünkü Binbaşı Kasım bir değerlendirme üzerinden hazırlanmakta olan Kürt isyanını boşa düşürmek için bilinçli bir karşı tutum alır. 

Binbaşı Kasım’ın konumu bu denli netken, Halit Bey 18 Nisan 1339 (1922) tarihli mektubunda ona şunları yazıyor:

“Sana hayli gücendim. Bu mektubum inâyetnâmedir. 1335’de (1918) ben mutedil, sen ise müfrit idin. Şimdi bi’l-iltizâm [bilerek ve isteyerek-BD] fikrime muhalefet ediyorsun. Bu mektûpla fikrini tekrar istimzaç ediyorum [soruyorum]. Eski fikrinde isen bildir. Nice her fikir ve kanâat muhteremdir. Senin Varto’dan verdiğin telgrafı ben Ankara gazetelerinde okudum. Yerin dibine geçtim.” (Mahmut Akyürekli, Binbaşı Kasım’ın Anıları, s.194)

Binbaşı Kasım’ın yeni konumuna rağmen Azadi yönetiminin onunla ilişkilerini sürdürmesi ve yakın davranması, akrabalık bağlarından çok milliyetçi duygusallıkla ilgili olmalı. Binbaşı Kasım tutumunda son derece bilinçlidir. Aradaymış gibi davranıp Azadi önderleri ve Şeyh Sait ile görüşmelerinde pek çok bilgi alır. Bu ilişkide uyanık davranan Binbaşı Kasım, naif davrananlar ise Azadi önderleri ve Şeyh Sait’tir. Nitekim Binbaşı Kasım onlardan öğrendikleri üzerine Mustafa Kemal ile özel bir görüşme daha yapar. Piran olaylarının hemen öncesindeki bu görüşmede Azadi önderlerini deşifre etmekle kalmaz, iktidar yanlısı olmayan bütün Kürt ileri gelenlerinin batıya sürülerek kontrol altına alınmaları yönünde çok geçmeden uygulanacak bir politika da önerir. Yine aynı günlerde Kürt davasının başarı şansının hiç olmayacağı konusunda Şeyh Sait’i ikna ederek Yusuf Ziya ve Halit Bey’den uzaklaştırmak için çalışır. 

1925 Kürt olayları başladığında Binbaşı Kasım emekli bir askerdir. İsyancılar onun evini kuşatınca Şeyh Abdullah’la görüşme ister. Bu görüşme zayıf halkaları görmesini sağlar. Bu aşamadan sonra bilinçli bir seçimle hareketin içine girer. Tecrübeli bir asker olarak amacı Şeyh Abdullah gibi tereddüt içindeki komutanların iradesini kırmak, Şeyh Sait’i bir çıkmaza girdiğine inandırmaktır. Bunu başarır da. Onların iradesini zayıflatmakla kalmaz, yanlış yönlendirip yılgınlık içine çekerek tam bir teslimiyete sürükler. Şeyh Abdullah’ın mahkemedeki rezil tutumunun gerisinde Binbaşı Kasım’ın etkisi vardır.

Sonuç olarak Binbaşı Kasım bilinçli olarak bir yola girer. Bu yolun bütün gereklerini de yerine getirir. Bilgisini ve deneyimini iyi kullanır. 

Bağımsız bir Kürdistan için siyasal yaşama başlayan, fakat bu düşüncelerini terk edip davasına ihanet ederek yakın dostları ve akrabalarına kıymakta tereddüt etmeyen Binbaşı Kasım, bu hizmetleri karşılığında ödüllendirilmeyi elbette bekler. Bunu mahkeme sırasında dile de getirir. Çünkü devletin “büyük bir belayı bertaraf etmesinde” en kritik rollerden birini, canını tehlikeye atarak oynamıştır. Binbaşı Kasım’ın aldığı ödül, canının bağışlanması ve 1953 yılına kadar Söke’de bir köy evinde mecburi ikamet olur.