Kültür, bir halkın varlığının, kimliğinin ve devamlılığının en önemli taşıyıcılarından biridir. Müzik, edebiyat, sinema, resim gibi alanlar sadece sanat dalları değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın nesilden nesile aktarılmasının, dilin korunmasının, toplumsal dayanışmanın pekiştirilmesinin ve kimlik inşasının da en önemli araçlarıdır. Bu nedenle, tek tipçi anlayışa dayalı sermaye devletleri, kültür ve sanat alanlarına özel bir önem atfetmiş ve bu alana dair politikalar üretmişlerdir. Yasaklarla, baskılarla halkların kimliklerini ve kültürlerini yok etmeye çalışmışlardır. Türk sermaye devleti de başta Kürt halkı olmak üzere, ülkedeki farklı ulusal ve mezhepsel kesimleri ve onların kültür-sanat faaliyetlerini baskı ve zorbalıkla engellemeye çalışmıştır. Tüm bu baskı ve engellemelere karşı alternatif bir yaşam mücadelesi veren Kürt halkı, asimilasyon politikasının halkalarından biri olan kültür-sanat faaliyetlerinin engellenmesine geçit vermemiş ve kimliğini yaşatmanın yollarını aramıştır.
***
Bu yazıda, Kürt halkına yönelik asimilasyon politikalarını (özellikle müzik alanında) ve bunun karşısında kendi kimliğinden vazgeçmeden var olmanın ve yaşatmanın yollarını arayan, üreten, düşünen, savaşan bir halkın mücadelesinin bazı örneklerini inceleyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren "tek millet, tek devlet" anlayışını benimsedi. Bu anlayış doğrultusunda, 1920’lerden itibaren Kürtçe yasaklanmış, basılı eserlerin yayımlanması suç sayılmış, Kürtçe müzik dinlemek, evinde Kürtçe kaset veya kitap bulundurmak, hatta Kürtçe şiir okumak bile tutuklama sebebi sayılmıştır. 1980 askeri faşist darbesi sonrasında ise bu baskılar alabildiğine artırılmıştır. 1983 tarihli 2932 sayılı yasayla Kürtçe şarkı söylemek, dinlemek ve yayımlamak cunta rejimi tarafından “suç” kapsamına alınmıştır. Devlet desteğiyle, Türk müzisyenler Kürdistan'a gitmiş, orada Kürt halkının ezgilerini öğrenmiş ve bunları Türkçeleştirip TRT gibi geniş kitlelere ulaşılabilen devlet kanallarında seslendirmişlerdir. Örneğin, “Bitlis’in Önünde Bağlar” türküsünün aslı Welat Çi Qas Xweş Ü Rınde, “Makaram Sarı Bağlar”ın aslı Lo Berde, “Evleri Yol Üstüdür”ün aslı Le Cemo Cemile, “Mahsus Mahal” türküsünün aslıysa Lo Şivano’dur. Bugün İbrahim Tatlıses gibi sözde bir sanatçının Türkçeleştirip anonim diye seslendirdiği Cane Cane şarkısıysa Kürt halkının özgürlüğü için mücadele etmiş bir gerilla olan Delil Doğan’ın (Mazlum Doğan’ın kardeşi) yazdığı ve bestelediği Cane Cane eseridir. Hatta esere kendi adını da nakşetmiştir (“Dîlan gelek xweş bû, Delîl pê rûgeş bû Dilê dostan geş bû bi vê dîlanê bi vê dîlanê.”).
Türk sermaye devletinin asimilasyon yöntemleri bunlarla sınırlı değil elbet. Yasaklı bir dilin arşivciliğini yaparak kültürel kimliğin taşıyıcısı olan dengbejler yoğun saldırılara maruz bırakılmış ve sürgünlere gönderilmiştir. Aynı zamanda TRT’de eserlerini Kürtçe söylemek isteyen sanatçılara ve dengbejlere izin verilmemiş, Türkçe söylemeye zorlanmış; kabul etmeyenlere ise davalar açılmıştır. Şiwan Perwer, 1970’lerde baskılar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış, Ahmet Kaya, Kürtçe albüm yapacağını söylediği için linç edilmiştir. Koma Amed, Koma Berxwedan, Koma Denge Azadi gibi grupların konserleri yasaklanmış, Ahmedê Xani’nin ve Cigerxwin’in eserleri yıllarca yasaklı kalmış, Kürtçe tiyatro oyunları yasaklanmış, Yeşilçam sinemasında ise Kürt karakterler köylü, cahil stereotipler şeklinde sunulmuştur.
Sorun geçmişte kalmış değil. Rejime biat etmeyen sanatçılara dönük baskılar bugün de devam ediyor. Kürt sanatçıların konserleri yasaklanıyor, tiyatro oyunları sahnelenemiyor. 2000'lerde kaldırılan yasal engellerle Kürt halkına bazı “özgürlükler” verildiği söyleniyor; ama bu “özgürlükler”, “devletin sıkı kontrolü altında Kürt olmak" dışında hiçbir şey içermiyor. TRT Kürdi’de yapılan programlar, diziler, dengbej programları... Hepsi, Kürt halkının binlerce yıl boyunca var olabilmek için sarf ettiği o büyük emeğin, kültürün yozlaştırılması çabasından başka bir şey değildir. Baskıyla, zulümle alt edemediği bir halkı dilini bozarak, sözünü zayıflatarak yenmeye çalışmaktır. Bir halkı yaptığı dizilerle karikatürleştirmektir. Devlet, bu icraatları TRT Kürdi kanalıyla da sınırlamıyor; aşiret dizileri gibi yapımlarla, bulduğu her fırsatta Kürt halkının gerici görünümünün ve feodal izlerinin altını çiziyor. Kürt halkının gerici olduğunu, kültürünün gelişmemiş olduğunu ifade ediyor ama bunun böyle olmasının gerisindeki binbir çeşit politikadan hiç söz etmiyor. Bugün ekranlarda "kardeşlikten", "terörsüz Türkiye"den bahsediliyor; ancak halay çeken gençler işkenceye uğruyor, konserler yasaklanıyor. Peki baskı ve yasakların olduğu yerde her kültürün özgürce var olabilmesi mümkün mü?
***
Kapitalist devletler halkların kültürlerini geliştirme çabaların baskıyla, yasaklarla engellemeye çalışırken, Sovyetler Birliği deneyimi ise bambaşka deneyimler sunuyor. Türk sermaye devleti her fırsatta Kürt kültürünü yok etmenin yollarını ararken, Sovyetler Birliği'nde her halkın kimliğinin ve kültürünün yaşaması ve gelişmesi bir devlet politikasıydı. İşte tam da bu yüzden, Kürt halkının kültürünün gelişmesi için Sovyetler Birliği büyük çabalar sarf etmiştir. Şimdi buna dair örneklere geçelim: 1930'larda Erivan'da Kürtçe bir alfabe oluşturulmuş, Kürtçe ders kitapları hazırlanmış ve anadilde eğitim sağlanmıştır. Susika Simon, Ermenistan doğumlu ilk kadın dengbejdir. Sovyetler Birliği’nde korolarda ve devlet destekli orkestralarda yer almıştır. Susika Simon, ağaların, gericiliğin hakim olduğu, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmadığı bir coğrafyada doğup büyümesine rağmen devrimle özgürleşen kadınlardandır ve bu yüzden devrime ve onun şanlı önderi Lenin’e şu besteyi armağan etmiştir:
“Lenin’e Kılam
Eskiden, eskiden hep yoksulduk
Lenin kalktı biz kurtulduk
Lenin’in ismiyle mutlu olduk.
Sovyet halkları kardeşliği yaşıyor
Genç ömürleri aşk ve hoşlukla geçiyor
Büyük Lenin her daim akıllarında dolaşıyor...
Şikayete yer yok yaşamlarında
Hepsinin gönlü barış ve kardeşlik dolu bir dünyada
Kızlar ve delikanlılar nasıl istiyorsa
Aynen öyle istiyor yaşlılar da...
Partimizden çok memnunuz biz
Partinin her işi bizim müjdemiz
Ondan geliyor ve gelecek hayrımız ve güzelliğimiz”
Koma Wetan grubuysa ilk kurulan Kürtçe rock grubudur. Bu grup, Ermenistan Radyosu bünyesinde kurulmuş, Kürt müziğinin modernleşmesinde ve arşivlenmesinde büyük bir rol oynamıştır. Aram Tigran ise hayatını Kürt müziğine adamış bir Ermeni sanatçıdır. Ermenice, Arapça, Yunanca gibi birçok dilde şarkı söyledi; müziğiyle halklar arası bir kardeşlik köprüsü kurdu. Kürtçe müziğin popülerleşmesine katkıda bulundu ve onun müziği Sovyet sahnesinde yer aldı, var oldu.
1930'lardan itibaren Kürtçe tiyatro toplulukları kuruldu, devlet sahnelerinde Kürtçe oyunlar sergilendi. Erivan Radyosukuruldu; bu sayede Ortadoğu'da yaşayan Kürtler, kültürlerine kısıtlı da olsa erişebildi. Yani, Türkiye’de yasaklardan ve baskılardan fazlasını gören Kürt kimliği, Sovyetler Birliği’nde özgürce var olma ve kendini geliştirme imkanı bulmuştur. Şüphesiz ki tüm bunlar bir tesadüf eseri yaşanmamıştır. Bunun arkasında sınıfsal bir gerçeklik var: Bir tarafta sermaye sınıfının egemen olduğu bir devlet, diğer tarafta işçi sınıfının iktidar olduğu Sovyet devleti! İki devletin tutumunun demokratik sorunlar üzerinden dışavurumudur söz konusu olan.
***
Birkez daha altı çizilmesi gereken nokta ise şudur: Kürt halkı tüm bu yasaklara rağmen kimliğini, dilini ve müziğini yaşatmak için büyük çabalar sarf etmiş, pek çok kişi bu uğurda yaşamlarını hapishanelerde, sürgünlerde geçirmiş ve gerektiğinde ölümü göze almıştır. Kültürel alandaki kazanımlara bu mücadele ve ödenen bedeller sayesinde ulaşılmıştır. Verili koşullarda bu kazanımları koruyup geliştirebilmenin yegane yolu, kapitalist sisteme karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmektir.