İsrail’in Gazze’de devam eden soykırım savaşı, 7 Ekim’de ikinci yılını dolduracak. Katledilen Filistinlilerin sayısı 70 bine ulaştı. Soykırımı, barbarlıkta sınır tanımayan ABD ile İsrail birlikte yürütüyor. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gibi emperyalist devletler de suç ortaklığı yapıyor. Erdoğan yönetimi, Körfez şeyhleri ve diğer Amerikancı “Arap-Müslüman” rejimler de İsrail’e doğrudan ya da dolayı olarak destek veriyor. Öte yandan Siyonist İsrail Lübnan, Yemen ve Suriye’yi de sık sık bombalanıyor…
Tüm bunlar olurken, “Arap” ya da “Müslüman” diye anılan devletler rutin işlerine devam ediyor. Gazze gündemiyle ilgili bir-iki zirve yaptılar, ama boş laflar etmenin ötesine geçen bir icraatları olmadı. Ancak, İsrail’in 9 Eylül’de Katar’ın başkenti Doha’da bulunan Hamas hareketinin siyasi liderlerini hedef alınca durum değişti. “Arap-İslam” devletleri, nasırlarına basılmış gibi zıpladılar. Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin küstahlığı hepsini fena kızdırdı. Netanyahu’yu birkez daha Hitler’e benzeten AKP şefi Tayyip Erdoğan ise birkez daha “en kızgın kişi” olduğunu dünyaya gösterdi.
***
İsrail Yemen’i bombalayıp başbakan ile bazı bakanları öldürdüğünde “Arap-İslam” zirvesi toplamak kimsenin aklından bile geçmedi. Bazıları ise, Yemen hükümetini hedef alan emperyalist/Siyonist katliamdan memnun bile oldular. Zira Yemen, Gazze’deki soykırıma lafla değil, soykırımcılara mal taşıyan gemileri Kızıldeniz’de batırarak ve İsrail’deki hedefleri füzelerle vurarak tepkisini ortaya koyuyor. Ansarullah hareketi liderliğindeki Sana hükümetinin bu tutumu, Amerikancı “Arap-Müslüman” rejimlerin tiksinti verici riyakarlıklarını dünyaya gösteriyor.
Katar ise Yemen’in tam zıddı bir yerde duruyor. Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek için uygulanan emperyalist/Siyonist planların en büyük destekçilerinden biri. Bu küçük ada ülkesinde on bin ABD askeri ve Amerika’nın bölgedeki en büyük askeri üssü bulunuyor. ABD-İsrail saldırganlığı kimi hedef alırsa, Katar da onu hedefe çakıyor. El Cezire kanalını emperyalist/Siyonist projenin borazanı gibi kullanıyor. Emir ise, ABD-İsrail planının aparatları olan cihatçı terör örgütlerine yüz milyarlarca doları tereddüt etmeden aktarıyor.
Hal böyleyken Katar’ın İsrail tarafından bombalanması, Amerikancı rejimleri “derinden” sarstı. Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani ve elbette onun yakın dostu Tayyip Erdoğan en çok “müessir” olan kişilerdi. “İhanete uğramış, sırtından hançerlenmiş” duygusuna kapıldılar ve bunda yalnız değillerdi. Ürdün’den Mısır’a, Suudi Arabistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne birçok “mevkidaş” o duyguyu iliklerine kadar hissetti. Zira İsrail Katar’a bile bomba yağdırabiliyorsa, diğer Amerikancı rejimlerin kaygılanması şaşırtıcı değil.
“Katar’dan sonra sıra Türkiye’de” laflarının ortalıkta dolaşmaya başlaması, İsrail’in küstahlıkta sınır tanımadığını birkez daha gösterdi. Bu “ihtimalin” Netanyahu’ya yakın medyada tartışılmaya başlanması, bölgede ABD-İsrail planlarına en büyük hizmeti sunan Erdoğan’ın dinci-faşist tek adam rejimini derinden sarsmış olmalı. Haksız da sayılmazlar. Bu kadar “vefasızlık” görülmüş şey değil. Netanyahu çetesinin dizginlerinden boşalmasını sağlayan esas gelişme, Suriye’nin cihatçı terör örgütlerine teslim edilmesiydi. Bunda ise Erdoğan-Bahçeli ikilisinin sunduğu hizmet eşsizdir. Bu hizmetler olmadan HTŞ denen katiller sürüsünün Suriye’yi işgal etmesi imkansızdı. Bu hizmetleri sunanların bile tehdit edilebildiği yerde, en değme uşakların bile tedirgin olması doğaldır.
***
Bu gelişmelerin ardından İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi 15 Eylül’de Doha’da toplandı. Zirveye katılanlar pek “öfkeliydi”. Moralleri bozuktu. Kendilerini pek güvende hissetmiyorlardı. Efendisine küsen uşak misali Trump’a kırgınlardı. Kimileri nutuklar attı. Kimileri vitrindeki manken misali zirvede zuhur etmek dışında bir şey yapmadı. Konuştular, tartıştılar, bağırdılar, çağırdılar hatta “kararlılık” gösterisi bile yaptılar. Sonunda 25 maddeden oluşan bir bildiri yayınladılar. Sonuç, “dağ fare doğurdu” şeklinde yorumlandı. Doğal olarak şu soru gündeme geldi: “Bu kadar devlet başkanı, başbakan, kral, emir, şeyh bir yığın boş laf etmek için mi Doha’da toplandı?
25 Maddelik bildiride İsrail’e ağır ithamlarda bulunuldu. “Öfkeli” ifadelerle saldırı kınandı. Hatta Filistin halkının davasına destek verildiği söylendi. Haliyle en “sert” lafları Katar emiri ile AKP şefi sarf etti. Oysa İran hariç zirveye katılanların çoğu Gazze’de soykırım yapan İsrail’e doğrudan ya da dolaylı destek veren rejimleri temsil ediyordu. Bu rejimler, İsrail’le diplomatik ilişkileri bile kesmedi. Örneğin Netanyahu’yu Hitler’e benzeten Erdoğan, halen Azerbaycan petrolünü İsrail’e taşımaya devam ediyor. Yani Gazze’ye bomba atan uçakların da bir torba un almak için sıra bekleyenleri vuran tankların da evleri yakıp/yıkan dozerlerin de yakıtını Erdoğan rejimi İsrail’e taşımaya devam ediyor.
Katar başta olmak üzere Körfez şeyhlerinin, kral ve emirlerin tutumu da en az Erdoğan’ınki kadar tiksinti vericidir. Gazze’deki soykırımın hamisi ve sponsoru olan Trump yönetimine 5 trilyon dolar yatırım sözü veren bu düşkün kral/emir takımı, halen İsrail’le ticari, mali, siyasi ve diğer alanlarda işbirliğine devam ediyor. Boş laflar ederken “keskin” olanlar pratikte dinci-faşist Netanyahu rejiminin payandaları gibi hareket ediyor. Bu rejimler halen Suriye’yi İsrail’e peşkeş çeken Colani’nin terör rejimine destek verirken, Lübnan’da işgale karşı direnen Hizbullah’ın silahsızlandırılması için mesai yapıyor.
***
Doha zirvesinin sonuç bildirgesinde “sert” ifadelerle kınanan Netanyahu, küstahça tehditler savurarak yanıt verdi. “Siz kimsiniz? Kendinizi ne sanıyorsunuz? Hiçbiriniz umurumda bile değil” demeye gelen açıklamalar yapan Netanyahu Katar’ı doğrudan, Türkiye’yi ise dolaylı ifadelerle tehdit de etti: “Hamas liderlerini tutuklayın, sınırdışı edin ya da bunu biz yapacağız.”
Binyamin Netanyahu dinci-faşist zihniyetli bir soykırımcıdır. Ancak, ona bu kadar küstah olabilme fırsatını veren emperyalistlerin destek ve himayesi kadar, Amerikancı “Arap-İslam” rejimleridir aynı zamanda. Zira bu rejimlerin zerre kadar bir tutarlılığı olsaydı, İsrail’i dize getirecek adımlar atarlardı. Oysa onlar tam tersini yapıyor. Katar’a yönelik saldırı, onlara güvende olmadıkları mesajını net bir şekilde vermesine rağmen, pratikte değişen hiçbir şey olmadı örneğin.
Doha zirvesi sırasında Netanyahu’yu ziyaret eden Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio, “Arap-Müslüman” şeflere şu mesajı verdi: “Boş laflarınızı ciddiye almıyoruz. Her zaman kararlılıkla İsrail’in arkasındayız.”
Tel Aviv’den Doha’ya giderken ise şu açıklamayı yaptı: “Katarlılarla yakın bir ortaklığımız var. Aslında, üzerinde çalıştığımız ve sonuçlandırmak üzere olduğumuz güçlendirilmiş bir savunma iş birliği anlaşmamız var.”
Katar emiri de ziyaretten ne kadar “onurlandığını” dile getirerek ABD emperyalizmine uşaklığa devam edeceğini birkez daha teyit etti.
***
Emperyalizm sade dışsal bir olgu değildir. İşbirlikçileriyle içsel bir olgudur aynı zamanda. Nitekim bölgenin hem egemen sınıfları hem onları temsil eden devletlerin çıkarları emperyalist/Siyonist güçlerle işbirliği yapmayı gerektiriyor. Gazze soykırımına rağmen bu işbirliğinin devam etmesinin başka izahı yoktur. Dolayısıyla bölge halklarının bu barbarca yıkım ve esaretten kurtulabilmeleri için emperyalizme, siyonizme ve gericiliğe karşı birleşik mücadeleyi yükseltilmeleri şarttır. “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarı altında birleşip bölgesel bir direniş geliştirilmeden halkların bu “ölüm döngüsünden” kurtulmaları yazık ki olası değildir.