Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk’un anısına…

Buz kıran Üç Fidan

Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk, sınıfsal ayırımları esas almayan teorik tespit ve siyasal tercihleriyle kendilerinden sonraki elli yıllık dönemi etkilediler. Bu yönelimleri birçok yönüyle değerlendiriliyor ve değerlendirilecektir. Elli yıllık süreçten hangi sonuçların çıkartılacağı ise değerlendirmelerin derinliği kadar, yapanların ideolojik-siyasal bakış açısına göre değişecektir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 26 Kasım 2025
  • saat-icon
  • 18:30

Teorisi ve pratiği ile Kuzey Kürdistan’da ulusal devrimci çıkışın ilk öncüsünün Dr. Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şıvan) olduğu Kürt ve Türkiye solunda az çok bilinir. Fakat Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi’nin (T-KDP) kuruluşu ile birlikte Kürt yurtsever hareketinin Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk üçlüsü şahsında ulusal devrimci bir önderlik çekirdeğine kavuştuğu, bu çekirdeğin yönettiği partinin bazı kaynaklara göre bir yılda 4500-5000, bazılarına göre ise 7000 üyeye ulaştığı ve Kuzey Kürdistan’da buzu kırarak ulusal devrimci hareketi başlattığı az bilinir.

T-KDP bu gücü elbette yoktan var etmez. T-KDP, 1968 yılında MİT operasyonuyla felç edilen Sait Elçi yönetimindeki Kürdistan Demokrat Parti’sinin (KDP) üye tabanı ile Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) etkisindeki Kürt gençlerinin aynı çatı altında birleştirilmesiyle oluşur.

T-KDP Kürdistan’ın yedi bölgesinde örgütlenir. Henüz oluşumunu tamamlamadan yarattığı politik güçle, TİP’in Kürt politikalarının oluşmasında da etkili olur. TİP'in 1970'teki 4. Kongresi’nde alınan Kürt Sorunu konulu önemli karar bunun açık bir kanıtıdır.

T-KDP’nin kitle desteği ve politik etkisi, ‘71 devrimci çıkışına adını yazdıran THKO, THKP-C ve TKP-ML-TİKKO gibi hareketlerin toplamından daha fazladır. Fakat Türk istihbaratının tezgahladığı “İki Sait olayı”nın yarattığı manevi ağırlık nedeniyle, Kürt hareketinin de bir "‘71 devrimci çıkışı" olduğu gerçeği pek dile getirilmez.

 ‘71 devrimci çıkışı Türkiye sol hareketi içinde reformizm ve parlamentarizmden tarihi önemde bir kopuştu. Aynı tarihsel süreç içerisinde T-KDP de, geleneksel Kürt hareketinden ve reformist Türkiye solundan bir kopuştur. Dr. Şıvan önderliğindeki T-KDP hareketi, 1950’li ve ‘60’lı yıllarda mayalanan, ‘70’lerin başında bir olguya dönüşen devrimci hareketin Kuzey Kürdistan’daki karşılığıdır. İstanbul’da Ulaş Bardakçı ile Hüseyin Cevahir, Kızıldere’de Mahirler, Nurhak’ta Sinanlar, Ankara’da Denizler, Diyarbakır’da Kaypakkaya, ‘71 devrimci çıkışının önderleri oldukları için öldürüldüler. Aynı tarihsel operasyonun bir parçası olarak Erbil’de de Kürt ulusal devrimci hareketinin önderleri Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk katledilir. Erbil’deki katliamın ayırt edici özelliği, Kürtlerin Üç Fidan’ının CIA, MİT ve KDP iş birliği ile kurşuna dizilmiş olmalarıdır. Tetikçileri ise MİT'in hizmetindeki Derviş Akgül ve Şerafettin Elçi gibi Kürt asıllı hainlerdir.

Türkiye devrimci hareketi ‘71 Devrimci Hareketi’nin önderlerini her fırsatta sahiplendi. Fakat Kürtlerin Üç Fidan’ı söz konusu olduğunda benzer bir sahiplenmeden söz edemeyiz. Yazar İsmail Beşikçi 12 Mayıs 2016 tarihli İlke Haber’de yayınlanan yazısında, haklı olarak bu durumu eleştirir: “Her sene, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir gibi devrimcileri anan Dersimliler, bugüne kadar, Sait Kırmızıtoprak’ı (Şıvan), Hasan Yıkmış’ı (Burusk), Hikmet Buluttekin’i (Çeko) anmayı hiç düşünmemişlerdir.”

Bu yalnızca Dersimlilerin değil, Türkiye devrimci hareketinin birçok bakımdan irdelenmesi gereken bir kusurudur. Devrimci militan söz konusu olduğunda bunun esas nedeni, devrimci tarihi yeterince bilmemek, mensubu olduğu grup ya da çevrenin dışında olup bitene gerekli ilgiyi göstermemek olabilir. Fakat parti ya da örgüt yönetimleri söz konusu olduğunda sorun ideolojik, siyasal ve sınıfsal boyutlarıyla anlam kazanır.

Kürt solu söz konusu olduğunda durum daha da vahimdir. Zira Kürt yurtseverleri içinde ne olup bittiğini gerçekte bilen, bu arada bu öncü devrimcilerin yarattığı birikimi de tepe tepe kullanan, fakat onların katledilmesi konusunda suskun kalanlar var. Dahası işi bu yol açıcı devrimcilere karşı düşmanca söylemlere vardıranlar bile var.

Kürtlerin ‘68’lileri

Çeko, Brusk, Necmettin Büyükkaya, Osman Aydın, Feridun Yazar, Remzi Kartal, Hıdır Kurun... Bu liste uzatılabilir. Biz sadece ‘68 kuşağını temsil eden Kuzey Kürtlerinden akıllarda kalan birkaç isim saydık. Bu gençlerin tümü zamanında kendilerini sosyalist olarak görüyorlardı. Fakat tıpkı Dr. Şıvan gibi ulusal özgürlük kazanılmadan Kürdistan’da sosyalizm için mücadele edilemeyeceğine inanıyorlardı. 55 yıllık bir mücadele sürecinin ardından yaptıkları tercihin siyasal sonuçları elbette irdelenmeye muhtaçtır. Fakat ‘49’lar davasıyla başlayan son 65 yıllık sürecin bugüne bıraktığı bazı gerçekler var. Kürt davası bugün çözümü gündeme gelen uluslararası bir olguya dönüştüyse eğer, zamanında sosyalist Kürt aydınları ve gençlerinin döşediği temel üzerinde mümkün oldu bu.

Sözünü ettiğimiz kuşak sosyalistti, dahası kendini marksist-leninist olarak tanımlıyorlardı. Devrim ve devrimcilik anlayışları tıpkı Denizler’deki gibi katıksız ve duruydu. Kurulu düzeni ve iktidarı yıkmak için yola koyuldular. Söyledikleri gibi de yaşadılar. Zor günler başladığında reformist söylemleri devrimci sloganlarla süslemediler. Parlamentarizm batağını aşağıladılar. Düzen partileriyle paslaşmayı ihanete adım atmak olarak değerlendirdiler. Marksist kavramlarla oynamadılar, türedi milliyetçilerde gördüğümüz üzere Marksizm’e düşmanlık yapmadılar vb. Tersine, ulusal mücadele veriyor olsalar da sınıfsal mücadelenin gününün geleceğini ifade ettiler.

Bunun böyle olduğunu Kürt devrimcisi Necmettin Büyükkaya üzerinden ortaya koymuştuk. (Katledilişinin 38. yılında Necmettin Büyükkaya: Sınır tanımayan bir dava insanı, Kızıl Bayrak, 24 Ocak 2022). Aynı temayı şimdi de T-KDP’nin önderlik çekirdeğinden Hikmet Buluttekin (Çeko) ve Hasan Yıkmış (Brusk) üzerinden ele alacağız.  

Hikmet Buluttekin (Çeko)

Hikmet Buluttekin Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde müteahhitlik yapan bir babanın çocuğu olarak 1947 yılında doğar. Menderes’in Demokrat Parti’si geleneğinden gelen aile ilçede “muhafazakâr” olarak tanınır. Hikmet çocukluk yıllarında babasının inşaat malzemeleri deposunda bir emekçi gibi çalışır. Günü gelir inşaatlarda çivi söker, taş kırar ya da sıva işleri yapar. Amelelik pratiği içinde emekçi sınıfların yaşamını tanır ve emekçi karakteri gelişir.

Maddi kaygıları olmayan bir aileden geliyor olması, Kürt ulusal varlığının yok sayıldığı kurulu düzen koşullarında onu mutlu etmeye yetmez. İnsanın insanı ezmediği, sömürünün olmadığı, kardeşçe bir yaşamın hâkim olduğu sosyalist bir düzenle emekçi sınıfların kardeşçe bir yaşamı kurabileceği fikrini bu yıllarda edinir. 1965 yılında Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na başarılı ilk beş öğrenci kontenjanından kayıt yaptırdığında, sosyalizm idealine sahip ama öncelikle Kürtlerin geleceğine dair düşünceleri olan devrimci bir Kürt gencidir o. 1966 yılında sınavla Ankara Fen Fakültesi Kimya Bölümü’ne yatay geçiş yapar. Üniversite yıllarıyla birlikte sahip olduğu sosyalist fikirler onu zamanın sol partisi TİP’e yanaştırır. Gelecekte TİP Genel Başkanı olacak olan Behice Boran'ın çocuğuna ders verdiği günlerde, TİP’i ve TİP’in yönetici kadrolarını daha yakından tanıma fırsatı bulur.

TİP yöneticileri tarafından “ağırbaşlı, sakin, ciddi, yardımsever” bir partili olarak tanınan Hikmet “Doğu Mitingleri”nde aktif görevler alır. 1966-69 yılları arasında Kürdistan’ın bazı kasabalarında öğrencilere fizik, kimya ve matematik dersleri verir. Siyasi çalışmalarını kamufle etmek için ders veriyor olması verilen derslerin ciddiyetini bozmaz. Hikmet için politik hedefler kadar pozitif bilimler de hayati önemdedir çünkü. Bu tutumu onun gençler üzerinde bıraktığı etkiyi artırır. Kürt gençleriyle geniş ilişkileri bu dönemde kurar.

Bütün bunları yaparken siyasal kimliğini ailesinden gizler. Çünkü ailede baba Demirel AP’sinin ilçe başkanlığını yaparken, kardeşlerden biri MHP’li olarak tanınır. Abisi ise bir ordu mensubudur. Bu koşullarda örgütsel çalışmayı aileden gizlemeyi örgüt güvenliği açısından zaruri görür. Profesyonel devrimciliğe adım attığında ise abisine “eğitimime Fransa’da devam edeceğim” diye bir not bırakarak, yeraltına geçer. O artık Çeko’dur.

Hasan Yıkmış (Brusk)

Bu yiğit devrimciye ilişkin yeterli yazılı kaynak yazık ki bulunmamaktadır. Tanınmış kimi Kürt yazarlarla akrabalık bağları olmakla birlikte onlar tarafından da hakkında tek kelime yazılmamış bir devrimcidir. “İki Said olayı”ndaki manipülasyon bu suskunluğu asıl nedeni olmakla birlikte bunu yeterli bir açıklama sayamayız.

 1945 doğumlu Hasan Yıkmış, son derece yoksul bir Dersimli ailenin çocuğudur. İlkokul sonrası babasından habersiz girdiği yatılı sınavını kazanır ve Dersim’den Erzurum’a gider. Yatılı okul yıllarında derslerindeki başarısı ve okul arkadaşlarına verdiği destekle tanınır. Fakat öne çıkışı asıl olarak sosyalist kimliği nedeniyledir.  

1963 yılında Yıldız Teknik’e kayıt yaptırır. 1967 yılında Yıldız Teknik’ten mühendislik diplomasını aldığında, sosyalist kimliğine rağmen birçok şirketin kapmaya çalıştığı geleceği parlak genç bir mühendistir.

Bu genç mühendisin gelecek planları, yolu mecburi askerlik için gittiği yedek subay eğitimi günlerinde Dr. Sait Kırmızıtoprak’la kesiştiğinde değişir. Hemşerilik dostluğa varır. Dostluk da ölümüne yoldaşlığa dönüşür. Brusk’un kendisi kuruluş kongresinde hazır bulunamadığı halde, Dr. Şıvan’ın özel ısrarlarıyla T-DKP MK’sına seçilir.

Brusk, eşini ve çocuğunu Güney Kürdistan’a götürene kadar durumunu ailesinden gizler. Çeko’da da gördüğümüz bu tutum onların örgüt güvenliğine verdikleri öneme, dolayısıyla düşmanlarını almalarına bir gösterge sayabiliriz.

Sait Elçi provokasyonu gerçekleştiğinde ve MK üyeleri Dr. Şıvan, Çeko, Soro (Nazmi Balkaç) ve Kurdo (Ömer Çetin) Barzani güçlerince esir alındıklarında, Brusk Kuzey’de örgütsel çalışmanın içindedir. Bu tutuklanmaların ardında Güney’e gider. Çünkü o kampın komutanıdır ve yerli halkla kurulan ilişkilerden de sorumludur. MİT’in talimatlarını harfiyen uygulayan Barzani kuvvetlerinin onu tutuklayacakları uyarısına karşı, kamp mevziine sahip çıkmanın siyasal önemine dikkat çeker. Yoldaşları Dr. Şıvan ve Çeko’yu sahipsiz bırakamayacağını, onlarla aynı akıbeti paylaşmanın kendisi için bir onur olacağını söyleyerek, kaçma önerisini de reddeder. Brusk Barzani güçleri tarafından esir alındığında, Barzanicilere teslim olan Soro (Nazmi Balkaç) ve bir ağa çocuğu olan Kurdo (Ömer Çetin) serbest bırakılır.

Ulusal devrimci arayışın ilk oluşumları

Kürt mülk sahibi sınıfların siyasal temsilcisi olarak 1965 yılında kurulan ve başkanlığını önceleri Faik Bucak, ardından da Sait Elçi’nin yaptığı Türkiye KDP’si, Güney’deki gelişmelerin yarattığı rüzgârını da arkasına alarak, kısa sürede etkin bir siyasal parti haline gelir. Yine de Kürt gençlerinin arayışına cevap vermekten uzak kalır. Çünkü KDP devrimci mücadele çizgisine tümüyle karşıdır. KDP yöneticilerinin ezici çoğunluğu Menderes’in Demokrat Partisi geçmişine sahiptir. Bu nedenle gençler geleneksel Kürt hareketinden uzaklaşır ve devrimci arayışlara yönelirler.

Bu, devrimci Kürt gençlerinin geleneksel Kürt hareketi ve Türkiye solu ile köprüleri atma sürecidir. Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın başını çektiği Doğulu Gençler grubunun yanı sıra, Ankara, İstanbul, Erzurum ve Diyarbakır’da birbirinden bağımsız devrimci kümelenmeler bu dönemde oluşur. 1966 yılında Ankara’da Koma Azadiya Kurdistan (KAK), 1967 yılında İstanbul’da ROJ adıyla kurulan illegal örgütler, devrimci Kürt gençlerinin geleneksel olandan kopuşlarının somut örnekleridir. ROJ yapılanmasının önderlerinden T-KDP’nin kurucu kadrosu Osman Aydın, çıkışlarını “önümüze sosyalist bir program koymuştuk ama Kürtlerin bağımsızlığını hedeflemiştik” diye tanımlıyor. Hikmet Buluttekin’in kurucu yöneticisi olduğu KAK üyelerinin çoğu ROJ’la aynı platformda olmakla birlikte, KAK’a daha çok ulusal devrimci ton hâkimdir.

Modern Kürt ulusal devrimciliğinin ilklerinden KAK

“Koma Azadiya Kürdistan” (KAK), 1966 yılında Ankara’da, Hikmet Buluttekin, Ahmet Kotan, Mehmet Ali Dinler, Ali Beyköylü ve Mehmet Emin Bozarslan tarafından illegal olarak kurulur. Kuruluşunu izleyen dönemde İstanbul, Erzurum ve Diyarbakır gibi kentlerde de ilişkileri oluşur. Ankara’da Diyarbakır Öğrenci Yurdu ya da İstanbul’daki Dicle Öğrenci Yurdu gibi Kürt yurtseverlerinin toplu kaldıkları yerlerde gruplaşmalar olmakla birlikte, KAK programı, tüzüğü ve örgütsel yapısıyla, 1937-38 Dersim kırımından sonra Kürtler adına ortaya çıkan tanımlı ilk gizli devrimci örgüttür.

Hedefi “Kürt milletini milli bir kurtuluş savaşına hazırlamak, Kürdistan'ın bağımsızlığı için savaşarak Kürdistan toprakları üzerinde bağımsız, sosyal ve demokratik bir Kürdistan kurmak” olan KAK daima ezilen halklardan yana olduğunu açıklar. KAK yöneticisi Çeko’nun yaşamının anahtar cümlesi ise “zaman ve mekân mevzubahis olmaksızın, her yerde, her türlü şartlar altında amaca ulaşana dek mücadele[yi] devam ettirme” olur.  

Dr. Şıvan içinde bulunulan aşamada ulusalcı yaklaşıma vurgu yaparken, Çeko’da belirgin bir halkçı bakış vardır. Örneğin Dr. Şıvan İdris-i Bitlisî kişiliğinde pozitif yanların olduğunu söyler, onun bir ulusal hain olduğu yaklaşımına ihtiyatla yaklaşır. Tanınan aşiret liderleri ya da tarikat şefleri, Berzenci, Şêx Ehmede Barzani, Şêx Seide Pirani, Şêx Mehmude ve Saidi Nursi gibileri Dr. Şıvan’ın gözünde, “Tarikatlarının dini yönünü Kürt milliyetçiliğinin muhtevası içerisinde eritmek suretiyle (…) Kürt halk ayaklanmalarının önderleridirler.”

Çeko bu bakışa kendi kayıtlarını koyar: “İlkel zihniyetler, ağalık, şeyhlik, aşiretçilik, bölgecilik bir ulusu yok eden anlayış ve tutumlardır.” Ona göre Kürt tarihi böylelerinin Kürt davasını her fırsatta sattıklarının örnekleriyle doludur. “Kürdistan tarihinde bu satılmışların başında İdrisi Bitlisi gelir. Yavuz Sultan Selim (1512-1520) Kürdistan'da Osmanlı egemenliğini tesis etmek için silahsız ve savunmasız Alevi namı altında kırk bin (40.000) Sünni ve Alevi Kürd'ü öldürttü. Fakat Kürtleri zorla nüfuzu altına almanın mümkün olmadığını anlayınca, İdrisi Bitlisi adında bir Kürt Hocası'nı elde etmiş ve bu adamın vasıtasıyla Kürt beylerini kazanmaya çalışmıştır. İdrisi Bitlisi, kendisinden daima nefretle bahsedilmesine ve ulusların kaderlerindeki satılık hainler arasında baş köşeyi almasına sebep olan; Kürt milletine oynadığı ve bugüne kadar etkisini yitirmeyen oyunu başarıyla oynamıştır. Kürdistan beyliklerini biri birine kırdırtmış, aşiretleri kendi aralarında mücadeleye sokmuş, Alevi-Sünni çatışmasını körüklemiş ve Türklerin Kürdistan'da egemen olmalarını sağlamıştır. Sultan Selim ve Kanuni Süleyman' a yazdığı mektuplarda, bu çirkin oyunun hikayesini efendisinden kemik bekleyen köpeklerin kuyruk sallayışı misali anlatmakta ve ihsan beklemektedir. Bu mektuplar elimizde mevcuttur. Yeri ve zamanı gelince bunlar Kürt kamuoyuna sunulacaktır.” (KAK açıklaması, aktaran S. A. Arik, Dr. Şıvan, s.631)

Dava için birleşmek!

 Hikmet Buluttekin (Çeko) pratiğinden öncelikle ve özellikle öğrenilmesi gereken nelerdir? Bu soruya yiğitlik, kararlılık, adanmışlık, fedakârlık gibi cevaplar vermek yeterli değildir. Varlıklı, muhafazakâr ve sağ görüşlü bir aileden gelmesine rağmen bir devrimci olarak yaşadığı dönüşüm de bir cevap sayılmaz. Bunlar bütün devrimcilerin az ya da çok taşıdıkları özelliklerdir. Çeko’nun siyasal yaşamında dikkat çekici daha özel bir durum var. 

Dr. Sait Kırmızıtoprak Kürt yurtseverlerini tek partide toplama çabasına başlarken, aydınları başta olmak üzere, bilinip tanınan bütün Kürt yurtsever çevrelerine bizzat ulaşarak hepsini bir program etrafında aynı partide bir araya gelmeye davet eder. 1969 yılında önce İstanbul ve Ankara ve ardından da Elâzığ, Dersim, Erzurum, Kars, Ağrı, Van ve Diyarbakır’ı kapsayan Kürdistan gezisi bu amaçla yapılır. T-KDP kurucu kadroları oluştuğunda, bir davetle değil de kendi çabasıyla Dr. Sait Kırmızıtoprak’ı bularak sürece dahil olan tek kadro Çeko’dur. Oysa aynı süreçte Çeko bir yeraltı örgütünün kurucu yöneticisidir. “Benim örgütüm zaten var” demek yerine, Kürt ulusal davasının çıkarlarını öne alarak, Dr. Sait Kırmızıtoprak’la görüşmeyi kendisi talep eder. 1969 yılındaki görüşmede ulaşılan sonuç: Ulusal bir program, ulusal bir politik çizgi, ulusal bir parti ve Kürt halkının haklarını devrim yoluyla elde etmek için bütün enerjiyi bir tek kanalda toplamak.

Farklılıkları elbette vardır. Çeko, Kürt feodalleri, aşiretlerin yapısı ve konumu, tarikatlar gibi kurumlara ilişkin tutum konusunda Dr. Sait Kırmızıtoprak’tan farklı düşüncelere sahiptir. Ulusal devrimci bir partide böyle olmasını eşyanın tabiatına uygun bulan, bu farklılıkların bazılarını kuruluşundan sonra örgüt içi eğitimlere de konu eden Çeko, KAK yöneticilerine örgüt faaliyetini hemen durdurmayı ve bütün çabanın ortak dava için harcanmasını önerir.

Ahmet Kotan o süreçte Çeko ile aynı fikirdedir. Mehmet Emin Bozarslan tereddütleri olsa da birlikten yana eğilim gösterir. ‘49’lar davası sürecinde Dr. Şıvan’ı tanıyan M. Ali Dinler ise bütün gücüyle bu birleşmeye karşı durur. Dr. Sait Kırmızıtoprak’a ilişkin olarak, sekterliğinden aşırılığına, huysuzluğundan farklı fikirlere dair tahammülsüz oluşuna, kişisel hırs ve kaprislerden insan kayırmacılığına dair sayısız olumsuz sıfat sayar. Çeko’yu ilgilendiren ise Dr. Şıvan’ın kapasitesi, karakteri, gücü ve Kürdistan için ifade ettiği değer olur. Dedikodu olarak değerlendirilmesi gereken “geçimsiz”, “aşırı” gibi söylemler ile konum, mevki, birleşmenin koşulları vb. ona yabancıdır. Esasa ilişkin olmayan bazı sorunlar olsa bile bunları “Kervan yolda düzülür!” diyerek zamana bırakır.

KAK’ın bütün faaliyetini hemen durdurur. Dr. Şıvan’la ölümüne yoldaşlık böyle başlar. Doğrusu Dr. Şıvan da Çeko’daki cevheri anında görür. Bazı kaynaklar, Dr. Şıvan’ın T-DKP’nin kuruluş sürecine katılımına en çok sevindiği kişinin Çeko olduğunu belirtir.

M. Ali Dinler’in spekülatif kampanyasının tümüyle etkisiz kaldığı söylenemez. Nitekim bazı kadrolar ile Çeko’nun ilişkisi kopar. T-KDP’nin kuruluşundan hemen sonra ise medrese kökenli M. Emin Bozarslan ile Ahmet Kotan, Dr. Faik Savaş, Yılmaz Çamlıbel ve Ziya Acar geri çekilirler. Gelişmeler Dişkek Kampı’nda “Gao Zeğer” (*Zazaca olan bu deyim, Türkçeye “hain evlat Ökkeş” olarak çevrilebilir) olarak adlandırılan Ahmet Kotan’ın erken bir tarihte Barzani tarafından teslim alındığını ama ihtiyaç nedeniyle kampta kalmasının istendiğini gösteriyor. Avrupa’ya çıkartılma isteği karşısında olumsuz cevap alması nedeniyle Faik Savaş Dr. Şıvan ile Çeko’ya kin gütmeye başlar ve Barzani’ye sığınır. Avrupa’ya geçtikten sonra da Kemal Burkay gibilere Dr. Şıvan’ı çekiştirir. İşi yer yer çirkin söylemlere vardırır.

Bu kaçış ve ihanetlere Çeko’nun cevabı bir adım ileri atmak olur. O artık Dr. Şıvan ve Brusk’la birlikte milli Kürt devrimci önderliğinin çekirdeğindedir.

Dikine konulmuş yumurtayı kırmak!

Çeko’nun sömürgeci ordu üzerine hazırladığı Türk Ordusu ve Kürdistan başlıklı broşürü, “biz düşmanımızı iyi tanımak ve bütün zaaflarını, çürük taraflarını ve kuvvetli yanlarını birlikte görüp öğrenerek; çalışma ve mücadelemizi ona göre sürdürmek zorundayız” sözleriyle başlar. Broşür  devlet konusunda Marksizm’den esinlen şu tanıma yer verir: “Burjuva devletinde, sürekli ordu ve polis iktidarın elinde maddi aletlerdir. Bütün gerçek halk devrimlerinin ilk şartı, burjuva devletinin askeri ve bürokratik devlet makinesinin parçalanmasıdır.” Bu tanımı “[Sömürgeci] Ordu dikine konulmuş bir yumurtadır. Bunu yana yatırarak kırmak gerekir” ifadesi izler.

Çeko, mücadelenin teorisi kadar pratik görevlerin yerine getirilmesinde de partide özel konumu olan bir yöneticidir. Gerilla savaşı ve siyasi mücadele alanına dair hazırlanan eğitim programına çok özel bir katkısı olur. Dişkek Kampı’na giden yurtseverlere dönük kimi seminerleri Dr. Şıvan verirken, eğitimin asıl yükünü Çeko omuzlar.

Çeko yurtsever Kürt gençlerinin ulusal devrimci ilk öğretmenlerindendir.

Sahipsiz kalan Üç Fidan

Çeko katledildiğinde henüz 24, Brusk ise 26 yaşındadır. Eğitim düzeyleri, devrimci ve insani karakterleri ile sahip oldukları kapasite ve potansiyellerine bakıldığında, bu genç insanların önderleri Dr. Şıvan’la birlikte Kürt ulusal hareketinde çığır açmış olmaları şaşırtıcı değildir. Dr. Şıvan eşini ve iki küçük çocuğunu geride bırakır. Çeko ailesine haber bile vermeden kendini Kürt halkının bağrına teslim eder. Brusk ise esir alındığında küçük çocuğu Kawa’yı (Eren) son kez bağrına basarken eşine dönerek, “sizi annem ve babama değil, senin annen ve babana da değil, Kürt halkına emanet ediyorum” diyerek vedalaşır.

Denizler için Türkiye’nin devrimcileri ve aydınları son ana kadar çırpındılar. Denizler’in Halit Çelenk gibi bir ağabeyleri ve onun meslektaşı dostları vardı. Devrimci dostlarının, yoldaşlarının ve Halit ağabeyleri ile ekibinin güçleri onların katledilmelerini engellemeye yetmedi. Ama onları unutturmadılar da. O dönemin canlı tanıkları oldular ve onların adlarını Nesimi, Bedrettin, Pir Sultan gibi yüzyıllarca yaşayacaklar kategorisine dahil edilmesini sağladılar. Hatıralarına öylesine bağlığıydılar ki, Halit Çelenk adeta ölüme direnerek son nefesini Denizler’in sehpayı tekmelediği güne saklamıştı.

‘71 devrimci önderlerini bağrına basan ilericiler ve devrimciler, aynı tarihsel dönemde Kürtlerin Üç Fidan’ını ne yazık ki sahipsiz bıraktılar. Tarih bunu unutmuş değil ve bu yüzleşilmemiş bir sorumluluk olarak duruyor.  

Kürt halkı cephesine gelince. Kürt halkının Zekiye ve oğlu Eren’e ne kadar sahip çıktığını bir an bir yana bırakalım. Kürt ilericileri, aydın ve yurtseverlerinin bu üç yiğit devrimcinin esir alındıkları günlerde ne yaptıkları hala cevapsız. Kürt yurtsever dünyasında 1965 seçiminde TİP’ten milletvekili seçilen Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, diğer Kürt aydınları, Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın dostları Musa Anter, Naci Kutlay, Kemal Burkay, Kemal Bingöllü, Ziya Acar, Mehmet Ali Aslan, Ali Gültekin, Hüseyin Saltuk, Mehmet Emin Bozarslan, Hıdır Kurun, Lütfi Baksi, Nazif Kaleli gibi kimi artık yaşamayan isimler, o dönem ulusal kahramanları olarak gördükleri Barzani’nin Üç Fidan’a kıymasını engellemek için niye kıllarını kıpırdatmadılar?

Irkçı-faşist Nihal Atsız Kürtlere, “Defolup gidin. Nereye giderseniz gidin. Barzani’ye gidin, Hindistan'a gidin, Afrika’ya gidin, Birleşmiş Milletlere baş vurup kendinize yurtluk isteyin. Türk milletinin aşırı sabırlı olduğunu, ayranı kabardığı zaman önünde durulamayacağını gidin ırkdaşlarınız Ermenilere sorun da aklınız başınıza gelsin” sözleriyle saldırır.

Çeko buna karşı, “Hodri Meydan! Kim kimi kovuyor. Asırlardan beri bu topraklarda yaşamış ve yaşayacak olan Kürt halkını kovacak bir güç daha ne anasından doğmuş ve ne de doğacaktır. (…) Asıl def olup gitmesi gerekenler halkları birbirine düşürmek isteyen örümcek kafalı faşistlerdir” diyen bir bildiri kaleme alır. Ankara Kızılay’ı bu bildiriyle donatan, aynı bildirileri Türkiye’nin dört bir tarafına yayan, bildirisi yüksek tirajlı gazetelerde haber olan Çeko’ya yukarıda saydığımız isimler sahip çıkmış mıdır acaba? Bir de aynı dönemde Kürt feodallerine bakın! Onlar Kuzey’den, Kuzey Batı ve Güney Kürdistan’dan kendi sınıf kardeşlerini alarak “Üçe üç!” diye Barzani’ye heyet üzerine heyet gönderirler.

Kürt halkı hain ve düşkünleri lanetlemeliydi

Kürt aydınları ve ileri gelenleri, CIA, MİT ve başında Mesut ve İdris Barzani’nin bulunduğu Parastin’in organize ettiği, Derviş Akgül, Şerafettin Elçi ve M. Ali Dinler’in yürüttüğü “iki Sait” manipülasyonuna sessiz kalarak ortak olurlar. Manipülasyon kampanyasının bu kadar etkili olmasının öteki suç ortakları ise Ahmet Kotan ile Dr. Faik Savaş’tır. T-KDP yöneticileri olarak bilinen Nazmi Balkaç ile Ömer Çetin’in, Parastin ve MİT’le direktiflerine harfiyen uymaları ise bir iç ihanetle anlaşılabilir. Bütün bunlar, 5 bin üyeli genç bir partinin, önderliğini kaybettikten sonra, kısa sürede nasıl işlevsiz hale getirilebildiğini de açıklar.

Yeni Derwişe Şado’lar işbaşında

Derwişe Şado’nun işlevini hala yerine getirenlerden biri Ahmet Kotan’dır. Hala yurtsever geçinen bu zat, Çeko’yu yarı yolda bırakan, Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk’u Kuzey’de çalışma yürüttüklerini “ağzımdan kaçırdım” numarasıyla Barzani’ye ihbar eden bir ajandır. Bir doktorun “Dr. Şıvan maruz kaldığı işkenceler nedeniyle tanınamaz haldeydi” açıklamasını, elli yıl sonra bile “yok canım, Barzani işkence yapmazdı, doktor karanlıkta iyi görememiştir” diyecek kadar düşkündür.

Kürt yurtseverleri İbrahim Güçlü’yü Ala-Rızgari grubunun liderlerinden biri olarak tanıdılar. İsmail Beşikçi’nin sözleriyle ifade edersek, Ala-Rızgari Kürt halkının haklarını devrimci mücadele ile elde etmek için yola çıkan ama ilerleme sağlayamayan Kürt yurtseveri bir gruptu. Ala-Rızgari, öteki birçok Kürt grubu gibi, Dr. Şıvan hareketinden teorik ve kadrosal olarak fazlasıyla yararlandı.

12 Eylül süreci Kürt yurtseverleri içerisinde dönekler tayfası yarattı. Yazar Hüseyin Akar’ın verdiği bilgiye göre, İbrahim Güçlü avukatlık stajını Şerafettin Elçi’nin yanında yapar. Şerafettin Elçi, MİT’in Sait Elçi KDP’sindeki görevlisidir. Elçi KDP’sinin bütün kurucuları işkenceden geçirilip Antalya’da zindana konulduklarında, dava dosyasına adı eklenmeyen tek kurucudur. Barzani tayfasının eline verdiği silahlarla arkalarına geçerek, Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk’un “kafalarına kafalarına saydım” diye böbürlenen Derwişe Şado ile aynı infaz mangasının üyesidir. Şerafettin Elçi gibi Türk derin devletinin bir elemanından ders alan biri de elbette o çarkın bir parçası haline getirilir.

 İbrahim Güçlü, Haziran 2020’de, Sait Elçi’ye sahip çıkma adına “Sait Elçi olayını yeniden yorumlamak” başlıklı bir yazı yazdı. “Dr. Şıvan ve arkadaşları Kürdistan şehidi olamazlar” diyen Güçlü, “Dr. Şıvan ve arkadaşlarının idam edilmeleri, Türk Sömürgeci Devletinin bir operasyonudur demek en tehlikeli bir tez ve yaklaşım(dır)” diye ekliyor. Aynı yazıda bu işi kaşımayı artık bırakın” diyerek, İsmail Beşikçi Hoca gibilerini de usturuplu bir dille tehdit ediyor.

Beşikçi Hocanın bu tehditleri umursamadığını biliyoruz. Yine de bir sorumuz var. Beşikçi Hoca, Rızgari, Ala-Rızgari geleneğinden gelen yurtseverlerle iyi ilişkileri olan biri olarak bilinir. Dersimlileri Dr. Sait Kırmızıtoprak’ı sahiplenmedikleri için haklı olarak eleştiren Beşikçi Hoca, Rızgari geleneğinden dostlarına bu hain kişiliği yurtsever çevrelerde niye tutuyorsunuz diye soramaz mıydı?

“Sıfırın altından sıfıra getirmek”!

Dr. Şıvan, Çeko ve Brusk, sınıfsal ayırımları esas almayan teorik tespit ve siyasal tercihleriyle kendilerinden sonraki elli yıllık dönemi etkilediler. Bu yönelimleri birçok yönüyle değerlendiriliyor ve değerlendirilecektir. Elli yıllık süreçten hangi sonuçların çıkartılacağı ise değerlendirmelerin derinliği kadar, yapanların ideolojik-siyasal bakış açısına göre değişecektir. Kanımızca değişmeyecek tek sonuç, Dr. Şıvan ve yoldaşlarının ortaya koyduğu hedefe ulaşıldığıdır. Sömürgeci sözcüler en yetkili ağızlarından “Kürt realitesini kabul ediyoruz” demek zorunda kaldılar. Üç Fidan hayatlarını ortaya koyarak temeli döşedi. Sonraki kuşak bayrağı devralarak onların özlemlerini gerçeğe dönüştürmeye çalıştı.

***

‘80’li yıllarda on yılı aşkın bir süre zindanda tutulan bir Kürt yurtseveri, ‘90’lı yılların başında tahliye olur. Kürt ulusal mücadelesinin doruğa ulaştığı günlerdir. Musa Anter bu yurtseveri yemeğe davet eder. Yurtseverimiz Ape Musa’ya “Ape min, gördün mü Kürt davasını sıfırdan alıp nereye getirdik” diyerek, kendi ifadesiyle” biraz hava atmak” ister.

Ape Musa’nın cevabı son derece sade ve çarpıcı olur: “Kekem, o dava bir dönemler sıfırın altındaydı. Hele de ki o sıfıra kim getirdi?”

Tarihi kendileriyle başlatanlara bundan daha anlamlı ve bilgece ne yanıt olabilir?