Latin Amerika’ya yönelen her ABD filosu, eski bir hikâyenin yeni bir perdesidir: Kaynaklara el koyma arzusu…
ABD, Karayipler’de uzun süreden beri görülmemiş ölçekte bir askeri hareketlilik içinde. Washington yönetimi bu yığınağı “uyuşturucu ile mücadele” kılıfıyla sunsa da operasyonun hacmi, kullanılan araçlar ve seçilen hedefler, bölgenin çok daha geniş bir jeopolitik hesaplaşmanın eşiğine sürüklendiğini gösteriyor. Son haftalarda aralıksız süren saldırı ve tehditler, ABD’nin Venezuela’ya yönelik açık saldırı politikasının askeri bir boyut kazandığını ortaya koyuyor.
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth’in bakanlık binasına “Savaş Bakanlığı” tabelası astırması ve Karayipler’deki saldırganlığı “Güney Mızrağı Operasyonu” diye adlandırması, Washington’ın meseleyi basit bir “güvenlik operasyonu” olarak ele almadığını gösteriyor. Bu isimlendirme, tarih boyunca ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik emperyalist saldırılarında sıkça kullanılan bir ideolojik çerçeveyi çağrıştırıyor: Sorunları kriminalize et, hedef ülkeyi şeytanlaştır, ardından askeri saldırıyı başlat.
Hegseth’in “Batı Yarımküre’yi koruma” söylemi de bu demagojik propagandanın temel ayaklarından biridir. Ancak Andean Bölgesi (Bolivya, Peru, Ekvator, Kolombiya, Venezuela gibi And Dağları etrafında yer alan ülkeleri kapsayan coğrafya) uzmanlarının belirttiği gibi, uçak gemilerinin veya füze destroyerlerinin “uyuşturucu ticaretiyle mücadelede” herhangi bir pratik karşılığı yok. Nitekim Trump yönetiminin resmi söylemleri ile sahaya yapılan askeri yığınak arasında uçurum var. Zira bu kapsamdaki bir askeri yığınak, uyuşturucuyla mücadele için değil, ancak bir savaş için kullanılabilir. Buna rağmen ABD kamuoyuna ve bölge ülkelerine “uyuşturucu ile mücadele” safsatası anlatılmaya devam ediliyor.
Operasyonun başladığı günden bu yana ABD donanması Karayipler ve Pasifik kıyılarında çok sayıda tekneye saldırdı; son saldırıyla birlikte öldürülenlerin sayısı 80’e ulaştı.
Washington bu saldırıları “kaçakçı-uyuşturucu teknelerine müdahale” olarak tanımlıyor. Oysa şimdiye kadar iddiaları doğrulayacak tek bir kanıt bile sunamadılar. ABD’nin vurduğu teknelerin gerçekten kaçakçılıkla ilişkili olduğuna dair bağımsız ya da resmi hiçbir veri bulunmuyor. Her saldırı, uyuşturucu bahanesinin ne kadar mesnetsiz kullanıldığını daha da görünür kılıyor. Tam da bu nedenle Venezuela, haklı olarak saldırıları “yargısız infaz” ve “uluslararası hukuk ihlali” olarak nitelendiriyor.
ABD Adalet Bakanlığı’nın gizli operasyonları “uluslararası olmayan silahlı çatışma” kategorisine sokması ise, Washington’ın olası bir “hukuk hesaplaşmasını” şimdiden bertaraf etme arayışında olduğunu gösteriyor.
USS Gerald R. Ford’la verilen gözdağı
ABD’nin en büyük uçak gemisi olan USS Gerald R. Ford’un Anegada Geçidi’ni geçerek Karayipler’e girmesi, bu tırmanışın sembolik değil doğrudan stratejik bir hamle olduğunu kanıtlıyor.
Yüzen bir askeri üs niteliğindeki bu dev savaş gemisi, bölgedeki güç dengelerini tek başına değiştirecek kapasiteye sahip. Teknolojik üstünlüğü, gelişmiş hava savunma sistemleri ve taşıdığı filoyla Ford, elbette ki uyuşturucu kartellerine değil, bölge halklarına karşı kullanılabilecek bir kuvvet çarpanıdır.
Southcom ve 12. Taarruz Filosu komutanlarının açıklamaları da bu gerçeği doğruluyor: Operasyonun asıl hedefi bölgesel “istikrar”, yani ABD’nin Latin Amerika’da kuklalarını işbaşına getirmek için “müdahale hakkının” korunmasıdır. Bu bakımdan geminin Venezuela kıyılarına doğru ilerleyişi, askeri hazırlıkla diplomatik baskının iç içe geçtiği çok katmanlı bir güç gösterisidir.
Venezuela’dan saldırganlığa karşı seferberlik
Washington’ın bu küstahça hamleyi yapması üzerine, Caracas yönetimi iki günlük tatbikatla yaklaşık 200 bin askeri sahaya sürerek seferberlik ilan etti.
Nicolas Maduro’nun, Irak işgaline gönderme yaparak ABD’nin “tuhaf bir hikâye uydurduğunu” söylemesi, Venezuela’nın ABD’nin hazırladığı senaryoları iyi bildiğini gösteriyor.
Sokaklarda on binlerin ABD saldırganlığına karşı yürüyüş düzenlemesi ise, operasyonun sosyal ve politik etkilerinin bölge halkında ne kadar güçlü yankı bulduğunu gösteriyor.
Venezuela toplumunun geniş kesimleri bu durumu yalnızca kendi ülkesine yönelik bir tehdit değil, bütün Latin Amerika’nın egemenliğine yönelmiş bir saldırı olarak da okuyor.
Washington’ın masasında “güncellenmiş askeri seçenekler”
Trump yönetiminin üst düzey askeri kadrolarla yaptığı görüşmeler, Karayipler’deki askeri yığınağın yalnızca “caydırıcılık” amacı taşımadığını; somut bir saldırı seçeneğinin aktif biçimde değerlendirildiğini kanıtlıyor. Bu tablo, Latin Amerika üzerinde mutlak kontrol arayışının Trump döneminde daha saldırgan bir karaktere büründüğünü ortaya koyuyor. ABD, tarihsel olarak “arka bahçesi” saydığı bu coğrafyada ekonomik, siyasi ve askeri manevralarını gelinen yerde tam bir pervasızlıkla sürdürüyor.
Bu saldırganlığın arka planında yalnızca jeopolitik değil, güçlü bir jeo-ekonomik motivasyon da bulunuyor. Venezuela’nın dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervlerine sahip olması, Washington’ın “ilgisinin” nedenleri hakkında somut bir fikir veriyor. ABD, “Güney Mızrağı Operasyonu” ile yalnızca askeri baskı kurmakla kalmıyor; içeride de Nobel’in “Kirli Barış” nişanıyla meşrulaştırılan, açıkça Amerikancı bir çizgiye sahip olan María Corina Machado’nun eliyle yeni bir siyasi kapı aralamaya çalışıyor. Böylece hem Venezuela’nın devasa petrol kaynaklarına hem de değerli ve nadir toprak elementleri bakımından zengin Andean Bölgesi’nin stratejik rezervlerine erişimin önü açılmak isteniyor.
Ham verilerin, askeri hazırlıkların ve diplomatik açıklamaların bütünü değerlendirildiğinde, “Güney Mızrağı Operasyonu”nun bir “güvenlik” faaliyeti olmadığı açıkça görülüyor. Bölge halklarının gözünde bu operasyon, ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik tarihsel saldırganlığının güncellenmiş ve daha sofistike bir versiyonudur. Karayipler’de bugün yaşananlar, bölgeye dönük emperyalist dayatmaların güncel bir sürümüdür. Böyle bir dönemde Latin Amerika halklarının ve dünya ölçeğinde emekçi sınıfların Washington’ın tırmandırdığı emperyalist saldırganlığı reddetmesi ve halk kitleleri nezdinde teşhir etmesi büyük önem taşıyor.
Halklar, ancak saldırganlığın gürültüsünü dağıtıp gerçek niyetleri gördüklerinde tarih sahnesine kendi güçleriyle dönebilir. Karayipler’de tırmanan bu yeni gerilim hattı, yalnızca Venezuela’nın değil, bütün bölgenin de geleceğini belirleyecek kritik bir sınav niteliğindedir.