COP30’a paralel olarak 12–16 Kasım 2025’te Brezilya’nın Belém do Pará kentinde düzenlenen Halklar Zirvesi, Amazon’un kalbinden dünyaya güçlü bir toplumsal mesaj gönderdi.
“Cúpula dos Povos”un yayımladığı Sonuç Bildirgesi, yalnızca iklim krizinin tahribatını değil, bu krizi doğuran siyasal ve ekonomik güç ilişkilerini de net bir şekilde tanımlıyor. Yaklaşık 70 bin kişinin katıldığı Halkların İklim Zirvesi, yerli halklardan kent emekçilerine, balıkçılardan LGBTQIAPN+ topluluğuna, gençlerden yaşlılara kadar geniş bir toplumsal yelpazenin ortak iradesini yansıtıyor. Bildirgede özellikle kapitalist üretim biçiminin iklim krizinin temel nedeni olduğu vurgulanırken, ulus ötesi şirketlerin ve Küresel Kuzey devletlerinin rolü de ifşa ediliyor. Bu yönüyle metin, iklim müzakerelerinin teknik alanla sınırlı tutulmasına karşı siyasal bir çerçeve öneriyor. Halkların yaşamını savunmak için adalet, egemenlik ve dayanışma ekseninde köklü bir dönüşüm. Halklar Zirvesi’nin Belém’de yaptığı çağrı, COP30’un diplomatik diliyle keskin bir tezat oluşturuyor. Zirve katılımcıları, “çözümsüzlüğü üreten modelin” kendisiyle hesaplaşmadan gerçek bir iklim adaletinin mümkün olmadığını hatırlatıyor.
Kapitalist sistemin krizine alternatif
Bildirgede, iklim krizinin başlıca sorumlularının madencilik, enerji, silah, tarım ve teknoloji devleri olduğu belirtiliyor. Bu sektörlerin faaliyetlerinin sadece karbon emisyonu ile sınırlı çevresel tahribat yaratmadığı, aynı zamanda yerinden edilmeler, bölgesel çatışmalar ve sosyal eşitsizlikleri derinleştiren bütüncül ekolojik yıkımlara yol açtığına da işaret ediliyor. Metin, bu nedenle “çevre suçları” kavramını özellikle öne çıkarıyor.
Halkların en çok etkilenen kesimlerinin -periferide yaşayan, altyapıya erişimi sınırlı, toplumsal olarak dışlanmış toplulukların- krizin yükünü taşıdığı vurgulanıyor. Bu bağlamda bildirgede yer alan “çevresel ırkçılık” kavramı, iklim tartışmalarının sınıfsal ve etnik boyutuna işaret ediyor.
Bildirinin önemli bölümlerinden biri de Filistin halkına yönelik saldırıların açıkça soykırım olarak nitelendirilmesi ve uluslararası dayanışma çağrısı yapılmasıdır.
Aynı şekilde Venezuela’dan Haiti’ye, Sahel bölgesinden Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne kadar birçok ülkede yürütülen iklim ve sosyal mücadelelere de metinde yer veriliyor. Bu yaklaşım, iklim adaleti kavrayışının coğrafi sınırları aşan, enternasyonalist bir perspektifle kurulduğunu gösteriyor.
Yanlış “çözümlerin” reddi ve dönüştürücü talepler
Halklar Zirvesi’nin sonuç bildirgesi, sermaye odaklı “yeşil ekonomi” politikalarının içsel çelişkisine işaret ediyor. Yenilenebilir enerji yatırımlarının “sermaye birikiminin yeni alanı”na dönüştüğü, buna rağmen küresel emisyonlarda kayda değer bir azalma gerçekleşmediği vurgulanıyor. Bu tespit, COP süreçlerinin sıkça eleştirildiği teknikleşmiş, piyasacı iklim politikalarının işlevsizliğine dair geniş bir toplumsal deneyimi yansıtıyor.
Metinde, doğa ve ortak varlıkların piyasalaştırılmasına yönelik tüm girişimler reddediliyor. Özellikle Tropical Forest Forever Facility-TFFF (Tropik Ormanları Kalıcı Koruma Mekanizması) gibi finansal mekanizmaların “çözüm değil, risk kaynağı” olduğuna dikkat çekiliyor. Bu uyarı, karbon piyasaları ve doğa temelli finans araçlarına yönelik eleştirel yaklaşımın altını çiziyor.
Bildirgede yer alan somut talepler, bütüncül bir ekonomik toplumsal dönüşüm programına işaret ediyor:
Yerli halkların topraklarının korunması ve sıfır ormansızlaştırma politikalarına geçilmesi, gıda egemenliği temelinde tabandan tarım reformu ve agro-ekoloji, enerjinin bir “ortak mal” olarak tanınması ve fosil yakıtlardan adil çıkış, kentlerde barınma, suya erişim ve ulaşım politikalarının halkın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi, yıkıcı projelerin yol açtığı kayıp ve zararların tam tazmini, emeğin görünür ve kamusal hâle gelmesi, en zengin ailelerin ve şirketlerin, yarattıkları ekolojik tahribattan doğan sorumlulukları gereği daha adil biçimde vergilendirilmesi, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların iklim finansmanındaki etkisinin reddi.
Bu çerçeve, iklim krizini yalnızca teknik bir mesele olarak değil, aynı zamanda ekonomik, politik ve toplumsal yapıları belirleyen sistemsel bir sorun olarak ele alan kapsamlı bir program sunuyor.
Belém’den dünyaya yayılan çağrı: “Dünya halkları birleşin!”
Halklar Zirvesi'nin bildirisi, yalnızca teşhis ve taleplerden ibaret değil; aynı zamanda örgütlenmeye yönelik açık bir strateji de içeriyor. “Enternasyonalizmi kökleştirmek”, “halkları örgütlemek” ve “ortak düşmanla yüzleşmek” yönündeki ifadeler, iklim mücadelesinin sınıfsal niteliğini vurguluyor.
Bu kapsamda bildiride duyurulan Barajlar, Çevre Suçları ve İklim Krizinden Etkilenenler Uluslararası Hareketi de halkların deneyimlerini bir araya getirmeyi amaçlayan kalıcı bir örgütlenme perspektifine işaret ediyor.
Metnin sonunda yer alan çağrı, tüm bu çabaların politik ufkunu yalın bir ifadeyle özetliyor.
Sonuç Bildirgesi “Dünya halkları birleşin!” çağrısıyla son buluyor. Bu çağrıya “Bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları birleşin” ifadesi eklenerek, Belém’deki Halkların İklim Zirvesi’nin COP30’un ötesine geçen tarihsel-siyasal iddiasının önemine vurgu yapılabilir. Krizin çözümünün, “krizi üreten güç dengelerinin dönüşümünden bağımsız düşünülemeyeceği” yönündeki tespit, yürünecek yolu da gösteriyor.
Sonuç olarak, Belém’deki Halklar Zirvesi, COP30’un diplomatik çerçevesinin çok ötesinde bir toplumsal gerçekliği kayıt altına aldı. Küresel müzakerelerin sınırlılıkları her geçen yıl daha görünür hâle gelirken, Halklar Zirvesi’nin Sonuç Bildirgesi halkların kendi çözüm kapasitesine, dayanışma ağlarına ve politik iradesine dayanan alternatif bir yol haritası sunuyor.
Cúpula dos Povos’un yayınladığı Sonuç Bildirgesi, iklim krizinin ancak toplumsal mücadelelerin sürekliliği ve uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesiyle aşılabileceğini vurguluyor. Mütevazı ama kararlı bu çağrı, gezegenin geleceğine dair tartışmalarda giderek daha fazla anlam kazanıyor.
Bu sorunun kapitalist ilişkiler içinde bir çözümü yoktur. Bundan dolayı iklim adaleti, sorunun kaynağı olan kapitalist sistemin COP zirvelerinin oyalayıcılığı ile değil, işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların örgütlü mücadelesiyle mümkün olacaktır.