2026’da COP31 Türkiye’de toplanacak!

Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapması, iktidar için bir prestij vitrini olabilir, fakat çevresel yıkımın bütün ağırlığını yaşayan halklar için bu karardan çıkan tek sonuç var. Teşhir edilmesi gereken doğayı meta, toplumu müşteri gören kapitalist yağma düzenidir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 21 Kasım 2025
  • saat-icon
  • 08:00

Birleşmiş Milletler’in 2026’da düzenleyeceği COP31 iklim zirvesine Türkiye’nin ev sahipliği yapacağı resmen açıklandı. Bu gelişme, “Uluslararası diplomaside uzlaşma” diye sunulsa da gerçekte derin bir çelişkiyi gösteriyor. Zira iklim krizinin en ağır sorumlularından biri olan küresel kapitalist düzen, yıkımın hızla sürdüğü ülkeleri vitrine çıkararak kendi suçlarını örtmeye çalışıyor.

Avustralya Başbakanı Anthony Albanese’nin duyurduğu anlaşmaya göre Türkiye zirveye başkanlık edecek, Avustralya ise müzakereleri yönetecek. Saray rejimi, Antalya’da gerçekleştirilecek COP31’i diplomatik başarı olarak sunuyor. Oysa bu karar, iklim mücadelelerinin yıllardır dile getirdiği temel bir gerçeği yeniden görünür kılıyor. Kapitalist devletlerin hiçbirinin iklim krizini durdurma gibi bir niyeti ya da çabası yoktur, yalnızca yönetme, geciktirme ve makyajlama derdindedirler.

Türkiye’nin “iklim karnesi”: Yıkımın vitrini

Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapacak olması, ironinin ötesinde politik bir teşhir niteliği taşıyor. Çünkü Türkiye, çevre ve iklim politikaları bakımından uzun süredir ağır eleştirilerin hedefinde olan ülkelerden biri. Ülke çapında neredeyse her bölgeyi kuşatan çevresel tahribat var. Çünkü toprağın, suyun, ormanın, havanın sermaye tarafından talan edilmesi iktidarın tercih ettiği “kalkınma modeli”dir.  

Bugün Türkiye Avrupa’nın çöpünü ithal eden, siyanürlü altın madenciliğini ülkenin dört bir yanına yayarak su kaynaklarını, tarım alanlarını ve orman ekosistemlerini zehirleyen, mega projelerle doğal su yataklarını yok eden, yanan ya da yakılan ormanları talana açan, denizleri müsilajdan plastik atığa kadar ağır kirlenmeye mahkûm eden bir ülke olarak dünya iklim zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

COP31’in Türkiye’de düzenlenecek olması, iktidarın yıllardır uyguladığı yıkıcı “kalkınma programının” teyit edilmesine ve işlenen suçların üzerinin örtülmesine yarayacak bir sahne kurulmak istendiğine işaret ediyor.  

Dünya kapitalizmi için mesele basit, çevresel felaketin gerçek sorumluları değil, kötü görüntü veren sonuçları yönetilmeli. Türkiye ise bu politik oyunun gönüllü taşeronlarından biridir. 

Zirvenin değil, düzenin teşhiri

Her yıl toplanan COP zirveleri, yıllardır hiçbir somut dönüşüm yaratmayan, fosil yakıttan devasa servetler biriktiren sermaye ile devletlerin çıkarlarına sıkışmış bir diplomasi tiyatrosuna dönüştürüldü. 31. zirve, bu tabloyu daha görünür kılacak. Ekosistemi tahrip edilen, yaşam alanları şirketlere teslim edilen bir ülke, iklim krizinde “liderlik” pozuna sokulacak.

Bu nedenle COP31’in Antalya’da yapılacak olması, yalnızca iktidarın iklim konusundaki ikiyüzlülüğünü değil, aynı zamanda küresel düzenin çürümüşlüğünü de gözler önüne seriyor. Gerçek iklim mücadelesi ise lüks zirve salonlarında değil, maden sahalarında direnen köylülerin, ormanlarını savunan halkın, kentlerde temiz hava ve temiz su hakkı için mücadele edenlerin saflarında hayat buluyor.

Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapması, iktidar için bir prestij vitrini olabilir, fakat çevresel yıkımın bütün ağırlığını yaşayan halklar için bu karardan çıkan tek sonuç var. Teşhir edilmesi gereken doğayı meta, toplumu müşteri gören kapitalist yağma düzenidir. Bu düzenin yerine, doğayla insanın barışık yaşayabileceği, rantın ve talanın değil toplumun ve yaşamın esas alındığı sosyalist bir topluma ihtiyaç vardır. Bu toplumu kurma mücadelesi, doğayı koruyabilmenin de tek yoludur.