10–21 Kasım 2025’te 30. Taraflar Konferansı (COP30), Brezilya’nın Belém kentinde gerçekleştirildi. Belém’in seçilmesi, kentin Amazon havzasının hemen girişinde bulunmasından kaynaklanıyor. Zirve, ev sahibi Brezilya tarafından “gezegenin akciğerlerinde tarihi buluşma” gibi “yeşil” bir vitrin ile sunuluyor. Oysa bu yeşil vitrinin arkasında Brezilya hükümetinin Amazon ormanlarını katledişi saklanıyor.
Bundan dolayı, zirve henüz başlamadan yerli halklar sokaklara döküldü. Binlerce kişi “Halkların Büyük Yürüyüşü” adıyla Belém sokaklarında buluşarak görüşmeleri yürüten devletlere baskı kurmayı ve seslerini duyurmayı hedefledi. Protestocuların öne çıkan taleplerini ise; Amazon havzasının korunması, petrol ihalelerinin iptali, soya ekiminin azaltılması, şirketler ve hükümetlerin sebep olduğu tahribatlar için yerli topluluklara tazminat ödenmesi, kutsal olarak kabul edilen bazı nehirlerin kargo taşımacılığına seçilmesi kararının geri çekilmesi ve yaşam alanlarından geçecek yeni demiryolu güzergahının değiştirilmesi oldu. Brezilya hükümeti, zirvenin yapılacağı bölgenin çevresine asker konuşlandırarak halkın talep ve tepkilerini baskılamak istedi.
COP30’un ilk haftası, konferansın parlatılan medyatik söylemlerinin arkasındaki karanlık tabloyu açıkça gösterdi: Müzakerelerin iklim hedeflerine uyum süreci, iklim değişikliğinden en çok etkilenen Küresel Güney’deki (Bolivya, Arjantin, Güney Afrika, Nijerya, Kenya, Endonezya, Çin, Filipinler…) projelerin finansmanı ve fosil yakıtların terk edilmesi gibi üç temel konuda hiçbir taahhüt vermedi.
Zirvenin başkanı André Corrêa do Lago, teknik tartışmaları politik ihtilaflardan ayırarak süreci hızlandırmayı hedeflese de beklentisi gerçekleşmedi. İklim hedeflerinin iddia düzeyi, Paris Anlaşması’ndaki gelişmiş ülkelerin finansman yükümlülükleri, ticaret–iklim bağlantısı ve Küresel Güney’deki ülkelerin iki yılda bir sunması gereken ilerleme raporlarının metodolojisi üzerine yaşanan politik ihtilaflara bile çözüm bulunamadı.
Tek başına uyum finansmanı alt başlığına yönelik tartışmalar bile COP30’daki çarpıklığı gözler önüne sermeye yetiyor. BM verilerine göre Güney ülkelerine yönelik uyum fonlarının 2023’te 26 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor ve bunun 2035’e kadar en az 12 kat artırılması gerekiyor. Fakat artırmak bir yana, 2022–2023 arasında bu finansman 2 milyar dolar azaltıldı. Hâlihazırda yürütülen projelerin tamamlanması için 1,06 milyar dolara ihtiyaç varken güncel uyum fonunda yalnızca 563 milyon dolar bulunduğu belirtiliyor. Bu projeler gelişmiş ülkelerdeki emisyon düşürme uygulamalarından farklı olarak Küresel Güney’de iklim değişikliğinin etkilerine karşı direnç geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda su yönetimi, deniz seviyesi yükselmesine karşı koruma, tarım ve gıda güvenliği, sağlık altyapısı, iklim göçü, şehir planlaması gibi alanlarda çalışmalar yürütülmektedir. Bu bölgelerde iklim değişikliği durdurulamasa bile toplumların ve ekosistemlerin darbelere karşı ayakta kalabilmelerinin sağlanması hedeflenmektedir.
Zirvedeki Afrika Ülkeleri ile En Az Gelişmiş Ülkeler grubu fonun üçe katlanmasını talep ederken; AB bunu kamu kaynaklarından değil, özel sermayeden beklediğini açıklayarak halkların kaderini sorunun kaynağı olan şirketlere terk etmektedir.
Tüm mali kaynakları kapsayan küresel iklim finansmanı tablosu da vahim durumda: BM ekonomistlerine göre Küresel Güney için, Çin hariç olmak üzere, yılda en az 1,3 trilyon dolar gerekirken COP29’da verilen 300 milyar dolar sözü bile henüz yerine getirilmedi. Hindistan ve Çin, tarihsel yükümlülükleri bulunmadığını gerekçe göstererek, ABD ve AB gibi tarihsel sorumlular tarafından finans sorunu çözülmedikçe yeni taahhüt vermeyeceklerini açıkladı. Nihayetinde sorun teknik değil; tarihsel ve güncel yıkımlar karşısında emperyalist bir yük paylaşımı krizidir.
Bununla birlikte, tarihsel olarak iklim değişikliğinden en fazla sorumlu olan Trump yönetimindeki ABD, Paris İklim Anlaşması’ndan ikinci kez çekilmesinin ardından COP30’a resmi bir ulusal heyet göndermedi. Her fırsatta iklim değişikliğine “inanmadığını” belirten Trump’ın bu hamlesinin ardından zirvede doğan boşluğu ise bugünün en büyük kirleticisi olan Çin propaganda atağıyla doldurdu. Çin, yenilenebilir enerji şirketlerinin patronları, panda oyuncakları, “sürdürülebilir kahve” stantları ve sunumlar eşliğinde COP koridorlarındaki müzakerelere yön vererek kendisini “iklim rejiminin garantörü” olarak öne çıkarma hedefini pekiştirdi. Çin Ekoloji Bakan Yardımcısı Li Gao, konuşmasında “Çin’in dünyanın en büyük yenilenebilir enerji üreticisi olmasının özellikle Küresel Güney ülkelerine fayda sağladığını” dile getirdi.
Ancak bu tablo, “yeşil kapitalizmin” yeni sahnesinden ibarettir. Tarihsel ve güncel kirleticiler dünyaya verdikleri zararın borçlarını ödemek bir yana COP30’u esasında kendi kapitalist şirketlerinin ürünlerini pazara çıkardıkları bir alan olarak görüyor. Çin’in 2035’e kadar emisyonları yalnızca %7 azaltma taahhüdü, dünyanın bugünkü gidişatında hiçbir şeyi değiştirmeyecek bir miktar. Hem en çok kirleten hem de çözümü “piyasa içinde” arayan bu kapitalist güçlerden, yapısal çözüm çıkması mümkün değildir.
***
COP30’un gerçekleştiği Brezilya’daki güncel duruma dönecek olursak, geçtiğimiz haftalarda çevre örgütleri, yerli kapitalist şirket Petrobras’a Amazon Nehri’nin ağzında petrol kuyusu açma izni verildiğini ifşa etti. Bu bölge, dünyanın en geniş mangrov kuşaklarından birine, yüksek karbon tutma kapasitesine, yerli halklar için hayati öneme ve yoğun deniz biyoçeşitliliğine sahiptir. Sri Lanka, Endonezya, Senegal, Kenya gibi ülkeler mangrov restorasyonu yapmaktadır; Çin ise mangrov ormanlarında tarihte ilk kez net artış sağladı. Brezilya hükümeti, gezegenimizin akciğerleri olarak adlandırabileceğimiz mangrov ormanları içerisinde sadece bir bölgeyi değil pek çok bölgeyi de petrol ticaretine dahil etmeyi hedefliyor. Çevredeki 19 blok daha petrol ihalesine açılmaktadır. Uzmanlar bu bölgenin büyük ölçekli petrol sızıntı riski barındırması ve Petrobras’ın acil durum planlarında ciddi eksiklikler bulunması sebepleriyle projedeki ufak bir hatanın bölgesel ölçekte ekolojik ve toplumsal bir felaketle sonuçlanacağının altını çizmektedir. Mevcut iklim krizinin onarımı için kritik önemde olan bu bölgede, petrol sondajına izin verilmesi hem kapitalist ülkelerin ikiyüzlülüğünü hem de aşırı sömürünün geldiği noktayı gözler önüne sermektedir. Brezilya, Amazon ormanlarının petrol şirketlerine parsellenmesini ise COP30’da dünyaya pazarlamaya çalıştığı sözde “yeşil imajıyla” maskelemek istiyor.
Bu sorunlar, sadece Brezilya hükümetinin icraatlarında değil, yapısı gereği doğrudan COP30 için de geçerliliğini korumaktadır. Bugünlerde Belém’in sokaklarında 1600’den fazla fosil yakıt lobicisi, 300’den fazla tarım endüstrisi temsilcisi dolaşmakta; TotalEnergies temsilcileri, yalnızca müzakerecilerin sahip olabileceği BM rozetlerini Fransa delegasyonunun doğrudan davetiyle takmaktadır. Enerji patronları özel jetleriyle zirveye akın ederken, devletler toplumlara araba yerine bisiklet sürmeyi, kâğıt pipet kullanmayı ve karbon ayak izini “bireysel tercihlerle” düşürmeyi öğütlemektedir. Yapılan bir araştırma zirveye inen özel jetlerin daha ilk haftadan 3.807 ton CO₂ saldığını ortaya koymaktadır. Bu sayı, küresel ısınmadan en fazla mustarip olan ülkelerden Mozambik’te 12.281 kişinin yıllık emisyonuna denk düşmektedir. Bu veriler COP30’un dünyanın geleceği için “fedakar” adımların atılacağı iklim zirvesi değil; esasında sermayenin kendi çöplerini bile toplamadan imajını akladığı bir alan olduğunu doğrulamaktadır.
COP30, tıpkı önceki zirveler gibi, krizi yaratanların krizi yönetiyormuş gibi rol yaptığı bir sahnedir. Nitekim fosil yakıt kapitalistlerinin bulunduğu masadan ancak ve ancak “uyulmayacak hedefler”, sözde niyet beyanları ve kirli ortaklıklar çıkar.
Bu nedenlerden ötürü COP30 hiçbir bağlamda iklim krizine çözüm olamaz. İklim krizi; şirket lobilerinin ve devlet diplomatlarının koridorlarda yaptığı pazarlıklarla değil; örgütlü mücadeleyle çözülebilir. Bu düzen kendi yarattığı krizi kendisi çözmeyecektir. Çünkü kapitalist sistem kâr ve büyüme uğruna gezegenimizin kaynaklarını yok ederken; onu onarmaya çalışması kendi doğası ile çelişir. Buna karşın, üretimin işçi sınıfının inisiyatifinde toplumun ihtiyaçları doğrultusunda planlandığı; insanın insanlaştığı düzen olan sosyalizm, sömürü ve eşitsizliği ortadan kaldıracağı gibi, gezegeni de koruyacak tek gerçek alternatiftir. Sömürünün ve sınıfların olmadığı bir dünyada hem insan hem de doğa özgürleşecektir.
https://www.lemonde.fr/planete/article/2025/11/15/cop30-dans-les-rues-de-belem-au-bresil-les-manifestants-appellent-a-entendre-les-vraies-gens-avec-des-vrais-problemes_6653585_3244.html
https://www.mediapart.fr/journal/ecologie/171125/la-cop30-apres-une-semaine-pour-trois-fois-rien-tout-reste-faire
https://www.reuters.com/sustainability/cop/china-finds-bigger-role-us-sidesteps-brazil-climate-summit-2025-11-15/
https://ecolobizz.fr/2025/11/18/cop30-le-bresil-continue-de-se-souiller-avec-petrobras/
https://www.aljazeera.com/gallery/2025/11/16/thousands-march-in-brazil-town-hosting-cop30-for-climate-justice
https://earth.org/brazil-to-demarcate-indigenous-territories-following-munduruku-protest-at-cop30/
https://reporterre.net/COP30-on-a-trace-les-jets-prives-des-patrons-lobbyistes-et-delegations