Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinde 22–23 Kasım tarihlerinde gerçekleşen G20 zirvesi, daha başlamadan Washington’ın kriz yaratma girişimleriyle gölgelenmişti.
Trump yönetimi, Güney Afrika’da “beyaz çiftçilere yönelik şiddet” iddialarını öne sürerek zirveyi boykot ettiğini açıklamıştı. Hiçbir kanıta dayanmayan “soykırım” ve “beyazların öldürülmesi” suçlamalarını yüksek perdeden tekrarlayarak hem diplomatik teamülleri hiçe saydı hem de kendi tarihsel sorumluluklarını unutturmaya çalıştı. Boykotla da yetinmeyen Washington, gelecek yıl ABD’de düzenlenecek zirve için teamüllere göre devlet başkanı düzeyinde yapılması gereken başkanlık devir teslimini bir büyükelçi bürokratı aracılığıyla gerçekleştirmeye kalkıştı.
Güney Afrika’nın bu girişimi protokol ihlali olarak reddetmesi küçük bir diplomatik krize yol açarken, ABD’nin 2026’da Miami’de yapılacak zirve için Caracas’ı katılımcı listesinden çıkarması da Washington’ın uluslararası ilişkilerdeki kaba, keyfi ve kural tanımaz tavrının yeni bir örneği olarak kayda geçti.
Trump’ın Truth Social’da paylaştığı “beyazların öldürüldüğü” ve “çiftliklere el konulduğu” yönündeki iddiaların hiçbir somut veriye dayanmaması, bu çıkışın gerçekte hangi amaca hizmet ettiğini açıkça gösteriyor. Bu söylem, bir yandan ABD iç siyasetinde beyaz milliyetçiliğini ve sağ popülist tabanı konsolide etmeye yönelik tipik bir hamleyken, diğer yandan Washington’ın uluslararası siyaseti kendi ideolojik pozisyonu ekseninde yeniden kurma çabasının bir parçası. ABD’nin uluslararası hukuku ve diplomatik mekanizmaları yalnızca kendi çıkarına hizmet ettiği ölçüde tanıması, aksi durumda bunları rahatlıkla yok sayması zaten bilinen bir pratik.
Bu tutumun tarihsel hafızayla kurduğu ilişki ise daha da çarpıcı. Güney Afrika’nın Apartheid döneminde beyaz azınlık iktidarına verilen siyasi ve ekonomik desteğin hatırası hâlâ canlı. O yıllarda siyah çoğunluğun özgürlük mücadelesini “komünist tehdit” olarak damgalayan Washington’ın bugün aynı ülkeyi “beyazlara yönelik insan hakları ihlalleri” bahanesiyle hedef alması, yalnızca ikiyüzlülüğün değil, tarihsel üstünlük ilişkilerini yeniden canlandırma arzusunun bir işaretidir. Siyah çoğunluğun yönettiği Güney Afrika’yı meşruiyetsizleştirme çabası, Trump’ın söyleminde en çıplak haliyle görülüyor.
Güney Afrika’nın, Miami’de yapılacak 2026 zirvesi için Washington tarafından katılımcı listesinden çıkarıldığını açıklaması, bu nedenle yalnızca diplomatik bir tartışma değil, ABD’nin “kural koyucu ama kuralsız” dış politikasının güncel bir dışavurumu. Johannesburg’da devir teslim törenine yalnızca büyükelçilik düzeyinde temsilci gönderme ısrarının Güney Afrika tarafından reddedilmesi de bu çifte standardın yarattığı gerilimin bir başka boyutu. Meselenin “protokol” olarak sunulması, Washington’ın karşılıklı saygı ilkesini ihlal eden yaklaşımını gizlemeye yetmiyor.
Krizin arka planında, ABD’nin emperyalist “merkezi özne” olma iddiası, uluslararası kurumları, çok taraflı mekanizmaları ve diplomatik teamülleri kendi çıkarı doğrultusunda eğip bükme alışkanlığı yatıyor.
Apartheid’ın tüm zulmüne rağmen yenildiği bir ülkede, beyaz üstünlüğüne dayalı eski düzenin hayaletleri üzerinden siyaset üretmek, ne Güney Afrika’daki siyahların demokratik kazanımlarını gölgeleyebilir ne de Washington’ın sahte “insan hakları” söylemini inandırıcı kılar. G20’nin artçı sarsıntıların kaynağı Afrikalı çiftçiler değil, kendi gücünü kural tanımazlıkla dayatmaya çalışan ABD’nin küstahlığıdır…