Ülke her anlamda yangın yerine dönmüş durumda. Bir yanda emekçiler ağır çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm edilirken, öte yanda iktidarın baskı ve sömürü rejimi her geçen gün daha büyük felaketlere kapı aralıyor. Bir kader gibi sunulan; ancak alınmayan önlemlerin, rant ve talan politikalarının ürünü olarak felakete dönüşen afetler ülkede can almaya ve büyük yıkımlara yol açmaya devam ediyor.
Son bir ayda birçok kentte peş peşe çıkan yangınlarda binlerce dönüm ormanlık alan yok oldu. On binlerce insan yaşam alanlarından tahliye edildi. Eskişehir’de 5’i işçi, 5’i AKUT gönüllüsü olmak üzere 10 kişi yangınları söndürmeye çalışırken hayatını kaybetti. Çok sayıda insan ise yaralandı. İktidar sözcüleri her zamanki gibi suçu kendi dışlarındaki nedenlere yüklüyor. Suçlu ya küresel ısınma ya sabotaj yapan kundakçılar ya da dikkatsiz “insan faktörü” oluyor.
Kapitalist sistemin yol açtığı iklim krizi elbette yangınların sıklaşmasının en temel nedenlerinden biridir. İnsan faktörünün bu yangınlardaki yeri de yadsınamaz. Ancak bu sorunları derinleştiren ve sonuçlarını daha yıkıcı hale getiren, bizzat siyasi iktidarın uyguladığı politikalarıdır.
AKP rejimi iktidara geldiği günden bu yana doğayı, yaşam alanlarını ve kamu kaynaklarını “av sahası” gibi gören bir anlayışla hareket etti. Maden ve inşaat şirketlerine peşkeş çekilen alanlar yetmeyince ormanlık alanlara göz dikildi. Ormanların, kıyıların, yaylaların ve tarım alanlarının yağmalandığı; bu yağmanın önündeki her engelin iktidar eliyle, bin bir hukuksuzluk pahasına ortadan kaldırıldığı bir talan düzeni kuruldu.
Bugün orman yangınlarını konuşurken AKP iktidarının bu politikalarını, sermaye ile kurduğu çıkar ortaklıklarını ve inşa edilen zorbalık rejiminin tüm bunları nasıl kolaylaştırdığını görmezden gelmek; yalnızca asıl sorumluları gizlemek değil, aynı zamanda sorunun gerçek kaynağını görünmez kılmak anlamına gelir.
Her yangın mevsiminde tekrar eden acizlik görüntüleri bir “zaaf” değil, sermaye lehine yapılan tercihlerin ürünüdür. AKP iktidarı, ormanları korumayı değil, sermaye gruplarının yağmasına açmayı; doğal alanları halkın değil, piyasanın hizmetine sunmayı tercih etmektedir. Yangın söndürme uçaklarının yıllarca devre dışı bırakılması, bilim insanlarının, yerel halkın, köylülerin ve orman işçilerinin uyarılarının dikkate alınmaması, basit bir ihmalkârlık değil; sınıfsal bir tercihtir. İşçilerin gerekli teçhizat ve donanımdan yoksun biçimde yangınlara gönderilmesi, bu düzenin işçi sınıfına verdiği değerden (!) bağımsız değildir.
Bu nedenle orman yangınlarını ve diğer doğal felaketleri önlemek yalnızca çevre politikalarıyla değil, bu rejimle ve onun temsil ettiği sömürü düzeniyle hesaplaşmakla mümkündür. Elbette alınması gereken teknik önlemler, atılması gereken adımlar vardır. Ancak gerçek çözüm; işçi sınıfının, emekçilerin ve tüm halkın bu baskı, sömürü, rant ve talan rejimine ve onun dayanağı olan kapitalist sisteme karşı vereceği örgütlü mücadeleden geçmektedir.
Emeğin Kurtuluşu’nun 61.sayısından alınmıştır…