6 Şubat depremi, ülkenin en büyük insan kıyımlarından biri olarak tarihe geçti. İnsanların günlerce enkaz altında bırakılması yetmezmiş gibi, depremin yarattığı yıkım ve kaosu istismar eden AKP-MHP iktidarı, insanı hiçe sayan küstahça politikaları halka dayattı. Deprem hem rejim hem sermaye tarafından “yeni fırsat alanı” olarak görüldü. Depremzedelerin barınma, gıda ve sağlık gibi temel ihtiyaçları karşılanmazken, bölgeyi bir "inşaat sahası"na dönüştürme planları hızla uygulanmaya başlandı. Antakya ve Defne gibi depremde en ağır yıkımı yaşayan bölgeler, adeta “sermaye birikim alanı” olarak belirlendi. Öte yandan, ihtiyaçtan çok daha fazla konut inşa edildiğine dikkat çeken yereldeki ilerici güçler, Saray rejiminin demografik yapıyı değiştirmeyi hedeflediğini de ifade ediyor.
Bu süreçte, "rezerv alan" ilanları ve “acele kamulaştırma” kararlarıyla zeytinlikler söküldü, binlerce dönüm arazi merkezi yönetimin kontrolüne geçti. Ancak bu kararların nasıl ve hangi kriterlere göre alındığına dair bilgilendirme yapılmadı. Tam da bu noktada, Koçören Mahallesi'nde yaşananlar, bu sürecin somut bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Kendi evini ve yaşamını tırnaklarıyla yeniden kuran depremzedelerin, hiçbir açıklama yapılmadan Hatay Valiliği tarafından evlerinden çıkarılmak istenmesi, “geçici el koyma” bahanesiyle mahallenin yeni rant alanlarına açılması, barınma hakkının sermaye iktidarı tarafından nasıl kolayca gasp edilebildiğinin somut göstergesidir. Anayasada güya birkaç madde ile desteklenen “barınma hakkı”nın kapitalist düzende nasıl belirlendiği, Hatay’da yaşananlarla birkez daha gözler önüne serildi
Koçören Mahallesi'ndeki "geçici el koyma" kararı, yeri ve zamanı geldiğinde timsah gözyaşlarıyla ağladıkları depremzedelerin iktidar ve sermaye nezdinde nasıl bir “değer” taşıdıklarını gösteren örneklerden biridir. Depremzedeler, yıkılan evlerinin yerine kendi imkanlarıyla yeni evlerini yapmış, altyapı hizmetlerini bağlatmış ve hayatlarını yeniden normalleştirme çabasına girmişken, devletin aldığı bu "geçici karar” aslında onları bir kez daha evsiz/barksız bırakma küstahlığından başka bir anlam taşımıyor.
AKP-MHP iktidarının bu tavrı, depremzedelerin yaşamlarına müdahale ve barınma hakkını bir lütuf gibi gören kibirli/küstah zihniyetin yansımasıdır. Hatay’da diğer rant alanlarına bakıldığında, bir “müjde” gibi verilen toplu konut projeleri belirsizliğini korurken, depremzedelerin yaşam alanları ve geçim kaynağı olan tarım arazileri ise deprem sonrası sermayenin tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Her ne kadar Hatay halkının kendi imkanlarıyla kurduğu barakalar yıkım tehditleriyle karşı karşıya kalsa da Koçören Mahallesi'nde yaşayan depremzedeler, bu karara karşı sessiz kalmadı. Son sığınakları için eylem yaparak ve hukuki süreci başlatarak, devletin gasp girişimine karşı seslerini duyurdular. Bu direniş, sadece Koçören halkının değil, tüm deprem bölgelerinde benzer tehditlerle karşı karşıya olan insanların da mücadelesini temsil ediyor.
Antakya, Defne, Samandağ hattında yaşananlar, deprem sonrası "yeniden inşa" sürecinin depremzedelerin ihtiyaçlarına göre hazırlanmış bir proje olmaktan çok, sermaye odaklı bir rant devşirme planı olduğunu kanıtlıyor. Bu süreçte barınma hakkı gibi en temel insan hakları rant devşirsin diye sermayeye peşkeş çekiliyor. Bu durum, depremzedelerin haklı mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu göstermekle kalmıyor, barınma hakkı için verilen mücadelenin kapitalizmin yarattığı çok yönlü yıkıma karşı direnişle birleştirilmesinin önemini de hatırlatıyor.