Sermayenin çürüyen ve çürüten “büyümesi”

Kapitalizmin çürüttüğü insanlığı onarmanın yolu, bu düzeni aşmak ve eşitlik, özgürlük, dayanışma temelinde yeniyi, sosyalizmi inşa etmekten geçiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 02 Eylül 2025
  • saat-icon
  • 19:03

Kapitalizm yalnızca ekonomiyi düzenleyen bir sistem değildir. Kendisiyle birlikte bireyi ve toplumsal yaşamı da çürüten bir mekanizmadır aynı zamanda. Bugün göğe yükselen binalar, dev stadyumlar, ihtişamlı alışveriş merkezleri bize bir “gelişme hikâyesi” anlatıyor gibi görünebilir. Oysa bu parlak vitrinlerin ardında toplumların vicdanının körelmesi, değerlerin yozlaşması ve insanlığın giderek kendine yabancılaşması vardır. Kapitalizm büyürken aslında insanlığı küçültüyor. Bu çürümenin en görünür yüzlerinden biri, yolsuzluğun ve hırsızlığın olağanlaşmasıdır. Bir ülkede “çalıyor ama iş yapıyor” cümlesi yaygınlaşıyorsa, orada insani değerlerin yerini çıkar almış demektir. Yıllardır insanlar, yasaların boşluklarını bulmayı maharet sayar hale getirildi. Kapitalizm, bireyleri yalnızca kendi çıkarı için yaşayan varlıklara dönüştürdükçe, dürüstlük aşağılanıyor, hile ise “kurnazlık” olarak yüceltiliyor. Böylece toplum, sessizce ama derinden çözülen bir yaşamın içerisine savruluyor.

Marx’ın “insan, toplumsal ilişkilerinin toplamıdır” sözü burada kendini açıkça gösteriyor. Kapitalizm insanı önce emeğine, sonra doğaya, sonunda da kendisine yabancılaştırıyor. İnsan, ürettiği şeyin sahibi değil, kölesi oluyor. Doğayı hoyratça tüketirken aslında kendi yaşam alanını yok ediyor. Rekabet ve kâr hırsı, bireyi kendi vicdanına yabancılaştırıyor. Engels’in dediği gibi, toplumun iktisadi yapısı yozlaştıkça manevi üretimi de yozlaşıyor. Yani üretim ilişkileri kirlenince, manevi-moral değerler de kirleniyor.

Rosa Luxemburg bu gidişatı “ya sosyalizm ya barbarlık içinde çöküş” diye tarif etmişti. Bugün barbarlığın en çıplak örneklerinden biri Gazze’de yaşanıyor. Binlerce çocuk bombalar altında can verirken, şehirler yerle bir edilirken, kapitalist dünyanın büyük güçleri sessiz kalıyor. ABD ve AB başta olmak üzere çoğu bu suça destek veriyor. İnsanlığın gözü önünde işlenen bu suç, “çaresizlik” bahanesiyle görmezden geliniyor. Oysa bu sessizlik, emperyalist kapitalizmin çürümesinin en açık göstergesidir. Kâr hesapları, silah ticareti, jeopolitik çıkarlar insan hayatını ezip geçiyor. Chomsky’nin dediği gibi, “sessizlik çoğu zaman suç ortaklığıdır.” Kapitalist dünya sadece sessiz kalmıyor, bu suça doğrudan iştirak ediyor.

Halklar açlık, yoksulluk, savaşlar, krizler ve soykırımlarla; kısacası büyük yıkımlarla boğuşurken, kapitalist tekeller devasa kâr bilançoları açıklıyor. Yapılması gereken, her zaman önümüze seçenek olarak sunulan liderleri değil, onları yetiştirip başa getiren sistemi değiştirmektir. Çünkü asıl sorun “kötü” ya da “beceriksiz” liderler değil, o liderleri yaratan sistem ve bu sistemin sınıfsal yapısıdır.

Kapitalizmin yarattığı toplumsal erozyon, sadece savaşlarda değil gündelik yaşamda da karşımıza çıkıyor. Cehaletin yüceltilmesi, sorgulayan zihinlerin hor görülmesi tesadüf değil. Bilinçli ve düşünen toplumlar kolay yönetilemez. Bu yüzden sistem, insanları tüketimle ve boş eğlencelerle oyalıyor. Düşünmenin yerini alışveriş merkezlerinde geçirilen saatler, sorgulamanın yerini televizyon ekranlarındaki basit sloganlar alıyor. Toplumlar kendine yabancılaştıkça çürüme ve yozlaşma derinleşiyor.

Kapitalizm bireylerin en zayıf yanlarına seslenir: hırs, kıskançlık, bencillik... “Bal tutan parmağını yalar” anlayışı toplumun ortak değerine dönüşür. Çalmak, kandırmak, hakkı gasp etmek başarı olarak görülmeye başlanır. Oysa toplumları güçlü kılan şey, bireylerin ortak vicdanıdır. Vicdanını kaybeden toplum, yönünü de kaybeder. Bir gemi pusulasız kaldığında nasıl fırtınada savrulursa, toplum da kendine yabancılaşmaya başladığında yozlaşmanın girdabında sürüklenir.

Bugün işçiler-emekçiler ve gençler düşük ücretlerle yaşam mücadelesi verirken, kapitalizmin dayattığı pahalı tüketim kalıplarına yetişemiyor. Bu boşluk, insanları hileye, kuralsızlığa, yolsuzluğa itiyor. Yani kapitalizm yalnızca yönetici sınıfları değil, yönetilenleri de yozlaştırıyor. Herkes sistemin çarkları arasında “biraz köşe kapmaya” çalışıyor, ama aslında herkes biraz daha çürüyor.

Toplumsal çürümenin küresel olması rastlantı değildir. Çünkü kapitalizm küreseldir. Dünyanın en zengin ülkelerinde bile yolsuzluk, çıkarcılık, ikiyüzlülük aynı şekilde karşımıza çıkıyor. Kapitalizmin kendi akıl hocaları ve hatta temsilcileri bile, bu sistemin böyle devam edemeyeceğini zaman zaman itiraf etmek zorunda kalıyor. Çünkü kârın önüne hiçbir değer konmadığında, çürümenin nerede duracağı belli olmuyor.

Gramsci, egemen sınıfın yalnızca zorla değil, aynı zamanda rıza üreterek hükmettiğini söylemişti. Bugün yaşanan toplumsal çürüme, tam da bu hegemonya mekanizmasının sonucudur. İnsanlara sürekli tüketim, rekabet ve bireysel başarı kalıpları aşılanırken; eşitlik, dayanışma ve vicdan geri plana itiliyor. İnsanlar sisteme “gönüllü” katılıyor, yozlaşmayı normal görüyor. Böylece kapitalizmin en büyük başarısı, sömürüyü gizlemek değil, sömürüye rıza ürettirmek oluyor.

Kapitalizm, insanları bencilleştirirken aynı zamanda yalnızlaştırıyor. Yalnızlaşan bireyler ya çıkarına sığınıyor ya da sessizce köşesine çekiliyor. Oysa asıl kurtuluş, kolektif bilincin yeniden inşası, örgütlülük ve mücadeledir. Chomsky’nin işaret ettiği gibi; “Kapitalizmde demokrasi çoğu zaman yalnızca bir vitrin işlevi görür; gerçek kararlar sermayenin çıkarlarına göre alınır. Bu vitrin yıkılmadıkça, insanlığın ahlaki çöküşten kurtulması mümkün değildir.”

Kapitalizm kâr hırsıyla bütün değerleri paraya çevirir. Marx’ın dediği gibi, “Sermayenin tek bir ahlakı vardır: Kâr.”

Bu yüzden kapitalist sistemde adalet olmaz, vicdan olmaz, eşitlik, özgürlük olmaz. Çünkü bunlar kâra engeldir. Kapitalizm, insanlığın en kutsal değerlerini bile piyasanın metasına dönüştürür. Eğitim, sağlık, sanat, hatta inançlar bile pazarın kurallarına göre şekillenir.

Fakat bu çürüme kader değildir. Kapitalizm aşılamadıkça yozlaşma daha da derinleşecek, insanlık daha da dibe vuracaktır.

Ama insanlık tarihi, her çürümenin içinde bir diriliş imkânı da barındırır. Luxemburg’un dediği gibi ya barbarlığa teslim olacağız ya da sosyalizmi inşa edeceğiz. Toplumsal duyarlılığı ayağa kaldırmak, kolektif bilinçle sisteme karşı ortak mücadele vermek tek çıkış yoludur.

Kapitalizmin çürüttüğü insanlığı onarmanın yolu, bu düzeni aşmak ve eşitlik, özgürlük, dayanışma temelinde yeniyi, sosyalizmi inşa etmekten geçiyor.