Karayipler’de Kolombiya bayraklı bir balıkçı teknesinin ABD savaş gemileri tarafından bombalanarak içindeki kişilerin katledilmesi, Latin Amerika’da geçen yüzyılın başlarına kadar uzanan emperyalist müdahale zincirinin yeni bir aşamaya evrildiğine işaret ediyor. Bu saldırı, ABD’nin yalnızca Venezuela’da değil, bölgenin genelinde rejim değişikliği ve doğal kaynaklara çökme stratejisini uygulamaya başladığını ortaya koymaktadır.
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro’nun bu saldırıyı “halka açık infaz” olarak nitelemesi, olayın egemenliğe dönük askeri bir tehdit olarak algılandığını gösteriyor. Bu gelişme, Karayipler’in yeniden emperyalist askeri yığınak alanına dönüştüğü bir momentte, Latin Amerika’da jeopolitik ve jeo-ekonomik hesaplaşmanın sertleştiğinin somut bir ifadesidir.
ABD emperyalizmi, Karayipler’de gerçekleştirdiği askeri saldırıları “uyuşturucu kartelleriyle mücadele” diye tanımlıyor. Oysa son haftalarda Venezuela kıyılarına konuşlandırılan savaş gemileri ve B-1 stratejik bombardıman uçaklarının uçuşları, bu operasyonların bariz biçimde askeri provokasyon niteliğinde olduğunu kanıtlamaktadır. Zira ABD balıkçıları öldürmekle yetinecek olsaydı, ağır bombardıman uçaklarına ihtiyaç duymazdı. Bombardımanlarda şimdiye kadar 70’den fazla Venezuelalı sivil katledilirken, Kolombiyalı balıkçıların da öldürülmesi, Trump yönetiminin saldırganlıkta sınır tanımadığını göstermektedir. O çokça dillendirilen “uluslararası hukuk” açısından da açık bir saldırı niteliği taşıyan bu eylemler, emperyalist merkezlerin uyuşturucu bahanesini, kıta halklarına ait olan enerji kaynaklarını yağmalama ve bölgede rejim değişikliği projeleri için kullandığını açığa çıkarmaktadır.
Emperyalist saldırganlığa tepki gösteren Gustavo Petro, ABD’nin mevcut stratejisinin “iki kat başarısızlığa mahkum” olduğunu belirterek, “uyuşturucu savaşının” tarihsel bilançosuna dikkat çekti. Latin Amerika’da -300 binden fazlası Kolombiyalı- bir milyondan fazla insan bu vahşi savaşın kurbanı olmuştur. Buna rağmen uyuşturucu arzı azalmamış, tersine ABD’deki tüketim yükselmiştir. Petro’ya göre sorun ordularla değil halk sağlığı politikalarıyla çözülebilir; bu nedenle ABD’nin askeri yaklaşımı hem işlevsiz hem de siyasi amaçlıdır. ABD Başkanı Donald Trump ise Petro’yu “uyuşturucu lideri” olarak niteliyor ve Kolombiya’ya sağlanan tüm fonları kesmekle tehdit ederek emperyalist şantaj politikasını küstahça dile getiriyor. Trump’ın tehditleri karşısında Petro’nun eğilmemesi, emperyalist küstahlığın hedefine ulaşmasının kolay olmadığına işaret ediyor.
Bu politika, Kolombiya’nın iç egemenliğini hedefleyen ve ‘zorlayıcı diplomasi’ adı altında askeri müdahaleye dayalı emperyalist zor mekanizmalarının nasıl işletildiğini ortaya koymaktadır. Trump’ın söylemleri yalnızca Petro hükümetine tehdit değil, 2026 seçimlerinde Kolombiya’da yeniden sağcı bir iktidar oluşturmaya dönük stratejik müdahalenin parçası olarak da okunmalıdır.
Emperyalist saldırı sadece askeri ve ekonomik değil, siyasaldır aynı zamanda. ABD, kendisine itaat etmeyen hükümetlerden rahatsızlık duymakta, orada yönetim değişikliği için her türden kirli/kanlı yollara başvurmaktadır. Küba ve Venezuela uzun zamandan beri hedefteydi, şimdi ise bunlara Kolombiya’da eklendi. Küba gibi ülkelerle birlikte Kolombiya’da da itaat eden hükümetler hedeflemektedir. Bu bağlamda Karayipler’de askeri güç gösterisi, aynı zamanda Kolombiya’daki politik dengeyi değiştirmeye dönük açık bir gözdağıdır.
ABD’nin emperyalist saldırı girişimlerine karşı bölgeden yükselen tepkiler dikkat çekicidir. Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Kolombiya ile “tarihi birliğe” atıf yaparak bu saldırıyı yalnızca bir ülkeye değil, bütün Latin Amerika’nın egemenliğine yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirdi. Venezuela Savunma Bakanı Vladimir Padrino, Kolombiya’nın Venezuela’ya güvenebileceğini ifade ederken, “ABD’nin uyuşturucu bahanesini halkların özerkliğini kırmak için kullandığını” belirtti. Küba Devlet Başkanı Miguel Diaz-Canel, bu gelişmeleri Monroe Doktrini’nin yeniden canlandırılması olarak tanımlarken, Bolivya’nın eski başkanı Evo Morales ise Trump’ın tehditlerini “tüm Patria Grande’ye (halkların ortak kaderi) saldırı” olarak niteledi. Bu açıklamalar, bölgenin ilerici güçleri arasında oluşan yeni dayanışma hattının işaretleridir.
Jeopolitik düzlemde Trump yönetiminin amacı Latin Amerika’yı yeniden emperyalist ABD düzeninin arka bahçesi haline getirmektir. Ancak güncel koşullar Soğuk Savaş döneminden farklıdır. Çin ve Rusya gibi aktörlerin bölgede artan ekonomik ve diplomatik varlığı, ABD’nin mutlak hegemonya kurmasını zorlaştırıyor. Bu durum, emperyalist merkezleri askeri araçlara daha fazla başvurmaya yöneltmektedir. Karadan saldırı ihtimallerinin dillendirilmesi ve Venezuela’da rejim değişikliği çağrıları, jeopolitik olduğu kadar jeo-ekonomik bir motivasyon da taşımaktadır. Venezuela dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahiptir; ayrıca doğalgaz, altın ve nadir mineraller bakımından da zengindir. Emperyalizmin doğrudan askeri baskısı, enerji tekellerinin çıkarlarıyla da bağlantılıdır. Dolayısıyla Karayipler’e yönelik askeri tehdit yalnızca stratejik bir kuşatma değil, bölgenin doğal kaynaklarına el koyma girişimidir aynı zamanda.
Bu tablo Latin Amerika’yı önemli bir kavşağa getirmiş bulunuyor. Bir yanda askeri tehditler, ekonomik yaptırımlar ve diplomatik şantajlarla ilerleyen emperyalist saldırganlık; diğer yandan henüz söylemden öteye geçmese de Latin Amerika halklarının dayanışma çabaları bulunmaktadır. Petro hükümeti, uyuşturucu üretimine karşı alternatifler geliştirme, çiftçiliği destekleme ve sosyal yatırımlarla bağımlılığı azaltma yönünde adımlar attığını belirtmektedir. Askeri müdahaleye değil ekonomik kalkınmaya dayalı bir çözüm yolu sunmakta, böylece emperyalist saldırganlığın aksine kendince yeni bir kalkınma vizyonu önermektedir.
Sonuç olarak Karayipler’de yaşanan gerilim, bölgesel bir olaydan ibaret değil, “Uyuşturucuyla mücadele” ise hiç değildir. Kıta, ABD’nin stratejik saldırısı ve buna karşı gelişen mücadelenin alanıdır. ABD’nin emperyalist saldırı hazırlığı yalnızca Venezuela’yı değil, Kolombiya aracılığıyla bütün bölgeyi hedef almaktadır.
Bu saldırı hem siyasi egemenliğe hem doğal kaynaklara yöneliktir. Latin Amerika halkları bir kez daha kendi kaderlerini tayin etmek için müdahaleye mücadele ile karşı koymanın eşiğindedir. Ya emperyalist kuşatma derinleşip halklar köleleştirilecek ya da anti-emperyalist yeni bir bağımsızlık dalgası yükselecektir.