Bu ülkede işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunu bugün ağırlıklı olarak adına “kaza” dedikleri cinayetlerle gündeme geliyor. Hatta, o sınırlarda düşündüğümüzde bile sorunun gündeme gelmesi için Soma’da, Davutpaşa’da olduğu gibi toplu cinayetlerin ya da son olarak Eskişehir’deki orman yangınında olduğu gibi dramatik ölümlerin yaşanması gerekiyor.
Oysa, Türkiye’de her gün yaklaşık 10 işçi adına “kaza” denilen cinayetlerde hayatını kaybediyor. Bu cinayetlerin birçoğu sermaye medyası için haber değeri bile taşımıyor. Meslek hastalıklarıyla, dayattıkları açlık ve sefaletin yol açtığı sorunlarla, yarattıkları psikolojik ve sosyal sorunların sonuçlarıyla milyonlarca işçinin adım adım ölüme sürüklenmesi ise onlar için sorun bile değil!
Kapitalizm koşullarında bu yaşananların bir sorun olarak bile görülmemesinin nedenini anlamak hiç de zor değil. Çünkü kapitalizm daha fazla kâr ve rant uğruna canlı ve doğal yaşamı hiçe sayan bir sömürü düzeninden başka bir şey değil. Onun için işçi insan değil, makinanın basit bir parçası sadece. İşçi ile ilgili yapılan her türlü ödeme ise bir maliyet unsurundan başka bir şey değil. Ve bu zihniyet tepeden tırnağa kapitalist düzenin iliklerine işlemiş durumda. Örneğin, Türkiye’de sözde bu konuları düzenlemesi için çıkarılan yasanın adı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”. Onlar için “işçi”nin sağlığı değil, “iş”in sağlığı önemli olan. Yani önemli olan daha fazla kâr elde edebilmek sadece.
Sayısız benzer örnekte olduğu gibi son olarak Eskişehir’de yangında hayatını kaybeden orman işçilerinin ölümü de bu anlayışın doğal bir sonucu. Yaptıkları işin riskleri kör gözlerin görebileceği kadar açıkken, işçileri koruyucu donanım ve ekipmanları olmadan sahaya süren bir kapitalist devlet gerçekliğidir karşımızdaki. Gerekli önemleri almayı gereksiz masraf olarak gören bu zihniyetin son beş yılda elde ettiği “faiz geliri” ise 6.2 milyar TL. Devletin ilgili kurumundan, işi doğayı ve dolayısıyla doğal yaşamı korumak olan Orman Genel Müdürlüğü’nden bahsediyoruz. İşçi ve emekçilerden kesilen vergilerle sahip olduğu bütçeyi gerekli önlemleri almak yerine faize yatıran bir kurumdan… Her fırsatta “faiz haram” diyen bir anlayışın tepesinde bulunduğu bir devletin kurumundan… Ve devlet, sözde sınıf ayrımı yapmadan vatandaşlarının sağlığı ve güvenliğini sağlamakla yükümlü. Ama söz konusu olan kapitalist bir devletse, o da bir patron sadece. “Vatan-millet” edebiyatının arkasına saklanarak sömürü düzenini güvenceye alan ve kendisi de işçi sınıfını canı pahasına sömürmekten geri kalmayan çarkın bir dişlisi…
Ve en başta da söylediğimiz gibi, bu çark sadece neden olduğu dramatik ölümlerle işçi sınıfının yaşam hakkına saldırmıyor. Kurduğu çalışma rejiminin kendisi işçi sınıfının sağlığını ve dolayısıyla yaşamını hiçe sayan bir rejim. Yine son günlerin önemli bir sorunu olarak gündeme gelen işçilerin sıcak havalarda çalışmaya zorlanması kurulan bu çalışma rejiminin basit bir görünümü sadece. Gerekli önlemleri almadan, yol açabileceği riskleri umursamadan işçileri çalışmak zorunda bırakmak açık ki bir cinayet girişimidir. Bunun çok daha çarpıcı örneğini daha birkaç yıl öncesinde Covid-19 salgını sırasında yaşadık. O zaman da kârlarından feragat etmek istemeyen açgözlü kapitalistler kendilerine en steril, en güvenli ortamları sağlarken, işçilere her türlü riski göze alarak çalışmaya devam etmekten başka bir seçenek bırakmadılar.
Yine, meslek hastalıkları da çoğu durumda kapitalistlerin gereksiz masraf olarak gördüğü ve almadığı önlemler yüzünden yaşanan bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Fabrikada ağır yükler altında çalışan bir metal işçisi olması, masa başında çalışan bir beyaz yakalı işçi olması, bir hastanenin laboratuvarında çalışan bir sağlık işçisi olması ya da sokakta çalışan bir temizlik işçisi olması fark etmiyor. Her işin kendine göre gereklilikleri ve o işi yapan işçinin sağlığını gözeterek alınması gereken önlemler bulunuyor. Ama kapitalistler yarattıkları sahte ayrımlarla işçileri birbirine düşürürken, çalıştırdığı işçinin sağlığını umursamamak konusunda hiçbir ayrım yapmıyor. Bu önlemlerin her biri onlar için ne yapıp ne edip kaçınmaya çalıştıkları birer maliyet kalemi sadece.
İşyerlerinde mobbing ve türlü yöntemlerle hayata geçirdikleri baskıcı çalışma rejimi ile birlikte ülkede ve dünyada inşa ettikleri “sosyal ortam” da çoğu zaman farkında olunmasa da işçi sağlığının ayrılmaz bir parçasıdır. İşçiyi baskı altına alan, hata yapmaya zorlayan, kaza riskini artıran her girişim işçinin sağlığına yönelik açık bir saldırıdır. Bunun için işçinin o an fiziki olarak zarar görmesi de gerekmez. İşçi sınıfının geleceğe dair umutlarını çalmak, onu robotlaştırarak insanlıktan çıkarmak, kapitalistlerin işçi sağlığı konusunda en sinsi saldırısıdır. Etkisi çok daha uzun zaman dilimlerine yayılan bu saldırının sonuçları da sadece bu koşullarla karşı karşıya kalan işçiyi değil bütün toplumu etkiler.
Bu yanıyla kapitalistlerin düşük ücret politikası bile bir işçi sağlığı sorunudur. İşçinin bir insan olarak ihtiyacı olarak fiziki, sosyal ve psikolojik gereksinimlerini karşılamasına engel olan, onu insanlık dışı koşullarda çalışmak ve yaşamak zorunda bırakan her girişim işçi sağlığına yönelik açık bir saldırıdır.
Sonuç olarak, en çarpıcı görünümleri birer toplu katliama dönüşen iş cinayetlerinde açığa çıksa da, kapitalist sömürü düzeninin kendisi işçi sınıfı için bir sağlık sorunudur. Kapitalizm, işçi sınıfının sağlığını ve canını hiçe sayan örgütlü bir cinayet şebekesidir.
İşçi sınıfı için ise bu örgütlü cinayet şebekesini dağıtmaktan, insanlığın ve dünyanın geleceğini kurtaracak örgütlü bir toplum kurmaktan başka çıkış yolu yoktur.
Emeğin Kurtuluşu’nun 61. sayısından alınmıştır…