“Kurbanın sesini bastırmak, onu yok etmenin ilk adımıdır.”
Edward Said
Gazze'de artık saat değil, dakikalarla ölü bedenler sayılıyor. Yardım dağıtım noktaları bombardımanla yerle bir edilirken, açlıktan ölmek üzere olan insanlar un çuvallarına ulaşamadan vuruluyor.
Gıda ve su kıtlığı milyonlarca insanı kıskaca almış durumda; çocuklar beslenme yetersizliğinden ölüyor, anneler bebeklerine içirecek su bulamıyor. Sahra hastaneleri yok, sağlık çalışanları hedefte, enkazdan çıkarılan yaralılar tedaviye ulaşamadan can veriyor. BM’nin uyarılarına rağmen, İsrail ordusu yardım kamyonlarını, hastane çevrelerini ve sığınma alanlarını özellikle vuruyor. Gazze artık bir harabe değil; açlığın, susuzluğun ve sistematik katliamın birleştiği bir yok etme laboratuvarı.
Bu manzara tesadüfi bir savaş sonucu değil; raporların da ortaya koyduğu üzere, planlı bir yok etme politikasının küstahça uygulamasıdır.
İsrail’in en prestijli insan hakları kuruluşlarından olan B’Tselem ve İnsan Hakları İçin Doktorlar (Physicians for Human Rights–Israel), 28 Temmuz’da yayımladıkları 88 sayfalık bir raporla İsrail’in Gazze’de yürüttüğü yıkım politikasının “bilinçli bir soykırım” olduğunu ilan etti.
Raporun başlığı çarpıcı: “Bizim soykırımımız”. Bu başlık, raporun hem içeriğini özetlemesi hem de suçun failini doğrudan işaret etmesi açısından önemli.
B’Tselem Direktörü Yuli Novak raporun temel vurgusunu şöyle ifade ediyor:
“İsrail, bilinçli ve koordine bir şekilde Gazze Şeridi’ndeki Filistinli nüfusu yok etme politikası uyguluyor. Barınmadan başlayarak insanların yaşamak için ihtiyacı olan temel şeylerin hepsi hedef alınıyor. Soykırım sadece toplu katliam demek değildir.”
Rapora göre İsrail’in, 7 Ekim sonrası “kontrol ve baskı” stratejisinden açık şekilde “yok etme” politikasına geçtiği vurgulanıyor.
Rapor, bu tespitin soyut olmadığını kanıtlayan somut verilerle dolu. Sivil altyapıların hedef alınması, zorla göç, aç bırakma, sağlık sisteminin çökertilmesi ve sağlık çalışanlarının öldürülmesi gibi unsurların “uluslararası hukuk” çerçevesinde soykırım kapsamına girdiğini ortaya koyuyor.
Raporda özellikle dikkat çekilen nokta, soykırımın yalnızca bir dizi katliamdan ibaret olmadığı; barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi temel yaşamsal koşulların bilinçli bir şekilde yok edilmesinin de aynı derecede bir soykırım yöntemi olduğudur.
Bu çarpıcı rapor uluslararası medyada da geniş yankı buldu. The Guardian, raporu “İsrail’in Gazze’de soykırım gerçekleştirdiği yönündeki en güçlü iç eleştirilerden biri” olarak duyurdu.
Reuters, “İlk kez İsrailli insan hakları kuruluşlarının soykırım ifadesini bu denli net kullandığını” yazdı.
Financial Times ise sağlık altyapısının hedef alınmasının, savaşın değil, bir yok etme stratejisinin parçası olduğunu vurguladı.
Al Jazeera ve Associated Press (AP), İsrail’in kendi içinden yükselen bu suçlamaların uluslararası hukuk açısından bir dönüm noktası olabileceğine dikkat çekti.
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, bu raporu “insan hakları tarihinde bir kırılma anı” olarak nitelendirdi.
Rapora göre Gazze’de yaşananlar Filistin halkına karşı 70 yılı aşkın süredir uygulanan şiddet, işgal ve ayrımcılığın ulaştığı nihai nokta. 7 Ekim eylemlerinin ardından İsrail’in, Filistinlileri “varoluşsal bir tehdit” olarak kodlayıp topyekûn imhaya yönelmesi, bu zihniyetin en tehlikeli evresine ulaşıldığını gösteriyor.
Raporda ayrıca bu soykırım zihniyetinin yalnızca Gazze ile sınırlı kalmadığına işaret ediliyor. Batı Şeria başta olmak üzere İsrail kontrolündeki diğer bölgelerde de artan şiddet, toplu gözaltılar ve işkenceler, bu zihniyetin Filistinlilerin yaşadığı her yerde sürdürüldüğüne işaret ediyor.
Bu noktada “uluslararası kamuoyunun” suskunluğu, yalnızca ahlaki bir zafiyet değil; suça ortak olmak anlamına geliyor.
B’Tselem’in çağrısı bu nedenle açık: “Bu süreç durdurulmazsa, soykırım yalnızca Gazze’de kalmayacak.”
Tarihi suçlar genellikle geriye dönük yargılanır. Ancak bugün Gazze’de olanlar, tüm dünyanın gözleri önünde ve canlı yayınlar eşliğin gerçekleştiriliyor.
“Uluslararası hukuk” ve adalet, yalnızca mahkeme salonlarında değil, sessizliğe karşı yükselen sesle şekillenir.
Son sözü yine raporun kendisi söylüyor:
“Soykırım her zaman bir bağlam içinde gerçekleşir. Onu mümkün kılan koşullar, tetikleyici olaylar ve yol gösterici bir ideoloji vardır. Ve bu ‘Bizim soykırımımızdır’.”