Ölümünün 130. yılında öğretmeye devam ediyor!

Engels sosyalizmin ahlaki-etik açıdan savunulmasını neden eleştirdi?

Marx ve Engels tarihin seyrini belirleyenin fikirler değil maddi yaşam koşulları olduğunu göstermiştir. Tarihsel gelişimin temel itici güçleri, üretici güçlerin gelişimi, sınıf çatışmaları ve devrimlerdir; ahlaki fikirler ya da ahlaki arzular değil.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 05 Ağustos 2025
  • saat-icon
  • 08:00

“Zihniyet, vicdandan koparıldığında, ‘ahlaki-politik toplum’ özelliğini yitirir. Oysa Öcalan’a göre toplum; ahlaki ve politik karakter kazandığı oranda anlamlıdır.”

“Asıl kriz anlamın geri çekilmesidir. Bu geri çekilme düşüncenin yönünü, vicdanın sesini, eylemin hedefini kaybetmesine yol açmıştır.” (https://yeniyasamgazetesi9.com/anlam-olmadan-donusum-olmaz/)

“Zihniyet devrimi, bireyin ve toplumun kendini anlama, dünyayı kavrama ve ilişki kurma biçimlerinde köklü bir dönüşümü ifade eder. Bu, sadece bilgiyle değil, değerlerle, algılarla ve pratikle ilgili bir meseledir.” (https://yeniyasamgazetesi9.com/devlet-sol-ve-demokratik-modernite-arayisi-uzerine/)

Bu tür değerlendirmelere artık daha sık rastlıyoruz. Ciddi ciddi teorize edilmeye çalışılan bu yeni moda söylemlerin hiçbir bilimsel değeri yoktur. İdealizmin ifadesi bu sözde “ahlaki-etik” toplum tanımı, küçük burjuvazi için bir sığınak gibidir. Ve tarihsel olarak bu tür argümanların bilimsel sosyalizmin ustaları tarafından daha en baştan başarıyla mahkum edildiği unutulduğu için, bu tartışmayı hatırlamak önem taşıyor. 

Tarihsel materyalizmin burjuvazinin idealist düşüncelerine karşı zafer kazanması uzun bir ideolojik mücadele sürecinin sonucudur. Hegel dünyanın gelişimini idealist bir yaklaşımla “ruh”un evrimi üzerinden ele alırken, Marx ve Engels tarihin seyrini belirleyenin fikirler değil maddi yaşam koşulları olduğunu göstermiştir. Tarihsel gelişimin temel itici güçleri, üretici güçlerin gelişimi, sınıf çatışmaları ve devrimlerdir; ahlaki fikirler ya da ahlaki arzular değil.

Kutsal Aile’de, tarihsel gelişmeye yön verenin ne olduğuna ilişkin çarpıcı bir pasaj yer alır:

 “Burada söz konusu olan şu ya da bu proleterin ya da hatta tüm proletaryanın şimdilik bir amacı olarak neyi hayal ettiği değildir. Sorun, onun ne olduğu ve bu varlık doğrultusunda tarihsel olarak ne yapmak zorunda kalacağı sorunudur. Amacı ve tarihsel eylemi, kendi yaşam koşullarında ve günümüz burjuva toplumunun tüm örgütlenmesinde açıkça ve geri dönülmez bir şekilde baştan belirlenmiştir.”

Sınıfın nesnel konumunu belirleyen, tarihin kaçınılmaz olarak ilerleyen seyridir.

Engels, özellikle Dühring ile tartışmasında, bilimsel komünizm ile ütopik sosyalizm ve diğer sosyalizm anlayışları arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı açık bir şekilde ortaya koymuştur. Sosyalizmi tarihsel gelişmenin ve proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin doğal bir sonucu olarak görmeyen, ama onu yalnızca etik bir önerme, sınıftan bağımsız soyut bir ideal olarak gören bir sosyalizm savunusunu özellikle mahkûm etmiştir. Bu eleştiri bugün de bütün güncelliğini korumaktadır.

Sosyalizmi bu tür bir ahlaki-etik gerekçelendirmenin eleştirisi, bilimsel komünizmin ortaya çıkış sürecinde, özellikle de “hakiki” sosyalizmle mücadelede önemli bir rol oynamıştı. “Hakiki” sosyalizm 1840’ların ortalarında ortaya çıktı. Teorik temelleri, bir dönem Almanya’da sosyalist düşüncenin oluşumuna önemli katkılarda bulunmuş olan Moses Hess tarafından atıldı. 1846 ve özellikle 1847 yıllarında “hakiki” sosyalizm sadece sosyalistlerden etkilenen aydın çevrelerde değil, aynı zamanda işçi sınıfı arasında da etkiliydi. Yeni gelişmekte olan Alman proletaryasının teorik-politik zayıflığı nedeniyle bu akım ciddi bir tehlike haline gelmişti.

“Hakiki” sosyalistler kendi anlayışlarına teorik bir temel kazandırmaya çalıştılar. Bunun için değişik ideolojik-politik akımlardan eklektik bir biçimde yararlandılar. Sınıf mücadelesinden koparılmış Fransız ütopik sosyalizmini Hegel’in idealist felsefesi ve Feuerbach’ın soyut insan kavramıyla birleştirerek “daha yüksek bir sentez” oluşturdular. Engels daha sonra bu eklektik kombinasyonu “Fransız sosyalist ifadelerinin yozlaşmış Hegel Almancasına çevirisi ve duygusal aşk ilişkisi” olarak nitelendirmiştir. 

Kapitalist gelişmenin yarattığı toplumsal sorunlara duydukları küçük-burjuva korku ve tepki nedeniyle “hakiki” sosyalistler kapitalizmin sonuçlarına yönelik ahlaki bir eleştirinin ötesine geçemediler ve mevcut koşulları korumayı amaçlayan bir sosyalizm görüşünü savundular.

“Hakiki” sosyalistler, gerçek toplumsal koşulları ve çelişkileri teorideki ya da düşüncedeki koşullar ve çelişkiler olarak yorumladılar. Soyut kategorilere ve ideallere dayanıyorlardı. Bu nedenle sosyalizmin etik bir savunusunun ötesine geçmiyorlardı. Genel olarak toplumsal süreçleri ve özel olarak da kapitalizmin doğasını kavrayamadıkları için, sınıf mücadelelerini tarihin esas itici gücü olarak göremiyor ve proletaryanın tarihsel misyonunu anlayamıyorlardı. Bunun yerine, akla seslenen ahlaki çağrıları, sınıf karşıtlıklarının gizlenmesine katkıda bulunan argümanları savunuyorlardı. Aydınlanma ve genel bir insanlık sevgisi ilan ettiler, çünkü tüm sınıfların “sevgi” ile dolu iç görüşünün toplumsal değişimi ve sosyalizmi getireceğine inanıyorlardı. Engels “hakiki” sosyalizmin, “bilimsel bilginin yerine güzel duyusal ifadeyi, üretimin yeni bir toplumsal düzende yeniden örgütlenmesi yoluyla proletaryanın kurtuluşunun yerine de insanlığın ‘sevgi’ yoluyla özgürleşmesini” koyduğunu vurgulamıştır.

Marx ve Engels, felsefi idealizmle, özellikle de “hakiki” sosyalistlerle mücadelelerinde, insanlara, kendilerini herhangi bir düşünce tarzı ve kategoriden değil, gerçek toplumsal prangalardan kurtarmaları zorunluluğunu gösterdiler. Tarihin itici gücünün eleştiri değil sınıf mücadeleleri olduğunu vurguladılar.

Proleter sınıf mücadelesi deneyimleri, mevcut düzenin ancak devrimci araçlarla değiştirilebileceği ortaya koyuyordu. Marx ve Engels mevcut toplum yapısının barışçıl yollarla ve kapitalistlere çağrı yaparak değiştirilemeyeceğine işaret ettiler. Komünist yerleşimler (komünler) kurarak yeni toplumu tanıtma girişimlerine karşı çıktılar, bunların yerine proletaryanın bir bütün olarak mevcut toplumsal yapıya karşı yürütmesi gereken siyasi mücadeleyi öne çıkardılar.

Bu ilk teorik hesaplaşma daha sonraki süreçte Proudhonizm, Bakunizm ve Lassallcılığa karşı mücadelede önemli bir rol oynadı. Bu argümanlar, Paris Komünü ve sosyalist mezhepçiliğin yıkılmasından sonra ortaya çıkan “yeni sosyalizm” kavramıyla tartışmada merkezi bir konum kazandı. Engels, Dühring’e karşı yürüttüğü polemikle, 1877’den beri Alman sosyal-demokrasisinin teorik dergisi olan Zukunft etrafında toplanan oportünist gruba karşı da harekete geçti. Onların sözde tarihsel sosyalizmine, “sosyalizmin ‘adalet’ kavramı üzerine kurulması gerektiği”ni savunan “duygusal sosyalizm”ine karşı çıktı. 

Engels’in “Anti-Dühring”de sosyalizmin ahlaki-etik gerekçelendirilmesine yönelik kapsamlı eleştirisi, daha sonra çeşitli sosyalist akımların ideolojik yaklaşımlarına yönelik tartışmalara sağlam bir temel oluşturmuştur. Bernstein revizyonizminden günümüzün “demokratik”, “liberal”, “etik” sosyalizm savunucularına kadar, bu eleştiri bütün canlılığını korumaktadır.

Engels’in “Anti-Dühring”in ahlak ve hukuku ele aldığı felsefi bölümünde gösterdiği gibi, mevcut koşullara duyulan ahlaki öfke her zaman ilerici sınıfların modası geçmiş toplumsal düzenlerin reforme edilmesi taleplerini yükselttikleri zemini oluşturmuştur. Oysa, kapitalizmin ahlaki eleştirisi onun çelişkilerinin ürünü olsa da, işçi sınıfının kendinden önceki tüm sınıflardan nitelik olarak farklı olan temel amaçlarını hiçbir şekilde açıklayamazdı. Kapitalizmin yıkılması ve yeni bir toplumsal düzenin/sosyalizmin kurulmasını, ancak bilimsel bir dünya görüşüne sahip proletarya başarabilecekti.

Bu hiçbir şekilde bilimsel sosyalizmin sınıf mücadelesinde ahlaki bilincin rolünü yadsıdığı anlamına gelmez. Tersine, işçi sınıfı için özgürlük, eşitlik ve adalet gibi değerlere gerçek bir temel kazandırır. Marx ve Engels, kapitalizmin ahlaki ömrünü tamamladığı bilincinin, işçi sınıfının talep ve amaçlarının meşruiyetinin harekete geçirici rolüne büyük değer vermişlerdir. Kapitalist sisteme karşı ahlaki açıdan da öfkeli eleştirilerde bulunmuşlardır.

Bununla birlikte, genel bir insan ahlakı ve hukuk anlayışının idealist bir bakışla ele alınıp, böylece sosyalizmin kurulması fikrine kararlılıkla karşı çıkmışlardır. Marx ve Engels’in özellikle 1879’da Bebel, Liebknecht, Bracke ve Alman Sosyal Demokrasisinin diğer liderlerine yazdıkları genelgede ortaya koydukları gibi, sosyalizmin diyalektik-materyalist bilimsel açıklamasının yerine ahlaki-etik bir gerekçeyi geçirmek, işçi sınıfının sınıfsal rolünün terk edilmesine yol açacaktır. Böyle bir yaklaşım, “proletaryanın kendisini ezenlere karşı verdiği sınıf mücadelesini genel bir insan kardeşliği idealine” indirgemekten başka bir anlam taşımayacaktır.

Küçük burjuvazinin ahlaki-etik duygusal sosyalizmi!

Engels, ahlaki-etik duygusal sosyalizmi, küçük-burjuvazinin, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkili sınıfsal konumunun bir yansıması olarak açıklamıştı. Bu konum, bazı kesimlerin sınıf karşıtlıklarının üstünü örten teorik kavramlarına da yansıdı. Böylece devrimci sınıf mücadelesinin yerini sınıf uzlaşması politikası, açıkça tanımlanmış komünist hedeflerin yerini ise kapitalizm çerçevesinde sosyalist söylemlere bürünmüş reformist pratikler aldı.

 “Demokratik sosyalizm”de de bu durum bugün ifadesini, sosyalizmin, mevcut sistem çerçevesinde daha fazla adalet, demokrasi ve özgürlük lehine bir harekete indirgenmesinde bulmuştur. Bu önermeler pratikte, kapitalist toplumda herhangi bir köklü değişimi hedeflememek, böylece sosyalizm mücadelesinin temel amaçlarını fiilen terk etmek anlamına gelmektedir. Engels, ahlaki-etik sosyalizmin sadece ütopik değil, aynı zamanda sol söylemlerle işçi sınıfının sosyalizm için verdiği sınıf mücadelesine set çeken gerici bir yaklaşım olduğunu belirtmiştir.

Marx ve Engels, “hakiki” sosyalist Hermann Kriege ile girdikleri tartışmada da sosyalizmin ütopik ele alınışına karşı çıktılar. Kriege, Amerikan ulusal reformcular hareketini izleyerek, devlet mülkiyetindeki en önemli toprakların eşit paylarla bedelsiz olarak dağıtılması çağrısında bulundu. Zira yasal önlemlerin komünizmin uygulamaya konulmasını kolaylaştıracağına inanıyordu. Marx ve Engels, tüm insanların özel mülk sahiplerine dönüştürüleceği böyle bir yaklaşımın ütopik ve gerici olduğunu kanıtladılar. Bunun yerine “gerçek koşulların ve pratik sorunların” gelişimiyle ilgilenmenin gerekli olduğunu belirttiler.

“Hakiki” sosyalizmin ahlaki-etik kavramlarının eleştirisinde “Anti-Dühring” temel bir öneme sahiptir. Çünkü Engels toplumun ve toplumsal karşıtlıkların üzerinde duran sonsuz ve değişmez bir ahlak ve adaletin idealist ve metafizik bir yaklaşım olduğunu ortaya koymuş ve teşhir etmiştir. Kapsamlı tarihsel materyaller kullanarak, “insanların bilinçli ya da bilinçsiz olarak ahlaki görüşlerini son kertede sınıfsal konumlarının dayandığı pratik koşullardan -ürettikleri ve birbirleriyle değiş tokuş ettikleri ekonomik koşullardan- aldıklarını” göstermiştir. 

Dolayısıyla ahlaki ve hukuki kavramlar sınıflı toplumlarda sosyal içeriğinden soyutlanamaz. Sınıflı toplumlarda “her zaman bir sınıf ahlakı olmuştur; ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını haklı çıkarmış ya da ezilen sınıf yeterince güçlenir güçlenmez, bu egemenliğe karşı öfkeyi ve ezilenlerin gelecekteki çıkarlarını temsil etmiştir.”  Gelişmekte olan burjuva toplumunda, üç büyük sınıftan her biri -feodal aristokrasi, burjuvazi ve proletarya- kendi sınıf ahlakına sahiptir. Engels bunları “Hıristiyan-feodal”, “modern-burjuva” ve “proleter geleceğin ahlakı” olarak kategorize etmiştir

Engels, egemen ahlakın her zaman egemen sınıfın çıkarlarının bir ifadesi olduğunu altını çiziyor ve böylece eşitlik, özgürlük ve adalet sloganlarının genel insanlık maskesini teşhir ediyordu. Marx daha 1843’te, burjuvazinin yükseliş dönemindeki tarihsel amaçlarını evrensel insani değerler olarak savunduğunu göstermişti. Bununla birlikte, genel “insan hakları” olarak ilan ettiği eşitlik, özgürlük ve adalet “özel olarak burjuva bir karaktere” sahipti. Özgürlük kâr etme özgürlüğü, adalet ise bazılarının üretim araçlarına, bazılarının ise sadece satmak zorunda kaldıkları emek gücüne sahip olanların eşit hakkı olarak ortaya çıktı. Eşitlik, kanun önünde eşitlikle sınırlı kaldı. Sınıfsal eşitsizliği gizleyen bu eşitliğe karşı proletarya “sosyal ve ekonomik eşitlik” talebini, “sınıfların kaldırılması” şiarını yükseltti.

Engels bu bağlamda, insan hakları bildirgeleri ile kapitalizmin insan hakları pratiği arasındaki çelişkiye zamanında dikkat çekmişti. Bugün de burjuvazi “insan haklarının savunulması” bayrağı altında sosyalizmin tüm tarihsel kazanımlarına saldırırken, emperyalizmin saldırgan amaçlarını gizlemeye çalışmaktadır. Tüm insanlar için eşitlik, adalet ve özgürlük gibi değerler, işçi sınıfı tarafından kendi sınıfsal hedefleri olarak benimsendiğinde tamamen yeni bir karakter kazanmaktadır. Kendisini ancak toplumun uzlaşmaz sınıflara bölünmüşlüğünü kesin olarak ortadan kaldırdığı koşullarda özgürleştirebileceği için, işçi sınıfının sınıfsal hedefleri tüm insanlığın gelecekteki çıkarlarını ifade eder. Friedrich Engels’in proleter ahlakı “geleceğin ahlakı” olarak tanımlamasının nedeni budur.

Engels, sosyal reform reçetelerine yol açan sosyalizmin ahlaki-etik gerekçelendirmesine, kapitalizmden sosyalizme devrimci geçiş yasalarının bilimsel diyalektik-materyalist gerekçelendirmenin tutarlı bir sunumuyla karşı çıkmıştır. Bunu yaparken, Marx’ın ve kendisinin önceki on yıllarda edindiği kavrayışı özetlemiş, felsefi olarak derinleştirmiş ve yeni toplumsal gelişmelerin ışığında genelleştirerek daha da geliştirmiştir.

Bilimsel sosyalizmin önceki sosyalist teorilerden ne denli farklı olduğu artık net ve berraktır: 

“Görevi artık mümkün olan en mükemmel toplum sistemini üretmek değil, bu sınıfların ve çatışmalarının zorunlu olarak ortaya çıktığı tarihsel ekonomik seyri tahlil etmek ve bu şekilde yaratılan ekonomik durumdaki çatışmayı çözmenin yollarını keşfetmektir.”

 Engels, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”nun 1886’daki Amerikan baskısında işçileri, “tüm sınıf karşıtlıklarının ve sınıf mücadelelerinin üzerinde yükselen bir sosyalizmi tarafsızlığıyla vaaz eden ve birbiriyle çatışan her iki sınıfın çıkarlarını daha yüksek bir insanlık içinde uzlaştırmaya çalışan”lara karşı uyarır. Zira bu tür insanlar “ya daha öğrenecek çok şeyi olan yeni yetmelerdir, ya da işçilerin en büyük düşmanları, kuzu postuna bürünmüş kurtlardır.”