Siyasi genel grev mümkün!

Avrupa’nın Gündemi’nde Fransa’da yükselen “Macron istifa” ve “Genel grev” çağrıları, Almanya’da ithalatçı şirketlerin etik yükümlülüklerinin kaldırılması ve İngiltere’deki vergi tartışmaları var.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 14 Eylül 2025
  • saat-icon
  • 14:00

Fransa’da 10 Eylül’de yüz binlerce kişi sokaklara çıkarak Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve hükümetlerinin işçi düşmanı politikalarına karşı öfkesini gösterdi. Eylemi destekleyen sol parti ve örgütler, bu eylemi 18 Eylül’deki kitlesel ve siyasi genel grev çağrısının habercisi olarak değerlendiriyor. 

Almanya’da 2023 yılında yürürlüğe giren “Tedarik Zinciri Özen Yükümlülüğü Yasası”nın ömrü kısa oldu. Yasaya göre en az 1000 çalışanı olan şirketler, yasada öngörülen gerekli özen yükümlülüklerine uymak zorundaydı. Ancak Alman hükümeti şirketlerin kârını artırmak için bu zorunluluğu kaldırarak üretim yapılan ülkelerdeki kötü çalışma koşulları, düşük ücretler ve çocuk işçiliğine göz yummayı esas alıyor.

İngiltere gündeminde vergi tartışmaları öne çıkıyor. İşçi Partili Angela Rayner’ın vergi ödemediği için başkan yardımcılığından istifa etmesi üzerine kopan fırtına ve ırkçı Reform UK Partisi Lideri Nigel Farage’ın kendi vergilerini azaltma yöntemleri manşetlere taşındı. Rebecca Gowland, The Guardian’a yazdığı makalede asıl meselenin bu kişiler değil; süper zenginlerin sistematik biçimde vergiden kaçınmasını mümkün kılan düzen olduğunu vurguluyor.

10 Eylül: Umut verici bir prova, 18’ini kitlesel ve radikal bir greve dönüştürelim!

Paul Morao
Revolution Permanente/Fransa

Fransa genelinde yüz binlerce kişinin sokağa çıktığı, çok sayıda blokaj eyleminin gerçekleştiği, stratejik alanlarda grev çadırlarının kurulduğu 10 Eylül seferberliği, hükümetin tahminlerini boşa çıkardı. İktidar, bu hareketin marjinal kalacağına güveniyordu; ancak ortaya çıkan tablo, öfkenin çok geniş kesimlere yayıldığını ve gençliğin de mücadeleye katılma isteğini gösterdi. Artık Macron’u ve onun işçi düşmanı politikalarını geriletmek için gerçek bir mücadele planına ihtiyaç var.

9 Eylül Salı günü düzenlenen basın toplantısında sağcı Siyasetçi ve İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, yaklaşan eylemi itibarsızlaştırmak için elinden geleni yaptı; hareketi “Aşırı solcu grupların şiddet yanlısı eylemleri” olarak tanımlamaya çalıştı. İçişleri Bakanlığı bu algıyı beslemeyi umuyordu. Fakat 10 Eylül Çarşamba günü yüz binlerce kişinin Fransa genelinde sokağa çıkması bu söylemi boşa düşürdü.

İşçi sınıfıyla birleşen bir hareket

Sabah saatlerinde ülke genelinde seksen bin polis ve jandarma konuşlandırıldı. Amaç, blokajları engellemek ve grev çadırlarıyla birleşmeyi önlemekti. Nantes’tan Paris’e, toplu taşımadan sorumlu RATP işletmesinin depolarındaki engellerden, liselerin önündeki barikatlara kadar her yerde baskı sert oldu: Gaz bombaları, gözaltılar, plastik mermi saldırıları, zırhlı araçlar, dev dron gözetimi... Yüzlerce kişi gözaltına alındı.

Ancak bu baskı eylemcileri durduramadı. Yüzlerce blokaj eylemi yapıldı; dağıtılan kitleler bu kez kendiliğinden yürüyüşlere dönüştü ve farklı noktalarda buluştu. Nantes’ta yüz elli kişi çöp yakma tesisindeki grev çadırına ulaştı. Brétigny-sur-Orge’deki Amazon işçileriyle benzer birleşmeler yaşandı. Paris’te Gare du Nord’da polis tüm gücüyle engellemek istese de binlerce demir yolu işçisi, farklı sektörlerden emekçiler ve gençler bir araya geldi.

Polis baskısı aslında grev çadırlarının önemini artırdı. Toulouse’daki Airbus Fabrikası, Lyon yakınlarındaki Feyzin Rafinerisi, Le Havre yakınındaki Normandiya Rafinerisi, enerji işçilerinin direniş noktaları, Châtillon’daki tren bakım merkezi, Montpellier demir yolu işçileri, Drancy’deki Eugène Delacroix Lisesi ve Paris Tenon Hastanesi gibi birçok stratejik noktada işçiler mevzilerini korudu. Küçük şehirlerde de kavşaklarda, alışveriş merkezlerinde ve çevre yollarında blokajlar ve bildiri dağıtımları yapıldı.

Grev oranları sınırlı, ama meydanlar dolu

İş bırakma oranları işçi sınıfının görece sınırlı bir katılımına işaret ediyor. Ancak bu sürpriz değildi: İki yıllık toplumsal durgunluğun ardından, geniş bir sendikal birlik olmadan, bir miktar belirsizlik içinde ve 18 Eylül gibi rakip bir tarihin gölgesinde yapılan bir çağrıydı. Buna rağmen birçok sektörde ciddi katılım görüldü: Feyzin Rafinerisinde greve katılım yüzde kırk, Châtillon’daki bakım merkezinde bazı vardiyalarda yüzde seksen, Paris Gare de Lyon Tren Garında makinistlerin yüzde sekseni, Gare du Nord’da makinistlerin yüzde altmışı iş bıraktı. Belediyelerde ve sosyal hizmetlerde de iş bırakmalar oldu.

Buna karşılık sokaklar dolup taştı. Hükümet, ülke genelinde yüz yetmiş beş bin kişi olduğunu açıkladı; bu rakam bile önceki beklentilerin iki katıydı. Fransa’nın en büyük işçi sendikalarından Genel İşçi Konfederasyonu (CGT) ise iki yüz elli bin kişinin katıldığını duyurdu. Marsilya ve Toulouse’da on binlerce, Lyon, Bordeaux ve Rennes’de on binden fazla, Chambéry’de altı bin, Aix-en-Provence’da iki bin kişi yürüdü.

Gösterilerde öfkenin hedefi açıktı: Kemer sıkma saldırıları, patronlara verilen milyarlık hediyeler, Gazze’deki soykırım ve elbette Macron. Paris’te merkezi bir yürüyüş olmamasına rağmen öğleden sonra binlerce kişi République, Châtelet ve Place des Fêtes Meydanlarını doldurdu. Montpellier’deki bir katılımcı, “Emeklilik reformu sürecindeki bazı eylemlerle kıyaslanabilir bir kalabalık vardı” dedi.

Gençliğin katılımı da dikkat çekiciydi. Eylemde önce Rennes 2 Üniversitesinde beş yüz, Toulouse Mirail Üniversitesinde iki yüz elli, Jussieu’da üç yüz, Paris-Cité’de iki yüz, Paul Valéry Üniversitesinde iki yüz elli öğrenci toplanmıştı. 10 Eylül günü ise yüz elli kadar lisenin girişi engellendi. Bu tablo, önümüzdeki günlerde gençliğin belirleyici bir rol oynayabileceğini gösteriyor.

Siyasi genel grev için güç var: Hedef 18 Eylül!

10 Eylül eylemleri, Yeni Başbakan Sébastien Lecornu’nun göreve başlamasını gölgede bıraktı. Macron’un işçi ve halk öfkesini yatıştırma planı ters tepti; sokaklarda yeniden “Macron istifa!” sloganları yankılandı. Başkan iktidara tutunmaya çalışırken, 10 Eylül gösterileri onun ve işçi düşmanı politikalarının hedef alındığını açıkça ortaya koydu. Aynı akşam yapılan genel kurullar, mücadeleyi sürdürme isteğini kanıtladı: Paris’te beş bin, Nantes’ta beş yüz, Angoulême’de yüzlerce kişi toplandı.

10 Eylül’ün başarısı, mücadelenin genişletilmesi ve siyasi bir genel grevin örülmesi gerektiğini gösteriyor. Bu açıdan 18 Eylül kritik bir dönemeç olabilir. İktidar bu tarihi bölücülük için düşünmüş olsa da, bizler onu kitlesel, radikal ve siyasi bir grev gününe dönüştürmeliyiz. Sosyal ve demokratik talepleri birleştiren, işçilerle gençliği ortaklaştıran bir mücadele hattı kurmalıyız.

Çeviren: Ali Rıza Yıldırım

Hükümet, Alman ithalatlarında zorunlu çalıştırmaya kapı açıyor

Christoph Jehle
Telepolis/Almanya 

Alman hükümeti, ‘Tedarik Zinciri Yasası’ndaki bildirim yükümlülüklerini kaldırmak istiyor. Buna rağmen insan hakları ve çevre standartları ihlalleri ortaya çıkarılabilir mi?

Birkaç yıl önce Alman politikacılar için, Almanya’ya ithal edilen malların üretiminde insan haklarına saygı gösterilmesi, hiçbir çocuğun işçi olarak kullanılmaması ve Alman çevre koruma ilkelerine uyulması önemli gibiydi.

Son yıllarda Batı Afrika’daki kakao hasadının neredeyse tamamen ve Hindistan’da Alman pazarı için mezar taşı üretiminin de çocuk işçiliğiyle yapıldığı ortaya çıktıktan sonra, sözlü direniş arttı.

Almanya’da yıllardır kullanımı yasak olmasına rağmen üretilmeye devam eden ve yurt dışından ithal edilen meyveler aracılığıyla Alman tabaklarına giren pestisitler söz konusu olduğunda bile, bunun olumsuz bir gelişme olduğu konusunda fikir birliği vardı.

Bugüne kadar hiçbir şey değişmedi, çünkü Alman Tedarik Zinciri Yasası ile bunun sona ereceği umutları yaygınlaştı. İthalatçıların, bu ülkede geçerli olan düzenlemelerin üretimin dış kaynak kullanımıyla aşılmaması için tedarik zincirlerini belgelemeleri gerekiyordu.

Alman Tedarik Zinciri Yasası 2023 yılında yürürlüğe girdi. 2024 yılından itibaren, en az 1000 çalışanı olan şirketler, Tedarik Zinciri Yasası’nda öngörülen gerekli özen yükümlülüklerine uymak zorundaydı.

Ancak artık bu belge zorunluluğu sona erdi.

Mevzuata uyum, Almanya’nın canla başla arzuladığı ekonomik büyümenin çıkarları açısından önemli bir bürokratik engel teşkil ediyor gibi görünüyor ve Merz Hükümeti bu engeli ortadan kaldırmaya kendini adamış durumda, şimdi de hemen uygulamaya koyma hevesinde.

Bakanlar Kurulu şimdi gerekli özen yükümlülüklerine uyumla ilgili raporlama gerekliliklerini kaldırmak istiyor. Bu arada, AB Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifini (CSRD uygulamaya koyan ve AB Gerekli Özen Direktifi (CSDDD) için raporlama gerekliliklerini belirleyen yasa tasarısının 3 Eylül’de Bakanlar Kurulu tarafından onaylanması planlanıyordu. Ancak AB düzeyindeki yasama süreci henüz tamamlanmadı ve AB’nin gerçekte neye karar vereceği de belirsiz.

Alman Tüketici Örgütü (VZB) Başkanı Ramona Pop, federal hükümetin yaklaşımı hakkında şu yorumu yapıyor: Alman hükümeti, ilk adımdan önce ikinci adımı atıyor. AB Durum Tespiti Direktifi şu anda revize ediliyor. Sonuç ise, demokratik bir karar alma sürecinde her zaman olduğu gibi, henüz belirsiz.

Ancak, Alman hükümeti Ulusal Tedarik Zinciri Yasası’nı şimdiden baltalıyor. Bu durum, şirketlere hiçbir raporlama yükümlülüğünün uygulanmadığı bir boşluk yaratıyor. Ancak raporlama yükümlülükleri olmadan, şirketlerin çevre koruma ve insan hakları konusundaki durum tespiti yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadıklarını belirlemek imkansız.

Tüketiciler yıllardır bir tedarik zinciri yasasına desteklerini dile getiriyor. Sürdürülebilir tüketimin mümkün olmasını ancak böyle bir yasa sağlar. Bir tedarik zinciri yasası olmadan, tüketiciler hangi ürünlerin gerçekten sürdürülebilir ve adil bir şekilde üretildiğini belirleyemez. Alman hükümetinin Tedarik Zinciri Yasası’nın bu temel bileşenini neden yerine yenisini koymadan kaldırdığı anlaşılamıyor.

Dernek ve kurumlara Alman hükümetinin yasa tasarısı hakkında görüş bildirmeleri için sadece on iki saat verilmesi, benzersiz ve kabul edilemez bir durum. Yasa tasarıları üzerinde toplantılar yaparak düşünmek, demokrasinin iyi kurallarından biridir. Bu yaklaşımın Tedarik Zinciri Yasası’na uygulanmaması şüphe uyandırıyor; amaç, gerçekliği yaratmak için işleri hızlandırmaktır.

Hükümet, ilgili lobicilerin baskısı altında Tedarik Zinciri Yasası’nda başarısız olursa, yurt dışından ithalat yapan şirketlerin, halihazırda uyguladıkları belgeleri sürdürmeye ve bunları diğer ithalatçılarla birlikte, tedarik zincirlerinin farkında olduklarını ve tüm tedarik zinciri boyunca çevre ve insan hakları standartlarına uyumu sağladıklarını açıkça gösterecek bir platformda yayımlamaya devam etmekten başka çareleri kalmayacak.

Geçen yıldan bu yana yürürlükte olan düzenlemeleri başarıyla uygulayanların, iki yıllık bir ara nedeniyle tüm tedarik zinciri belge yapılarını kaldırıp iki yıl içinde yeniden oluşturmaları pek olası değil. Ancak bu firmalara kontrolleri gevşetme ve sömürüyü artırma fırsatı verecek.

Çeviren: Semra Çelik

Mesele Rayner ya da Farage değil, süper zenginlerin vergilerini ödemekten nasıl kaçtıkları

Rebecca Gowland
The Guardian/İngiltere

Bu hafta Angela Rayner’ın ikiyüzlülükle suçlanmasının yarattığı sevinci görmek yorucu oldu, ancak bu servet eşitsizliğinin sona ermesini talep etmek için boyun eğmeyen herkes aynı saldırıya maruz kalıyor. Sistemin tamamen kendi lehlerine ayarlandığını ilk elden gören, bunun ne kadar yanlış olduğunu bilen ve bunu değiştirmek isteyen milyonerler, sosyal medyada ve basının belirli kesimlerinde benzer sözlü saldırılara maruz kalıyor. Sanki çok fazla protesto ediyorlarmış gibi…

Bu haftaki siyasi vergi haberlerini ele alalım, biri büyük, diğeri ise büyük ölçüde görmezden gelindi. Rayner’ın vergi davranışı, uygun tavsiye ve planlama eksikliği nedeniyle hükümet için siyasi bir kabusa dönüştü. İşçi Partisi hükümetinin ön sıralarında yer alan biri, yeterince vergi ödemediği için nasıl istifa etmek zorunda kalabilir? Ayrıca, Reform UK liderinin (Farage) vergi uygulamaları da incelendi. Daha önce vergi kaçırmaya çalışanları “ortak düşman” olarak eleştirmiş olmasına rağmen gelirinin bir kısmını bir şirkete aktararak ödemesi gereken vergiyi azalttığı bildirildi.

Her iki politikacı da nispeten zenginlerin kullanabileceği araçları kullandı veya kullanmaya çalıştı. Ancak daha da büyük bir sorun var. Zengin veya süper zengin olduğunuzda, danışmanlarınızın vergi faturanızı azaltmaya çalışabileceği giderek daha fazla kanal ortaya çıkıyor.

Gerçeği kabul edelim, çoğumuz bir şekilde vergi konusunda ikiyüzlü davranabiliriz. Hepimiz, vergi yükümlülüklerini azaltmak amacıyla nakit ödeme yapan tesisatçılar ve tamircilerin hikayelerini biliriz. Bu düzeyde vergi kaçırmak yanlıştır, ancak önemli bir fark var. Sokak düzeyinde olanlar, süper zenginlerin kendi lehlerine eğilmiş bir sistemi sömürerek milyarlarca dolar kaybetmesiyle karşılaştırılamaz…

Bir tesisatçıya yapılan nakit ödeme, süper zenginlere katkı paylarını en aza indirmenin yollarını öğreten varlık yönetimi şirketleri nedeniyle kaybettiğimiz vergilere kıyasla devede kulak kalır. Farage’ın ödediği vergiyi azaltma yöntemi bile, ciddi servete sahip olanlara kıyasla gülünçtür. “Başarılı girişimcilerin ve yatırımcıların vergi yüklerini azaltmalarını sağlayan bütünsel, yasal stratejiler” sunan servet danışmanlığı şirketi Nomad Capitalist’in ana konuşmacısı olarak son zamanlarda ücretli bir konuşma yaptığı düşünülürse, bunu biliyor olması gerekir. 

Tröstlerden ortaklıklara, özel sermayeden sermaye kazançlarının düşürülmesine, servetin offshorea taşınmasına, servet stokları üzerindeki gülünç vergi eksikliğine kadar, en zenginlerin vergi yüklerini azaltabilecekleri sonsuz sayıda yol ve onlara bu konuda yardımcı olan sonsuz sayıda varlık yönetim şirketi vardır. İngiltere’nin vergi sisteminin işleyişi, en çok paraya sahip olanlara en keskin araçları sunarken, diğer herkese neredeyse hiçbir şey bırakmıyor. Onların efektif vergi oranı çok daha düşük. En iyi niyetli milyonerlerin bile, katkı paylarını nasıl azaltacakları konusunda tavsiye almış olmaları muhtemeldir. Farage gibiler bunu biliyor. Ve gerçek ikiyüzlülük kesinlikle burada yatıyor.

Rayner’ın istifasına rağmen, bu sorunu çözebilecek tek bir eylemi asla olmayacaktır. Vergi sistemini yeniden dengelemek için ulusal düzeyde bir eylem gereklidir, aksi takdirde durum daha da kötüye gidecektir. Bu yılın başlarında, Ulusal Denetim Ofisi, en zengin kişilerin vergi işlerinin karmaşıklığının, vergi planlaması ve kaçırma fırsatlarını artırdığını, zengin vergi mükelleflerinin son yıllarda daha az ceza aldığını ve zengin kişilere yönelik cezai kovuşturmaların da azaldığını belirtmiştir. 

Buna göz yummaya devam edemeyiz.

Hükümet, özellikle süper zenginlerin vergi kaçakçılığına karşı sert önlemler almalıdır, ancak ülkemizi dönüştürmek ve bir sonraki seçimlerde şansını denemek istiyorsa, bundan çok daha fazlasını yapmalıdır. En zenginlerin vergilerini artırmalıdır. Tüm gelir türleri (sermaye kazançları gibi) üzerindeki vergi oranını eşitlemek, sistemimizi basitleştirmeye ve vergi kaçakçılığı önlemlerinin kullanılmasını zorlaştırmaya yardımcı olacaktır. Ve 10 milyon sterlinin üzerinde geliri olanlara yüzde 2 vergi uygulamak, servet vergilendirme sistemimizdeki dengesizliği gidermek için harika bir yol olacaktır.

Şu anda kimin ne kadar vergi ödeyeceği konusu bireylere odaklanıyor, ancak bu durum hükümeti, en zenginlerin vergi kaçakçılığı sorununu ele alan ve aşırı servetlere yönelik iddialı bir vergi politikası reformu başlatan bir vergi stratejisi oluşturmaya da teşvik etmelidir.

Bütçe yaklaşıyor. Bu hükümetin bu siyasi sorunu popüler bir konuya dönüştürme fırsatı var. Bu fırsat, süper zenginlere vergi uygulamaktan geçiyor.

Çeviren: Sarya Tunç

(Dış Haberler)

Evrensel / 14.09.25