Demokrasi mücadelesi ve toplumsal devrim-3

Biz marksistler reformlara karşı olmak bir yana reformları devrim mücadelesinin ayrılamaz bir parçası kabul ederiz. Burada sorunun özü ve esası, reform-devrim diyalektiğinin ele alınışında yatmaktadır.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Dünya
  • |
  • 14 Kasım 2025
  • saat-icon
  • 08:00

Reform-devrim diyalektiği

Konunun bir başka yanına, demokrasi mücadelesi ve toplumsal devrim sorununun devrim-reform diyalektiği üzerinden ele alınmasına geçiyoruz. Biz marksistler reformlara karşı olmak bir yana reformları devrim mücadelesinin ayrılamaz bir parçası kabul ederiz. Burada sorunun özü ve esası, reform-devrim diyalektiğinin ele alınışında yatmaktadır. Marksist bir devrimci için reformlar devrim mücadelesinin yan ürünleridir. Reformlara elbette karşı değiliz. Herşey bir yana, konumuz kapsamında üzerinde durduğumuz sorunlar, belli sınırlar içerisinde gerçekte birer sosyal-siyasal reform isteminden öte bir şey değildir. Bütün sorun ise, bu reform istemlerini devrim perspektifi içinde ele almak, onlar uğruna mücadeleyi her durumda devrim mücadelesine bağlayabilmektir. Lenin, kautskicilerin demokrasi sorununa ilişkin reform istemlerini formüle etmesi hiç de yanlış değildir diyor ve ekliyordu: Kautskicilerin temel hatası, ancak devrimci bir bakış açısıyla öne sürülebilecek bu türden istemleri reformcu bir tutumla ortaya koymalarındadır. Onları geleceğe, toplumsal devrime göre değil, fakat geriye, barışçıl kapitalizme göre ele almalarındadır.

Demokratik hak ve özgürlükler, laiklik, siyasal bağımsızlık, güncel iktisadi, sosyal ve kültürel istemler vb. kuşkusuz önemlidir ve gündelik mücadelenin konusudur. Marksist açıdan tartışma, bunların devrimci bir bakış açısıyla el alınabilmesi üzerinedir. Devrimci partinin sorunu ve dolayısıyla görevi, bu istemleri toplumsal devrime göre formüle etmek, böylece reformlar uğruna mücadeleyi devrim mücadelesine bağlayabilmektir. Reform istemlerini önemsemek, ciddiye almak, sahip çıkmak, ama bunu hep de toplumsal devrim perspektifi içinde ele almak, mücadeleyi bu devrimci bakış açısıyla yürütebilmektir. Buna devrim-reform diyalektiği diyoruz. Devrim ile reformu karşı karşıya getirmiyoruz, yalnızca aralarındaki ilişkiyi ve bütünlüğü doğru bir biçimde kuruyoruz. Devrim esastır, stratejik ve temel olandır. Reformsa taktik, dolayısıyla stratejik olana tabi olandır, onun içinde ve ona göre ele alınan ve anlamlandırılandır. Reformları devrim perspektifi içinde ele almak, onları devrim mücadelesini büyütmenin bir imkanına çevirmek, devrim mücadelesinin temel önemde bir sorunudur ve devrimci sınıf partisi olabilmenin ayırt edici bir özelliğidir.

Demokrasi mücadelesi 19. yüzyılın son çeyreğine kadar daha çok feodalizme ve mutlakiyete karşı mücadele kapsamındaydı. 20. yüzyıl ile birlikte tüm bu sorunları artık kapitalist düzenin kendisi üretir hale geldi. Bütün bu sorunların kaynağında artık kapitalizmin kendisi, onun burjuva sınıf egemenliği istemi var. Kapitalist düzen bu sorunları döne döne yeniden üretir, üretmektedir. İşte bugün bir kez daha temel özgürlükler sorunuyla yüz yüzeyiz, üstelik dünya ölçüsünde.

Türkiye gibi bağımlı ve göreli olarak geri ülkelerde temel demokratik özgürlükler sorunu tarihsel olarak çözülmemiştir. Elbette bazı kazanımlar elde edilebilmiştir. Ama bunlar sınırlı ve güdük kalmış, dahası sürekli biçimde saldırı altında olmuş, belirli dönemlerde ise tümden gasp edilmiştir. Ama birkaç on yıldır emperyalist metropollerde bile bu hak ve özgürlükler sistemli bir saldırı altındadır. Sürekli biçimde budanmakta, sınırlanmakta, polis devleti uygulamaları öne çıkmakta, yasallaşıp kurumsallaşmaktadır.

Tüm bu gelişmelerin de etkisiyle emperyalist metropollerde sınıf mücadelesi geri geliyor. Krizler ve savaşlar bu haklara yönelik saldırılara, giderek onların gaspına yol açıyor. Ama tersinden de, işçi sınıfı ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler konusundaki duyarlılığını güçlendirecek, buna yönelik mücadelelerin önünü açacaktır. İşçiler grev yapmaya kalkacak ama ya sınırlanacak ya da dosdoğru engelleneceklerdir. Kitleler protesto örgütlemek isteyecek, ama sınırlanıp yerine göre de engelleneceklerdir. Avrupa’da ve ABD’de üniversite özerkliği daha şimdiden ayaklar altında. Kendi üniversitesinde Filistin’deki soykırımını protesto eden öğrencilere müsamaha gösteren rektör anında görevden alınıyor. Polis giriyor üniversitelere. Bu düne kadar Türkiye gibi ülkelerdeki bir uygulamaydı. Ama artık dünya ölçüsünde genelleşiyor. Filistin’deki soykırıma karşı tepkileri bastırmak üzere Almanya’da, Amerika’da, Fransa’da yaşanıyor bunlar.

Bütün bu mücadelelerin önem kazandığı bir tarihsel evrenin içindeyiz, dolayısıyla buna ilişkin ilkesel ve teorik bakışımızı yeniden güçlendirmek durumundayız, demiştim. Bunu öncelikle demokrasi mücadelesi ve toplumsal devrim ilişkisi üzerinden ortaya koymaya çalıştım. Şimdi aynı şeyi reform-devrim diyalektiği üzerinden ortaya koymaya çalışıyorum. Bu sorunlar reform istemleri olarak, yani gündelik ihtiyaçlar olarak gündeme geleceklerdir. Ama biz devrim-reform bağlantısını devrimci bir perspektif içinde ele almak, reformları hep devrim hedefine göre formüle etmek ve bu mücadeleyi devrimci bir tarzda yürütmekle yükümlüyüz. Bu sorunlar kurulu kapitalist düzenden kaynaklanıyor, dolayısıyla bu sorunlar uğruna mücadele de kurulu toplumsal düzene karşı mücadeleye bağlanmalıdır. Sorunun reform-devrim diyalektiği içinde ele alınışı, yani devrimci bakış ve konum bunu gerektirir.

Türkiye de artık kapitalist-emperyalist dünya ilişkileri içinde modern kapitalist bir ülkedir. Türkiye’de siyasal sorunların sınıfsal kaynağı da artık tümüyle egemen sınıf olarak burjuvazi ve onun uluslararası emperyalist dayanaklarıdır. Dolayısıyla demokratik siyasal sorunlar uğruna mücadele, emperyalist dayanaklarıyla birlikte bu sınıf egemenliği sistemine karşı mücadeleye bağlanmak zorundadır.

Azami-asgari program sorunu

Sorunun bir de “azami-asgari program” sorunu üzerinden ele alınışı var. Çarlık Rusyası burjuva demokratik devrim sürecinde yarı-feodal bir ülkeydi. Bunun gereği olarak partinin azami programının yanı sıra bir de asgari programı vardı. Demokratik cumhuriyet, 8 saatlik işgünü ve köylüye toprak eksenli bir programdı bu. 1917 Şubat Devrimi’ne kadar olan bütün bir dönemin üç temel şiarı idi bunlar.

Fakat aynı dönemde Avrupa’nın kapitalist ülke partilerinde de bir asgari program sorunu vardı. Bu ülkelerde burjuva demokratik devrim süreci esas olarak geride kalmış bulunduğunu göre, bu partilerde asgari program ne anlama geliyor olabilirdi? Ne türden bir ihtiyacın ürünüydü bu? Görünüşe bakılırsa asgari program, parti programının acil istemler, yani reform istemleri bölümünü oluşturmaktaydı. Yani programın işçi sınıfının acil ekonomik, demokratik siyasal ve sosyal istemlerinden oluşan bir alt bölümüydü. Gerçekte ise II. Enternasyonal’de azami programın tümden unutulduğunu, asgari programın, yani reformlar uğruna mücadelenin normal program haline geldiğini biliyoruz. Toplumsal devrim programı resmi planda duruyordu, “azami program” deniliyordu buna. Fakat bu aldatıcı bir süs ve söylemden ibaretti. Tüm tarihsel deneyim gösteriyor ki, reformlara dayalı asgari program gerçekte bu oportünist partilerin asıl platformu ve varlık nedeniydi. İzledikleri siyasal çizginin başı ve sonu buydu. Toplumsal devrim ya da sosyalizm ise belirsiz bir geleceğin sorunu olarak sisler arasında uzaklarda bir yerdeydi.

Gündelik olarak verdiğiniz mücadeleyi daha baştan ve hemen her sorunda, ilkesel ve pratik planda toplumsal devrim hedefine bağlamıyorsanız eğer, gerçekte böyle bir hedefiniz yok demektir. Reformu devrime, asgari istemler uğruna mücadeleyi toplumsal devrim uğruna mücadeleye bağlamak durumundasınız. Eğer bugünden bunu gündelik mücadele içerisinde anlamlandırmazsanız, toplumsal devrimi kabul edip ama onu geleceğin bir sorunu olarak belirsiz bir geleceğe bırakır, Kaf dağının ötesine, sisli bulutlarının arkasına itelerseniz, toplumsal devrim ve sosyalizm gerçekte sizin için boş bir laf olmaktan öteye gidemez. Bernstein bunu, “hareket (yani gündelik mücadele!) her şey, nihai hedef hiçbir şey!” diyerek en açık, en veciz ve elbette en arsız bir biçimde dile getirmiş, o günkü gerçek fiili durumun da böylece adını koymuştu. Bernstein’ın gerçek durumun teorisini yaparak partide gereksiz bir tartışma ve karışıklığa yol açmasından kaygı duyan kaşarlanmış oportünistler, parti içinde bu yeni tartışmayı resmi planda yersiz bulurken, özel yazışmalarında pratikte yaptığımız zaten bundan başka nedir ki diyerek de gerçek durumu itiraf etmiş oluyorlardı. Yani söz konusu partiler, fiili durumlarıyla zaten Bernstein’ın onları davet ettiği yerde bulunuyor, başka türlüsünü de düşünemiyorlardı.

Sosyalizm mücadelesi gündelik mücadelenizin içerisinde anlam bulmak durumundadır. Yarı-feodal ilişkilerin egemen olduğu toplumsal düzenlerin tarihsel olarak artık neredeyse tümden geride kaldığı günümüz dünyasında, bu tür bir “asgari program”ın da artık bir anlamı kalmamıştır. Asgari-azami program ayrımı bu açıdan anlamını yitirmiştir. Bunu artık reform-devrim diyalektiği içerisinde, gündelik mücadelenin toplumsal devrime, dolayısıyla sosyalizm mücadelesine bağlanması olarak ele almak gerekir.

Rusya’da demokratik devrim bir stratejik aşamaydı, asgari program bu aşamaya karşılık geliyordu. Yarı-feodal ilişkiler ve onun siyasal biçimi olan çarlık tasfiye edilmeden yeni bir stratejik aşamaya, sosyalist devrim aşamasına geçilemezdi. Devrim sürecinde bir stratejiden bir ötekine geçiş sınıf ilişkilerindeki köklü bir değişimi anlatır. Lenin “bütün köylülükle birlikte çarlığa karşı, yoksul köylülükle birlikte burjuvaziye karşı” derken bunu daha 1905’te dile getirmiş oluyordu. Devrimin sınıfsal hedefleri ve buna uygun olarak stratejik sınıf mevzilenmesindeki değişim bunun bir ifadesidir. 1918’de Kautsky ile ünlü polemiğinde ise devrim sürecinin bir bilançosunu çıkarıyor; olaylar, yani devrim süreci, ana çizgileriyle, tam da daha 1905’te öngördüğümüz gibi gelişti diyerek de bu gerçeğin altını çiziyordu.

Bugün karşımızda dosdoğru çıplak sermaye egemenliği var. Dolayısıyla stratejik bir devrim aşamasını anlatan bir asgari program olamaz. Aynı devrim programı içinde kitlelerin acil iktisadi, demokratik ve sosyal istemleri yer alır, ama bu asgari program formunda ortaya konulamaz. Reform-devrim diyalektiği içinde ortaya konulan istemlerdir bunlar. Programda da bu bakış açısıyla yer alırlar, buna göre sunulurlar.

Programımız, TKİP Programı, bu bakış açısının ürünüdür ve sorunun ortaya konuluşunun iyi bir örneğidir. Programımızın 6. Bölümü “Acil demokratik ve sosyal istemler” alt başlığı taşıyor. Reform istemleri, yani işçi sınıfı ve emekçilerin acil istemleri. Söz konusu başlık altında ise şu sunuş pasajı yer alıyor:

“Siyasal iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini stratejik devrimci görev sayan TKİP, bu temel hedefe sıkı sıkıya bağlı olarak, kitlelerin acil demokratik ve sosyal istemleri uğruna kararlılıkla mücadele eder. Proleter ve emekçi yığınları bu mücadele içinde etkilemeye, kendi öz deneyimleri temelinde eğiterek devrim mücadelesine kazanmaya çalışır. Demokrasi sorununun çözümünü proletarya devriminin bir parçası olarak ele alan TKİP, burjuvazinin devrilmesi mücadelesinde, bütün demokratik kurum ve özlemlerden etkin bir biçimde yararlanır.

“Bu bakış açısı çerçevesinde, başlıcaları aşağıda sıralanmış bir dizi acil demokratik ve sosyal istem ileri sürer:”

Bizim sorunumuz kurulu düzeni ortadan kaldırmak, mevcut egemen sınıf iktidarını devirmek, toplumsal devrimi zafere ulaştırmaktır. Kitlelerin gündelik ihtiyaçlarını, çıkar ve özlemlerini, dolayısıyla buna dayalı mücadelelerini de bu bakış açısıyla ela alırız. Bu acil istem ve çıkarlar uğruna mücadeleyi kendi başına amaçlaştırmak, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal köleliğini süreklileştirmek demektir. Bunu böyle ele alan herkes reformist bir konumdadır. Devrimci olan için asıl amaç, bu mücadeleler içerisinde kitleleri kendi öz deneyimleriyle eğitmek, birleştirmek, örgütlendirmek, güçlendirmek, gücünün bilincine varmasını sağlamaktır. Parti programımızın, söz konusu acil demokratik ve sosyal istemleri formüle etmeden önce, bununla neyin amaçladığına özenle açıklık getirmesi bundandır.

TKİP Programı’nın anılan 6. Bölümünde işçi sınıfını, olduğu kadarıyla köylülüğü, şehir yoksullarını, yarı proleterleri, küçük-burjuvazinin yoksul katmalarını, bu arada kadınları ve ezilen mezhepleri ilgilendiren demokratik ve sosyal istemler var. Konut sorunu, vergi sorunu, özgürlükler sorunu, sağlık sorunu, kadın sorunu vb... Programımızın bunu izleyen bir de 7. Bölümü var. Daha özel, işçi sınıfına özgü bir bölüm bu.  “Emeğin korunması” başlığı taşıyor. Yoksulluk ve yoksunluk maddi, manevi ve kültürel açıdan işçi sınıfı için son derece yıkıcı sonuçlar yaratır, fiziki ve moral çürümeye yol açar. Aç insan, yoksul insan beslenemez, barınamaz, fiziki olarak çürür. Vakit bulup kitap okuyamaz, tiyatroya ya da sinemaya gidemez, sosyal yaşama, kültürel etkinliklere katılamaz. Sonuçta kültürel açıdan sığ ve kısır kalır, çoğu durumda da yozlaşır ve çürür. Nitekim “Emeğin korunması” başlığı taşıyan bu bölümün sunuşu sorunu tam da bu biçimde tanımlıyor:

“TKİP, işçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmadan korunması, kendi kurtuluşu uğruna verdiği mücadelede savaşma gücü ve yeteneğinin yükseltilmesi için, ayrıca şu istemler uğruna mücadele eder:”

“Ayrıca” deniliyor, çünkü onu önceleyen bölümde demokratik ve sosyal istemler var. Öteki emekçi katmanları da ilgilendiren ortak istemler... Burada ise dar anlamda işçi sınıfı için “emeğin korunması” mücadelesi var.

Devrimci partinin programı devrim hedefine dayalıdır. Kitlelerin acil ekonomik, demokratik ve sosyal istemleri de ilkesel nitelikte sağlam gerekçelere bağlanarak bunun içinde anlamlandırılır. Partimizin programından aktarılan pasajlarda ifade edildiği gibi. Fakat dahası, bunlar program gerekçelendirilirken, çözümlenip izah edilirken ayrıca dile getirilir. Nitekim TKİP Kuruluş Kongresi’nin program üzerine tartışmalarında bu geniş ve ayrıntılı olarak yapılmıştır. Program sorunları üzerine konferanslar dizisinde (ki her biri bir kitap olarak sunulmuştur) bu gerekçelendirme ayrıca yapılmıştır.

“Demokrasi mücadelesi içinde eğitilmemiş bir proletarya...”

Konunun çok özel bir önem taşıyan bir başka yönü daha var. Bu Lenin’in tam da bu sorunlar üzerine “emperyalist ekonomistler”le tartışırken dile getirdiği temel önemde bir düşüncedir. Mealen, demokrasi mücadelesi içerisinde eğitilmemiş bir proletarya sosyalist devrimi zafere ulaştıramaz, en tam bir demokrasiyi kurmadıkça da sosyalizmi inşa edemez, der Lenin.

İlkin formülasyonun birinci bölümü üzerinde duralım. Bu, proleter kitlelerin mücadele içerisinde eğitilmesini, birleştirilmesini, örgütlenmesini ve böylece örgütlü bir mücadele içinde seferber edilmesini anlatmaktadır. Bu süreçlerden geçemeyen bir proletarya, kendisini köleleştiren egemen sınıf olan burjuvaziyi zaten alt edemez. Bu gücü bulamaz ve bu yeteneği gösteremez.

Kitleler gündelik duyarlılıkları üzerinden mücadeleye çekilebilir ancak. Fabrikaya gidiyorsunuz; karşınızda ilk adımda ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, sağlık sorunları vb. var. Kitleler gündelik çalışma yaşamı ve deneyimleriyle bunu etinde kemiğinde duyuyorlar, ama ne yapmaları ve nasıl yapmaları gerektiğini bilemiyorlar. Siz onlara birlik, dayanışma ve örgütlü mücadele yolunu gösteriyorsunuz. Kapitalist sömürünün gündelik koşulları zaten bir biçimde kitleleri tepki vermeye zorluyor. Kitlelerin bu kendiliğinden duyarlılıklarından hareketle onlara yol göstermeye çalışıyor, mücadele zeminleri buluyor ve geliştiriyorsunuz. Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, işçiler iktisadi ve sosyal sorunlarla ilgilidirler. Bazı durumlarda bizzat onlar gelip sizi buluyorlar ve sizden kendilerine yol göstermenizi istiyorlar. Siz işçilere birlik, dayanışma, örgütlenme ve mücadele yolunu gösteriyor ama hiç de bununla yetinmiyorsunuz. Evet, acil sorun ve istemleriniz uğruna birleşmeniz, örgütlenmeniz, kenetlenmeniz gerekir; ama daha da önemlisi, bu mücadeleyi bu rezil düzenin temellerine bağlamadıkça bir yere gidemeyeceğinizi de bilmeniz gerekir diyorsunuz. Mücadele pratiği ile iç içe bu bilincin verilmeye çalışılması, uzun aylar ve yıllar alacak bir sabırlı ve inatçı uğraş demektir. Gündelik mücadeleler içinde kitlelerin eğitilmesi denilen sürecin temel bir yönü budur. Bu sorunun yalnızca bir yanı, üstelik dar bir alanıdır.

Sorunun öteki yanı, işçi sınıfının dikkatini kendi dar sorunlarından toplumsal düzeydeki temel sorunlara çekmek, işçi sınıfını genel siyasal sorun ve istemler uğruna, temel demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadeleye çekmek, bu mücadele içinde eğitip örgütlemektir. Böyle bir mücadele içerisinde çok yönlü olarak eğitilmemiş ve hazırlanmamış bir proletarya zaten devrim yapamaz, bu yeteneği gösteremez. Örgütlenmesi, birleşmesi, kendi ilişkilerini demokratik bir tarzda kurması, demokratik kurumlar, mevziler, kazanımlar yaratması gerekir. Ancak bunlar üzerinden burjuvaziyle baş edebilir bir düzeye yükselebilir.

Demokrasi mücadelesi içerisinde eğitilmemiş bir proletarya devrim yapamaz, bu Lenin’in çok önemli formülasyonunun ilk bölümüydü. Ama bu mücadele içerisinde eğitilmiş ve sonuçta devrimi başarıya ulaştırmış bir proletarya, en tam bir demokrasiyi kurmadan da sosyalizmi inşa edemez, bu da aynı formülasyonun ikinci bölümü. Tarihsel olarak ikisi bir arada doğrulanmış bulunuyor. İlki Ekim Devrimi’nin zaferi üzerinden ve ikincisi sosyalizmi inşa deneyimlerinin bilinen akıbeti üzerinden. Sosyalizm deneyimlerinin başarısızlığı, sonuçta yenilgi ile sonuçlanması, aynı zamanda demokrasi mücadelesi içerisinde çok yönlü olarak eğitilmiş ve dolayısıyla iktidarı aldıktan sonra da kendi gerçek demokrasisini, yani sosyalist demokrasiyi kurmuş bir proletarya sorunudur.

Rus proletaryası siyasal sorunlara dayalı mücadeleler içerisinde eğitildi, bunun sağladığı güç ve deneyimle kendi burjuvazisini devirdi. Ama yüzde 90’ı köylülerden oluşan bir toplumda yaşandı bu. Bu mücadele içerisinde eğitilmiş ve hazırlanmış proletarya önce kısmen emperyalist savaş içinde, hemen ardından ise daha geniş ölçekte dört senelik iç savaşta kırıldı. Bu süreçlerde ülkenin görülmemiş yıkımı, onu sanayi temelinden de yoksun bıraktı. Devrim asgari bir sanayi temeli devralmadı, onu bizzat kurmak zorunda kaldı. Bunun anlamını ve sonrasını sosyalizmin sorunları başlığı altında ve daha ‘90’lı ilk yıllarda esası yönünden değerlendirmeye çalıştık. Hızlı sanayileşme süreci içinde mujiklerden devşirilmiş, dolayısıyla henüz kelimenin gerçek anlamında proleterleşmemiş, devrime hazırlık döneminin o son derece hayati eğitici süreçlerinden de geçmemiş, bu haliyle doğal olarak “en tam bir demokrasiyi kurmak” yeteneğinden yoksun yeni işçiler ile sosyalizm kurmaya çalışmanın belli zorunlu sınırları ve aşılması zor handikapları olacaktı. Öyle de oldu.

Yine de tüm bunları o günün tarihsel koşulları üzerinden anlamalıyız. Bugün artık tümüyle farklı tarihsel koşullar içindeyiz. Parti programımızın başlangıç bölümü bu açıdan son derece önemli, anlamlı, özlü ve yol göstericidir. Burada bir dizi önemli nokta var:

İlkin 20. yüzyılın kazanımlarını yitirdik ama sistem tüm temel çelişkileri ve onulmaz yapısal sorunlarıyla yerli yerinde duruyor. Bu nesnel zeminde mücadelede yeniden boy verecek ve bir kez daha devrimler dönemine doğru büyüyecektir.

Öte yandan, en umutsuz koşullarda en hayal edilemez işler başardık, ama buna rağmen yenildik. Ama bu yenilgi muazzam bir deneyim olarak önümüzde duruyor ve gelecekte işimize çok yarayacak. Nelerin nasıl yapılması gerektiği konusunda olduğu kadar, belki daha çok nasıl yapılmaması gerektiği konusunda bize yol gösterecek.

Ve nihayet, son tahlilde sosyalizmin kuruluşunu zaafa uğratan geri tarihsel-toplumsal koşullar, günümüz dünyasında artık geride kalmış bulunmaktadır. Geleceğin toplumsal devrimleri artık yarı-feodal mutlakiyetçi, ya da yarı-feodal yarı-sömürge ülkelerde değil fakat iyi kötü gelişmiş kapitalizm koşullarında zafere ulaşacaktır. Artık iktisadi-toplumsal ve teknolojik bakımdan kıyas kabul etmez düzeyde gelişmiş bir dünyadayız. Yeni devrimler dönemi bu zemin üzerinde, üretici güçlerin bu alabildiğine gelişmişliği koşullarında gerçekleşecek. Rusya proletaryası yarı-feodal Rusya’yı, yüzde 90’ı köylü olan bir ülkeyi devralmıştı. Artık yüzde 90’ı köylü olan bir ülke yok. Çin o zaman yarı-feodal, yarı-sömürge bir ülkeydi. Birkaç şehirde sınırlı bir proletarya dışında bir köylü toplumuydu. Şimdiyse son derece gelişmiş bir sanayi temeline sahip modern bir ülke. Aynı şekilde Hindistan, Türkiye, Brezilya, Güney Afrika, Güney Kore vb. ülkeler de... Artık dünyanın büyük bir bölümünde o geri tarihsel koşullar yok. İktisadi, sosyal, kültürel açıdan geri koşullar, örneğin Nepal’de, ya da Afrika’nın birtakım ülkelerinde hala da egemen olabilir. Ama bunlar zaten tarihsel gelişmenin yeni koşullardaki sürükleyici toplumları olmak özelliğinden halen yoksunlar.

Rusya geniş toprakları, çok zengin kaynakları ve önemli bir nüfusu olan büyük bir merkezi devletti, buradan gelen imkanları ve avantajları vardı. Ve belli sanayi merkezlerinde yoğunlaşmış proletaryası ile aydın kesimi şahsında önemli bir kültürel birikimi vardı. Dünyayı sarsabilen bir devrimi gerçekleştirmesini ve devrimi boğma girişimlerini boşa çıkarabilmesini buna borçluydu.

Öte yandan, Rusya’da işçi sınıfı devrimin öncü gücüydü fakat temel gücü değildi. Temel güç köylülüktü. Proletarya ona dayanmak zorundaydı, onsuz iktidarı elde tutacak koşullardan yoksundu. Türkiye’de bugün işçi sınıfı hem öncü ve hem de temel güç konumunda bir sınıftır. Elbette devrimi tek başına yapmayacaktır, kent ve kır yoksulları onun vazgeçilemez müttefikleridir. Ama bunlar temel değil yedek güçlerdir. İşçi sınıfı öncü olarak olduğu kadar temel güç olarak da belirleyicidir. Türkiye için geçerli olan günümüz dünyasının en az dörtte üçü için de geçerlidir.

Söylenmeye çalışılanları toparlamak üzere, TKİP Programı’nın sözü edilen Giriş bölümünün son pasajından yararlanabiliriz:

“Emperyalizm çağında üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkilerine başkaldırısı, 20. yüzyılın başından itibaren açık bir olgudur. İnsanlığı iki kez toplu yıkıma götüren emperyalist savaşlar, sayısız gerici bölgesel savaşlar, faşist barbarlık, tüm yıkıcı sonuçlarıyla ‘büyük bunalım’lar, sert sınıf mücadeleleri, iç savaşlar ve devrimlerden oluşan yüzyıllık bilanço, kapitalist dünya sisteminin onulmaz çelişkiler içinde debelendiğini, tarihsel bir sistem olarak bir genel bunalım aşamasına girdiğini kanıtlamıştır.

“20. yüzyıl sosyalizminin zamanla yaşadığı yozlaşma ve yıkım, bu kanıtlamanın değerini hiçbir biçimde azaltmaz. Sorunlar ve çelişkiler, dolayısıyla devrimi ve sosyalizme yönelimi üreten maddi zemin, bunun taşıyıcısı olan toplumsal güçlerle birlikte, yerli yerinde duruyor.

“Günümüz dünyasında proletarya devrimi ve sosyalizm için nesnel koşullar her zamankinden daha çok olgunlaşmıştır. Dünya devriminin yeni dalgası, gerek maddi koşullar ve gerekse tarihsel deneyim bakımından, çok daha ileri bir noktadan işe başlayacak ve bu kez nihai zafer için koşullar her bakımdan daha uygun olacaktır.”

Konudan biraz ayrılmış gibi oldum ama değil. Lenin'in demokrasi mücadelesi içinde birleştirilmiş, örgütlenmiş ve eğitilmiş bir proletarya ile devrimden sonra sağlam bir demokrasiyi kurmak zorunda olan bir proletarya üzerine görüşleri, 20. yüzyıl sosyalizm deneyimleri üzerinden alındığında, fazlasıyla önemli, anlamlı, açıklayıcı ve uyarıcıdır. Konumuzla da çok doğrudan bağlantılıdır.

***

Arada bir yoldaşın hatırlattığı önemli bir noktayı daha ekleyip bitirmek istiyorum.

Lenin, öyle durumlar olur ki, uğruna mücadele verdiğimiz demokratik istemlerin tek biri bile kapitalist rejim altında gerçekleşmeden pekâlâ toplumsal devrim zafere ulaşabilir, diyor. Demek istiyor ki, devrimci açıdan sorunun esası, bu istemlerin kurulu düzen altında ne ölçüde elde edilip edilemeyeceği değil, fakat bunlardan hareketle kitlelerin mücadeleye çekilebilmesi, birleştirilmesi, örgütlenmesi ve mücadele içinde eğitilmesidir. Kapitalist düzen altında bu sorunlar, kitlelerde sonu gelmez duyarlılıklar, özlemler, istemler yaratıyor. Devrimci partinin görevi, kitlelerin bu duyarlılıklarını güçlendirmek, bunların uyandırdığı istem ve özlemlere daha açık ve tam bir biçim vermek, bu doğrultudaki mücadele eğilimlerini cesaretlendirmek, böylece eyleme çekilmiş kitleleri mücadele içinde birleştirmek, örgütlemek, eğitmek ve bütün bu gücü ve enerjiyi sistemin temellerine yöneltmektir. Asıl sorun ya da sorunun esası tam olarak budur.

“Emperyalist ekonomizm” eğilimine kapılanlar, hiç de ezilen ya da sömürge ulusların sorunlarına ilgisiz değillerdi. Tersine ezilen ulusların hakları konusunda duyarlı ve sömürgelerin kesin kurtuluşundan yana idiler. Ama kurulu düzen altında ezilen uluslar için kendi kaderini tayin hakkını talep etmek, gerçeklikle alay etmektir diye düşünüyorlardı. “Gemi azıya almış bir emperyalizm çağında” ve kurulu düzen koşullarında bu olanaksızdır diyorlardı. Lenin ise, sorun hiç de kurulu düzen koşullarında bu hak ve istemlerin elde edilir olup olmadığı sorunu değildir, diye vurguluyordu. Bir devrim olmadan gerçek barışı elde edemezsiniz, birtakım devrimler olmadan sömürgelerin bağımsızlığını, ezilen ulusların kurtuluşunu sağlayamazsınız. Sorun hiç de bu değil. Sorun buradan gelen enerjiyi kurulu düzene karşı mücadeleye yöneltebilmektir. Lenin’in köylü sorununda olduğu gibi ulusal sorundaki üstünlüğü de burada. Yani devrimi başarıya ulaştırabilmek için bu duyarlılıklar üzerinden olanaklı her türden toplumsal enerjiyi açığa çıkarabilmek görüş ve çabasında...

Son olarak bir noktayı, taşıdığı çok özel önemden dolayı bir kez daha hatırlatmış olayım: Emperyalist ekonomistler konuyu daha çok ulusal sorun üzerinden tartıştıkları için, Lenin’in konuya ilişkin görüşleri genellikle ulusal sorun konulu makalelerde yer alıyor. Ama gerçekte demokratik siyasal istemler sorunu üzerine genel bir tartışmadır bu. Ulusal sorunsa bunlardan yalnızca biri, o sıra tartışmalarda öne çıkanıdır. Ulusal sorun, tarım sorunu, kadın sorunu, temel özgürlükler sorunu, cumhuriyet sorunu vb... Günümüzde çevre sorunu, ırkçılık sorunu, yabancı düşmanlığı sorunu, göçmen sorunu vb... Dolayısıyla Lenin'in ilgili metinlerindeki teorik yaklaşımı ya da mantığı tüm bu sorunlar üzerinden ele almak, tüm bu sorunlara da uygulamak gerekir.

 

www.tkip.org’dan alınmıştır...