21 Eylül tarihinde İstanbul Valiliği’nce üniversitelere gönderilen genelge ile “öğrenim faaliyetlerinin güvenli bir ortamda sürdürülmesi” için güvenlik önlemlerinin artırılması emredildi. Bu talimatla “suç/terör örgütlerinin eleman kazanmasının engellenmesi, provokasyonların önüne geçilmesi; siyasal, etnik ve mezhepsel farklılıklar kullanılarak yapmaya çalışacakları olayların engellenmesi” hedefleniyormuş.
Oysa asıl hedefleri, 19 Mart’ta barikatları aşarak baskı ve zorbalık düzenine korku salan üniversite gençliğinin mücadelesini ve örgütlenmesini engellemektir. Şüphesiz ki bunlar bizim için alışılmadık durumlar değildir. Özerk ve demokratik bir yapıya sahip olması gereken üniversitelerimiz ve kampüslerimiz, 12 Eylül’den bu yana her türden baskı ve zorbalık politikasının uygulandığı, biz öğrencilerin nefes almasının dahi zorlaştığı kurumlara dönüştürülmüştür.
Yıllardır kampüslerimize yerleştirilen faşist çetelerden, polis terörüne soruşturmalardan eylem yasaklarına gerçekleşen her bir uygulama gençlikten duyulan korkunun yansımalarıdır. Bu saldırılarla 19 Mart’ta barikatları yıkan irademizi, sesimizi duyurduğumuz her köşeyi, her geçen gün büyüyen öfkemizi ve hâlâ genç ve taze olan isyanımızı hedef alıyorlar! Direnişimizin “faturasını” kesip zorbalıkla bize ödetmeye çalışıyorlar!
Gençliğe yönelik saldırganlığı, “öğrenim faaliyetlerinin güvenli bir ortamda sürdürülmesi” şeklinde meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Oysa öğrenimin güvenli bir ortamda sürdürülmesinin önündeki en büyük engel, süregiden bu düzenin bizzat kendisidir. Üniversitelerde asıl güvenlik sorunu, kampüslerimizin her türden gericiliğin yuvası hâline getirilmeye çalışılması ve sermayenin, salyaları akarak yurtlarımıza ve kampüslerimize bir akbaba gibi çöreklenmesidir!
Parasız ve bilimsel eğitim hakkımızı, nitelikli beslenme ve barınma hakkımızı, üniversitelerde giderek daraltılan özgürlük alanlarımızı savunurken, kulüp ve topluluklarda yürüttüğümüz çalışmalarda bile faşist çetelerin, ÖGB'nin ve sivil polislerin saldırılarıyla karşı karşıya kalıyoruz!
Tabiri caizse, kendisinden farklı şekilde nefes alan gençleri bile hedef haline getiren faşist ve gerici çetelerin cirit attığı, sesini çıkaran öğrencilerin disiplin soruşturmalarıyla, uzaklaştırma cezalarıyla susturulmaya çalışıldığı üniversitelerde “özgürlükten” ve “güvenlikten” bahsetmek kaba bir riyakârlıktır.
Üniversitelerde gelişen ve gelişecek olan direnişlerin, hak arama eylemlerinin ve öğrencilerin örgütlenme çabalarının doğrudan hedef alındığı bir ortamda ne özgürlükten ne de güvenlikten söz edilebilir.
Bunun en açık göstergesi, yeni dönemin başlamasıyla birlikte artan saldırılardır: Stantlarımıza saldırıyorlar, kayyum rektörler eliyle kulüp ve topluluklarımızı kapatıyorlar, üniversiteleri adeta karakola çeviriyorlar!
Tek yolumuz direnmek ve örgütlenmektir!
Çok uzak değil, yakın tarihimize bakarsak kampüslerde ve yurtlarda bu çürümüş zorba düzenin izlerini her tarafta görebiliriz. Daha bu yazının yazıldığı günlerde bir öğrenci kaldığı KYK yurdunun 4. katından düşerek hayatını kaybetti. Osmaniye’de sıcak su olmadığı için soğuk suyla duş alan arkadaşımız Kasım Bulgan kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti. Ya daha önce kaybettiklerimiz… Zeren Ertaş, KYK yurdunda ihmalden dolayı asansör kazasında hayatını kaybetti. Sibel Ünli, yaşadığı ekonomik zorluklardan dolayı hayatına son verdi. Sayısız sıra arkadaşımız üniversitelerinde hocaları tarafından sözlü veya fiziksel istismara uğradı/uğruyor. Yurtlarda sıcak suyu, rahat nefes alınabilecek odaları, insana yaraşır yemekleri bıraktık, artık taciz edilmeden yaşamak bile neredeyse imkansız hale geldi. Yemekhanelerde ya aç kalıyor ya zehirleniyoruz. Çalışmak zorunda kalan arkadaşlarımız eğitimine devam edemiyor. İşçiler kampüslerimizde çalıştıkları inşaatlardan düşüp hayatını kaybediyor. Üniversitede bizlere “nitelik”, “prestij” diye pazarladıkları şey savaş sanayine çalışmak oluyor. “Proje” adı altında emperyalistlerin kullanacağı, sayısız insanın katledileceği savaş araçları ürettiriliyor bizlere.
İşte genelgede bahsi geçen ve “kutsanan” o “güvenli üniversite ve yurt” budur. “Provokasyon” diye tanımladıkları şey ise bizim bu berbat düzene ve gidişata karşı haklı sesimizi yükseltmemizdir!
Bizler bu düzende ruhen tükenir, üniversitelerden ve eğitimden bir bir uzaklaştırılırken onların cepleri doluyor. “Parasız, nitelikli eğitim almak, insan gibi yaşamak istiyoruz” dediğimiz için bizleri hedef alıyorlar. Haklı olduğumuzu biliyorlar ve bundan korkuyorlar. Elbette korkmakta haklılar, öfkemiz büyük! Büyüyen öfkemizi onlarda görüyorlar. Bilinmelidir ki, bizler geri adım atmayacak bu karanlığa hapsolmayacağız. Geçmişten aldığımız güçle, Mart isyanının öfkesiyle bizlere dayatılan bu baskı ve zorbalığa karşı mücadeleyi yükseltecek, zulme öfkemizi haykırmaya devam edeceğiz!
Haklarımız ve geleceğimiz için “birleşik mücadele ve örgütlü direnişi” ete kemiğe büründüreceğiz.
Unutmayın: İsyanımız genç, öfkemiz büyük!
İstanbul Üniversitesi’nden bir DGB’li