Emperyalist/Siyonist güçlerle Körfez şeyhlerinin baskıları karşısında diz çöken Lübnan hükümeti, utanç verici bir karara imza attı. Lübnan direnişini silahsızlandırmak için karar alan Nevaf Selam başkanlığındaki hükümet, sürecin sonlandırılması için üç ay süre belirledi. Lübnan ordusunu “silahsızlandırma planı” hazırlamaya çağıran hükümet, Tel Aviv’deki soykırımcı çetenin “güvenliği” için Lübnan’ı iç savaşa sürükleyebilecek bir adım attı.
Hizbullah ve Emel hareketini temsil eden bakanlar, hükümetin aldığı kararın onaylandığı toplantıya katılmamıştı. Bu ise alınan kararın geçersiz olduğu anlamına geliyor. Zira Lübnan anayasasına göre bir kararın geçerli olabilmesi için mecliste temsil edilen taraflarca onaylanması gerekiyor. Buna rağmen meclisin en kalabalık grubunu oluşturan Şii milletvekillerinin iradesini hiçe sayan Nevaf Selam ve suç ortakları, ABD emperyalizmi ile Suudi gericiliği önünde diz çökerek bu kararı aldı. Bu karar, işbirlikçilerin halklar için ne kadar tehlikeli olabileceğini göstermesi bakımından ibretliktir. Zira Lübnanlı Sünnileri temsil ettiğini iddia eden Nevaf Selam, Gazze’de Filistinli “Sünnilere” soykırım yapan İsrail’in güvenliği için, ülkesini yıkıcı bir iç savaşın içine atabilecek kadar düşkünleşebileceğini ispatlamıştır.
Savaşla başaramayınca işbirlikçilere havale ettiler
ABD-İsrail tarafından başlatılan, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi emperyalist devletler tarafından desteklenen Gazze soykırımına ilk tepkiyi Lübnan Hizbullah’ı vermişti. 8 Ekim 2023’te “Gazze’ye destek cephesi” açan Hizbullah, İsrail-ABD barbarlığına karşı en net tutum alan parti oldu. Lübnan sınırı boyunca işgalci İsrail savaş makinesine yönelik saldırılar gerçekleştirdi. İsrail saldırılarına belli bir angajmana göre karşılık verdi. ABD ile diğer emperyalist devletlerin tehditlerine boyun eğmedi. Önerilen rüşvetleri ise elinin tersiyle iterek reddetti.
Bu tutum Hizbullah’a ağır bir bedele mal oldu. Partinin lideri Hasan Nasrallah ile çok sayıda üst düzey direniş komutanı, binlerce siville birlikte katledildi. Parti militan ve taraftarlarının kullandığı çağrı cihazları ve telsizler, türünde ilk olan bir “sınır aşan devlet terörü” saldırısıyla patlatıldı. Bundan dolayı binlerce kişi öldü, yaralandı ya da sakat kaldı. Partiye destek veren Şii ağırlıklı köy, kasaba ve başkent Beyrut’taki Dahiya bölgesi, İsrail-ABD bombardımanlarıyla ağır bir yıkıma uğratıldı. Geçtiğimiz Ekim ayında Lübnan hükümeti ile ateşkes imzalamasına rağmen İsrail bombardımanları devam ediyor. Dinci-faşist Netanyahu rejimi, altına imza attığı ateşkesi binlerce kez ihlal etti. Bu sürede yüzlerce kişiyi katletti, binlerce kişiyi yaraladı.
Vahşette sınır tanımayan ABD-İsrail saldırılarıyla Lübnan direnişinin çökertileceği var sayılıyordu. Nitekim peş peşe gerçekleştirilen saldırıların ardından yoğun bir bombardımana başlayan İsrail, Litani nehrine kadar olan bölgeyi işgal etmek için karadan da saldırdı. Ancak ağır kayıplara uğramasına rağmen, Hizbullah’ın halen büyük bir direniş kapasitesini koruduğu görüldü. Güçlü bir direniş gösteren Hizbullah gerillaları, işgalci İsrail ordusuna sürekli kayıplar verdirerek işgal saldırısını püskürttü. Ateşkes talep eden İsrail-ABD tarafı oldu. Tel Aviv’deki soykırımcı çete ile Beyaz Saray’daki hamilerinin hevesleri kursaklarında kaldı. Direniş darbeler aldı ama devrilmedi.
Faşist Trump rejiminin Lübnan’a dayattığı plan, “Lübnanlıları birbirine kırdırarak İsrail’i direniş ‘belasından’ kurtarma” hesabına dayanıyor. Zaten bir kısmı enkaz olan Lübnan’ın yakılıp yıkılması ya da etnik-dinsel-mezhepsel boğazlaşmaların ortalığı kan gölüne çevirmesi olasılığı ise emperyalistleri ilgilendirmiyor. Zira emperyalizm, Gazze’deki soykırımı “keyifle” izleyen iğrenç bir zihniyeti temsil etmektedir.
Lübnan “ordusu” ne yapar?
Trump’ın Ankara büyükelçisi diye atadığı ancak kendini “Ortadoğu sömürge valisi” sanan Tom Barrack, Beyrut’a giderek Lübnan hükümetini tehdit etti. “Terörist Hizbullah’tan kurtulmak zorundasınız” diye küstahça buyurdu. “Silahlar sadece Lübnan ordusunda olmalı” diye “talimat” veren Siyonist Barrack, “İsrail’in Lübnan’ı bombalamayı durdurması konusunda güvence veremem” diyerek küstahlıkta sınır/ölçü tanımadığını gösterdi.
Barrack’a göre İsrail Lübnan’ı bombalamaya devam ederken, Nevaf Selam hükümeti Hizbullah’ı silahsızlandırmalı. Eğer silah bırakmazsa, Lübnan ordusu silahlara zorla el koymalıdır. Yani sömürgeci Barrack, “Lübnan ordusu ile Hizbullah derhal savaşa başlamalı ki, Tel Aviv’deki soykırımcı çete kendini güvende hissetsin” demeye getiriyor. Barrack tipi bir sömürgeci, ancak Nevaf Selam gibi düşkün bir işbirlikçi başbakan olduğunda bu kadar küstahlaşabilir.
Güya Hizbullah’ı silahsızlandırarak Lübnan ordusunun tüm ülkede kontrol sağlaması hedefleniyor. Bu iddiaya Lübnan’da kargalar güler. Zira ABD, Fransa, İngiltere gibi emperyalist devletler, Lübnan ordusunun “bir polis kuvveti” sınırlarını aşmasına izin vermez. Bu “ordu” İsrail’in onay vermediği tek bir silahı bile envanterine katamaz. Başbakan üzerinde kontrol kuran Suudi Arabistan da aynı dayatmayı destekliyor. Lübnan’da gerçek bir ordunun oluşturulmasına emperyalistler izin vermez. Hal böyleyken direnişi silahsızlandırabilselerdi, Netanyahu ve başında bulunduğu çeteyi kimse durduramazdı. Gerekirse Beyrut’u bile işgal ederlerdi. Çünkü Lübnan “ordusunun” işgalci İsrail askerlerine ateş açabilecek gücü yok. Polis kuvveti gibi olan bu orduyu İsrail kısa sürede imha ederdi. Oysa direnişi imha etmek bir yana, ABD ile diğer emperyalist devletlerin verdiği sınırsız desteye rağmen, Lübnan direnişi dimdik ayaktadır. Hizbullah’ın silahları olmasaydı, İsrail Lübnan’a en iyi ihtimalle “Batı Şeria modeli” dayatırdı. Netanyahu’nun ajanı gibi ortalıkta dolaşan Tayyip Erdoğan’ın dostu Barrack, tam da bu hedefe ulaşmak için Lübnanlılar üzerinde psikolojik terör estiriyor.
Naim Kasım son noktayı koydu
ABD, Fransa, Suudi Arabistan kaynaklı baskılar altında Nevaf Selam hükümetinin aldığı gayrı meşru kararı, Lübnan’daki Amerikancılar “zafer” havasında kutladı. Emperyalist/Siyonist güçlere hizmet eden Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerin güdümünde olan cihatçı terör şebekeleri de alınan kararı el ovuşturarak karşıladılar. Bu tutum şaşırtıcı değil. Zira sadece ABD/İsrail değil, onlarla işbirliği yapan rejimler de cihatçı-faşist örgütler de Lübnan direnişine diş biliyor.
Bu düşkün uşak takımına göre emperyalist/Siyonist işgal her yere yayılabilir. Ancak halkların buna karşı direnmesi “terör” kapsamına girer ve imha edilmelidir. Buna göre işgalcilerin katlettikleri kişiler gömülür, geride kalanlar ise “biyolojik olarak hayatta kalma” karşılığında “Netanyahu-Colani” tipi rejimleri kabul eder. Dahası, bu rejimlerin hükmü altında onursuz, her tür insani ve ahlaki değerini bir kenara atarak kölece yaşamayı içine sindirir…
Fakat, küstahlıkta sınır tanımayan sömürgeciler ve onlar için tetikçilik yapanların bu hevesleri kursaklarında kalacak. Hem direniş adına hem de direnişe yakın isimlerin yaptığı pek çok açıklamada, işgal devam ettiği sürece silah bırakmanın söz konusu olmayacağı ifade edildi. Lübnan hükümetinin gayrı meşru kararının ise “yok hükmünde” olduğu vurgulandı. Hizbullah lideri şeyh Naim Kasım’ın 15 Ağustos’ta yaptığı açıklama ise bu tartışmalara son noktayı koydu. Direniş de silahları da meşrudur!
ABD ile Siyonist rejimin önünde diz çöken hükümeti sert ifadelerle mahkum eden Kasım, olası bir iç çatışmadan direnişi silahsızlandırma kararı alanların sorumlu olacağını belirtti.
“İşgal sürdüğü ve saldırganlık devam ettiği sürece direnişin silahlarını asla teslim etmeyeceğiz” şeklinde konuşan Hizbullah lideri, alınan kararın direnişçilerin ve ailelerinin kolayca öldürülmesine zemin hazırladığını vurguladı.
“Topraklarımızı savunmak gibi asli görevinden feragat eden hükümet, herhangi bir fitne durumunun tüm sorumluluğunu üstlenmiştir,” ifadelerini kullanan Kasım, “Biz fitne istemiyoruz ama birileri bunun için uğraşıyor” dedi.
"Direniş, meşruiyetini şehitlerinin kanından alır, sizden değil…” ifadeleriyle Amerikancılara hitap eden Kasım, kendilerinin Kerbela’daki gibi Amerikan-İsrail projesine karşı savaşacaklarını ve zafere olan inançlarının tam olduğunu vurguladı. Bu açıklama ile Hizbullah, tutumunu net bir şekilde en üst düzeyde ortaya koymuş oldu.
Bu arada, yüzsüzlükte sınır tanımayan Nevaf Selam ise şeriatçı Suudi Arabistan rejiminin borazanı olan Eş Şarku’l Avsat gazetesine verdiği röportajda, Naim Kasım’ın konuşmasının “Örtülü iç savaş tehdidi” olduğunu söyledi. Görünen o ki, Lübnan’daki olayların seyri, Nevaf Selam başta olmak üzere Beyrut’taki Amerikan uşaklarının bundan sonra alacağı tutuma bağlı olacaktır…