Son haftalarda Azerbaycan ile Rusya arasında tırmanan diplomatik kriz, bölgesel jeopolitikte göz ardı edilemeyecek bir kırılmaya işaret ediyor.
Rusya’nın Yekaterinburg kentinde iki Azerbaycan vatandaşının şüpheli biçimde öldürülmesiyle su yüzüne çıkan gerilim, iki devletin güvenlik güçleri arasındaki bir çekişmenin ötesinde anlamlar taşıyor. Olay, Azerbaycan’daki resmi ve yarı-resmi söylemlerde doğrudan Moskova'yı suçlayan açıklamaların yapılmasına ve diplomatik düzeyde protestolara vesile edildi. Ancak dikkatli bir bakışla, bu çıkışların yalnızca “vatandaşını koruma” refleksiyle sınırlı olmadığı rahatlıkla görebilir.
Bakü yönetiminin Rusya’ya karşı alışılmışın dışında sert bir tutum takınması, esasen bölgede değişen güç dengelerinin sonucu. Azerbaycan, 2020 yılında İsrail ve Türkiye’nin desteği ile Ermenistan’a karşı kazandığı savaşla hem askeri hem politik gücünü artırmıştı. Ardından gelen Ukrayna savaşı ise Rusya’nın Güney Kafkasya’daki etkisini ciddi biçimde zayıflattı.
Artık sadece zayıflamış bir bölgesel aktör değil, aynı zamanda diplomatik manevra alanı daralmış, ekonomik yaptırımlar altında sıkışmış bir büyük güçten söz ediyoruz.
İşte tam da bu nedenle Azerbaycan, bugüne dek denge siyaseti izlediği Moskova'ya karşı daha açık bir “meydan okumaya” girişiyor. Ama bu meydan okumanın yalnızca içsel dinamiklerle açıklanamayacağı da açık.
Görünmeyen aktörler ve satranç tahtasındaki hamleler
Yekaterinburg'daki ölümler, Bakü'nün Moskova’ya yönelik dış politikasında keskin bir dönüş yapmak istediğine işaret ediyor.
Eskiden benzer vakalar karşısında “temkinli diplomasi” yolunu tercih eden Azerbaycan, bu kez hızla Rus Büyükelçiyi Dışişleri’ne çağırdı, uluslararası medya organlarında Rusya’yı hedef alan yayınlara izin verdi ve hatta Rusya'nın kültürel diplomasi kanallarına baskınlar düzenledi. “Sputnik” ofisine yapılan baskın ve gözaltına alınan gazetecilerin FSB ajanı olduklarının iddia edilmesi, krizin yalnızca yüzeyde değil, istihbarat katmanında da derinleştiğini gösteriyor. Oysa geçmişte benzer vakalar yaşanmış, örneğin 2021’de bir Azeri gencin Rus polisi tarafından öldürülmesi büyük tepki yaratmamıştı. Bu kıyaslama, Azerbaycan’ın tutumundaki değişimin rastlantısal olmadığını ortaya koyuyor.
Bu durumda şu soru ister istemez akla geliyor, Azerbaycan, yıllardır sürdürdüğü temkinli Rusya politikasından neden şimdi vazgeçiyor?
Bu yalnızca bir “özgüven patlaması” mı, yoksa çok daha kapsamlı bir senaryonun parçası mı? Yoksa birileri Aliyev’e geri çeviremeyeceği bir teklif mi yaptı?
Aliyev’e yapılmış olası teklifin içeriği bilinmese de Azerbaycan’ın art arda attığı “cesur” adımlar, arkasında güçlü bir bölgesel veya küresel destek yattığını düşündürtüyor.
İran, İsrail ve Hazar geçişi
Bu desteği sunanlardan birinin İsrail olması, İran’ı da denkleme dahil ediyor. Son dönemde İsrail’in İran’daki operasyonel gücünün artması ve Azerbaycan topraklarının bu saldırılarda lojistik üs olarak kullanılması, Bakü’nün bölgede yalnızca Rusya’nın değil, İran’ın da karşısında yeni bir pozisyon almaya başladığını gösteriyor. Bu durum, “Hazar Denizi üzerinden geçen Rusya-İran stratejik ortaklığı, Azerbaycan tarafından bir hedef olarak görülüyor olabilir mi?” sorusunu gündeme getiriyor. Hedeflenen şey yalnızca enerji yollarının yeniden şekillenmesi değil, aynı zamanda bölgede İran ve Rusya’nın oluşturduğu direncin kırılmasıdır.
Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı olası bir yeni operasyonla İran’la doğrudan kara bağlantısını kesmeyi hedeflediği yönündeki analizler, bu jeopolitik tabloyu daha da keskinleştiriyor.
Böyle bir durumda Türkiye üzerinden Avrupa’ya, İsrail üzerinden ABD’ye uzanan bir kuşak oluşacak ve Rusya-İran ekseninin manevra alanı ciddi biçimde daralacaktır. Bu tablo, Azerbaycan'ın hamlelerini sadece “milli refleks” değil, küresel oyun planının uygulayıcılarından biri olarak görmek gerektiğini de ortaya koyuyor. Aliyev hanedanının bu “cesareti”nin Türkiye, İsrail ve ABD’den aldığı desteğe dayandığına dair değerlendirmeler var, ki bunlar yabana atılacak şeyler değil.
Rusya’nın elindeki sınırlı kartlar
Peki, Moskova ne yapabilir? Görünen o ki fazla bir şey yapamıyor. Her ne kadar Azerbaycan üzerindeki ekonomik ve demografik baskı araçlarını elinde bulundursa da bunları kullanmayı en azından şimdilik tercih etmiyor.
Örneğin, Azerbaycan petrolünün önemli ihracat yollarından biri olan Novorossiysk boru hattını kapatmak, enerji gelirine ihtiyaç duyan Rusya için mümkün değil. Yine ülkedeki geniş Azeri diasporaya yönelik olası bir baskı hem iç istikrarı tehdit eder hem etnik gerilimleri tırmandırır.
Dolayısıyla Rusya, bu çatışmada sert güç kartlarını kullanma imkanı bulmadan diplomatik ve sembolik alanlarda savunmada kalmaya mecbur bırakılmış görünüyor.
Kremlin’in bu durumu “bilinmeyen aktörler”in kışkırtmasıyla açıklaması boşuna değil. Ancak bu aktörlerin kim olduğu konusunda net bir şey söylenmese de büyük ihtimalle ABD-İsrail-Türkiye üçgeninde bir koordinasyon ya da en azından çıkar birliği olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Yeni "Büyük oyun"un ilk perdesi mi?
Bu gelişmelerin tamamı, uzun süredir durağan sayılabilecek olan Güney Kafkasya satranç tahtasında taşların yeniden yerinden oynatılmaya başlandığına işaret ediyor. Belki de bu sadece bir başlangıç ve yeni bir “Büyük Oyun”un ilk perdesi. Rusya ile İran’ı birbirinden uzaklaştırmak, Güney Kafkasya’daki etnik karmaşayı Moskova aleyhine kaşımak ve Azerbaycan’ı Batı bloğuna daha açık hale getirmek bu oyunun başlıca hedefleri arasında yer aldığı görülüyor.
Aliyev’in bu oyunda gönüllü mü yoksa stratejik bir baskı altında mı hareket ettiği bilinmez. Ancak gerçek şu ki, Bakü’nün Moskova’ya yönelttiği meydan okumanın, yalnızca iki devlet arasında değil çok aktörlü bir küresel satrancın parçası olduğu anlaşılıyor. Oyunun nasıl sonuçlanacağı belli olmasa da bu satranç oyununun ilk hamlesi Rusya’nın hanesine eksi olarak yazılmış görünüyor…