Almanya'da “sosyal devletin” geleceğine dair tartışmalar yeniden alevlendi. Başbakan Friedrich Merz’in, “refah sisteminde kesintiler yapılması gerektiği” yönünde çağrılar yapması gündemin merkezine oturdu. Daha önce, “emeklilik düzenlemeleri, sağlık hizmetleri ve uzun vadeli bakım ihtiyacı” konusunda “büyük bir sosyo-politik çaba” gerektiğini savunan Merz, Bonn’daki CDU NRW eyalet konferansında yaptığı konuşmada, “mevcut sosyal sistemin artık sürdürülemez olduğunu, acı verici kararlar almanın ve sosyal kesintilere gitmenin kaçınılmaz hale geldiğini” öne sürdü. Bu açıklamalar, “refah devletinin” temel unsurlarının doğrudan hedef alındığının ve bu yönde adımlar atılmak istendiğinin açık ilanıdır.
Merz, sağlık, bakım ve emeklilik sigortası gibi sosyal kazanımların sürdürülebilirliği için bireysel sorumluluğun artırılması gerektiğini belirtti ve “Bugünkü haliyle bu sistemi artık karşılayamayız” diyerek, kesintilerin kaçınılmaz olduğunu yineledi. Emeklilik konusunda ise, çalışma hayatında daha uzun süre kalmayı teşvik edecek adımların artırılacağını söyledi. Hükümetin, emeklilik yaşına ulaşıldıktan sonra çalışmayı “cazip hale” getirmeyi amaçlayan “aktif emeklilik” planını bu yıl hayata geçirmeyi planladığını vurguladı. Bu, işçilerin fiilen ölene kadar çalışacağı bir sistem kurulacağının ilanıdır. Tüm bunlar, sermayenin işçi sınıfına yönelik saldırılarının neoliberal dönem boyunca ulaştığı en pervasız aşama olarak görülmeli. Sermaye çevrelerinin “refah devletinin yük olduğu ve ortadan kaldırılması gerektiği” yönündeki talepleri, iktidar nezdinde artık doğrudan karşılık buluyor.
Almanya’da alevlenen tartışmalar, kuşa çevrilmiş bulunan “refah toplumu” ve “sosyal devletin” tasfiye edilme sürecinin başladığını gösteriyor. Başbakan Merz’in “Artık refah devletini bugünkü haliyle finanse edemeyiz” sözü, geniş çaplı sosyal kesintilerin habercisi ve sınıfa yönelik cepheden bir saldırıdır. Bu durum, Almanya’nın askeri öncelikler doğrultusunda yeniden yapılandırıldığını da gösteriyor. Merz’in “savunma” harcamalarının artırılması, NATO’nun güçlendirilmesi ve şirketlere sağlanan vergi indirimleriyle övünmesi, bu dönüşümün yönünü ortaya koyuyor.
***
Almanya’da emekçilerin onlarca yıllık mücadelelerle kazandığı sosyal hakların tasfiye edilmek istendiği yeni bir döneme giriyoruz. “Refah devleti” artık kapitalist sınıf için ne “tarihsel bir uzlaşma” ne “sosyal barışı koruyan” bir araçtır. Ekonomik kriz koşullarında “sırttan atılması gereken” bir maliyet kalemidir. Bir yanda Ukrayna savaşına on milyarlarca Euro aktaran, askeri bütçeleri rekor düzeylere çıkaran bir devlet aygıtı, diğer yanda halka “kemer sıkma” adı altında dayatılan sosyal yıkım politikaları. Savaş, silah ve vergi indirimi için kaynak her zaman bulunabiliyor. Fakat emekçiler için sağlık, emeklilik ve bakım hizmetleri “lüks” olarak görülüyor. Sosyal devletin son kalıntıları, savaş ekonomisine geçiş uğruna tasfiye ediliyor.
Merz’in açıklamaları, yalnızca CDU’nun değil, genel olarak egemen sınıf blokunun stratejik yönelimini yansıtıyor. Görünüşte bu politikalara karşı çıkan SPD ise çoğu zaman “daha dengeli reform” ihtiyacına vurgu yaparak sermayeye alan açıyor. SPD lideri Lars Klingbeil, kesintilere karşı “uyarıda” bulunurken bile “herkes üzerine düşeni yapmalı” diyerek yük paylaşımı çağrısı yapıyor. Bunun kendisi, sınıfsal çelişkilerin üzerini örtme çabasıdır. Oysa bu reformların bedelini işçiler, yoksullar, sosyal yardım alanlar ve emekliler ödeyecek. Alman sermayesi, emekçilerin asgari yaşam koşullarının sağlanmasına bile tahammül edemediğini bu politikalarla ortaya koyuyor. Alman sermaye devletinin yapmak istediği şey ise, militarizm ve savaş aygıtını tahkim etmek için kendisini “refah devleti” yükümlülüklerinden kurtarmaktır.
“Tüm siyasi dirençlere rağmen bu reform yolunda kararlılıkla ilerleyeceğiz” diyen Merz, sermayenin uzun süredir hazırlığını yaptığı kapsamlı saldırı programını hayata geçirme konusundaki pervasızlığını ortaya koydu. Bu saldırı furyası sadece Almanya’da değil, ABD başta olmak üzere, “sosyal devletle” övünen kapitalist Avrupa ülkelerinde de çeşitli biçimler içinde sürmektedir. Dolaysıyla işçi sınıfını zorlu mücadele günleri bekliyor. İşçi sınıfının bu saldırıyı püskürtüp kazanımlarını savunabilmesi için hem örgütlü mücadele yürütmesi hem militarizme ve savaşa karşı güçlü bir itiraz yükseltmesi gerekiyor.