Yaz mevsimi geldi, geçiyor bile... Ağustos-Eylül derken kış gelecek. Okullar açılacak, ısınma masrafları artacak, geçim şartları daha da zorlaşacak. Yaz güneşinin yakıcılığı, işçi sınıfının sorunlarını daha acil, daha yakıcı hale getiriyor. Daha dayanılmaz ve daha katlanılmaz…
Sorunların derinleşmesi, bize mücadele bayrağını daha da yükseltme zorunluluğunu da hatırlatıyor. Bu anlamda günümüzde işçi sınıfını bekleyen iki büyük gündem maddesi var. Bu gündemler birbirinden ayrı düşünülemez. Birinin başarısı diğerinin başarısı üzerinde mutlak etkiye sahip olacaktır.
İlki, 600 bin kamu işçisinin 2026-2027 yıllarını kapsayacak toplu iş sözleşmesi görüşmeleri. Kamu işçileri 15 yıla yaklaşan bir süreden beri 4688 sayılı yasa nedeniyle ve sendikal bürokrasi marifetiyle etkili bir mücadele geliştiremedi. Bu durgunluk, işçiler payına büyük kayıplara neden oldu. Gelinen yerde ise bıçak kemiğe dayandı. Yoksulluk sınırı 90 bin TL’ye dayanmışken kamu işçisine reva görülen %24’lük zam kabul edilemez. Hali hazırda asgari ücrete yapılan yüzde 30’luk zam çoktan erimiş, memur ve emekliye yapılan %12-15 arası zam ise çoktan buharlaşmıştır. Dahası, sermaye temsilcilerine oluk oluk kredi akıtmak için faiz indirimleri yeniden gündeme alındı. İndirilen faiz oranı ile yandaşlara kredi servis edilecek, dolar artacak. Tüm bunların faturası da işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına yıkılacak...
Bu şartlar altında devam eden TİS sürecinde kamu işçileri birleşmeli, tek yumruk olarak sonuna kadar mücadele etmelidir. Genel grev ve genel direniş, kazanmak için tek çıkar yoldur.
İşçiler, özel-kamu ayrımı gözetmeden sınıf bilinci ile hareket etmek durumundadır. Zira Eylül ayında da 160 bin metal işçisinin TİS süreci başlayacak. Kamu işçilerinin yükselteceği mücadele, kazanacağı her mevzi metal TİS sürecine doğrudan etki edecektir. Sermaye düzeninin temsilcileri şimdiden kıdemli işçileri işten çıkarmaya başlamış, hedeflerinin tutmadığı yalanı ve cirolarının düştüğü bahanesi ile işçilerin primlerini kesmişlerdir. Sözde “demokratik anket” uygulamaları ile metal iş kolundaki işçilerin direniş gücü kırılmaya çalışılmakta, sefalet zammı zorla ve ihanetle kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.
İşçi sınıfı ne zaman örgütlü halde, sınıf bilinciyle sendika ağalarını dinlemeden mücadele etmişse işte o zaman kazanmıştır. Kurtuluş toplu olarak mücadele etmekten, örgütlenmekten ve genel grevden geçmektedir. Bunun canlı örnekleri halen gündemdedir.
Amerikan sermayesine karşı grev gücünü kullanan TPI işçileri kendilerine dayatılan yüzde 30’luk zammı yüzde 80’e kadar yükselttiler, ancak bu oran kayıplarını karşılamadığı için greve devam ediyorlar. DYO işçileri 44 günlük grev sonucu yüzde 93’lük zammı söke söke almıştır. Temel Conta işçileri neredeyse 8 aydır onurlu mücadelelerini sürdürüyor. Örnekler çoğaltılabilir; Toros Tarım, Gübretaş ve diğerleri…
Bu örneklerin de gösterdiği gibi, sınıf bilincine dayanarak grev silahını kullanan örgütlü işçi sınıfı sermayeye geri adım attırır.
***
Evet yaz geldi; geçiyor…Gazeteler yazıyor, televizyonlar söylüyor… Sorunlar büyüyor, herkesi kapsar hale geliyor.
Akkuyu Santrali’nde ücretini alamayan işçilere jandarma saldırdı… Saat başı 56 lira mesai ücreti alan 11 itfaiye işçisi ve arama kurtarma işçisi yanarak hayatını kaybetti… Turizm işçileri günde 11 saat çalışacak ve 10 gün çalışacak ki 1 gün izin alabilsin… 600 bin genç haftada 4 gün asgari ücretin yarısının altında kalan ücretler karşılığında “mesleki eğitim” adı altında çalıştırılıyor… Kamuda tasarruf (!): Bir araba satıldı, 30 araba alındı… % 12’lik zamma layık görülen emeklinin maaşına artık bloke konulabilecek… Maden yasalarına direnen köylüler ve kayyım rektörlere sırtını dönen üniversite öğrencileri…
Herkes ayaktadır; ancak sorumluluk işçi sınıfındadır!
Rejim, milyonları “sefalet cenderesi” içine kapatmıştır. Bu cendereyi ancak işçi sınıfının örgütlü, birleşik mücadelesi kırıp toplumu bundan kurtarabilir. İnsanca yaşamanın onurlu mücadelesinin öncülüğünü yalnızca işçi sınıfı yapabilir. İşçiler tabandan örgütlenmeli, eğer örgütü-sendikası varsa sahiplenmeli ve onu devrimci yönde dönüştürmelidir. Bunlar da yoksa her şeyi en baştan kendi emeği ile yaratmalı. Sendikasız ve örgütsüz işyeri ve işçi kalmamalıdır. İşçi sınıfı ancak örgütlü olarak “genel grev, genel direniş” şiarını yükselttiğinde kendi tarihsel rolünü oynayabilir.
Unutma, herkesin biricik umudu sensin, senin örgütlü mücadelendir!
Eskişehir’den Kızıl Bayrak okuru