600 bini aşkın işçiyi ilgilendiren kamu sözleşmesi kapsamında ücret zamlarını belirleyecek olan Kamu Çerçeve Protokolü görüşmeleri sürüyor. Gün geçtikçe derinleşen krizin faturasını işçi ve emekçi kitlelere kesmekte kararlı olan sermaye iktidarı, asgari ücretten işkolu sözleşmelerine kadar işçi sınıfına sefalet zamlarını dayatıyor. İktidarın kamu işçilerine zam teklifi de farklı olmadı.
AKP iktidarı aylar boyunca hiçbir zam teklifinde bulunmayarak kamu işçilerini oyalayıp durdu. Ardından ilk 6 ay için yüzde 16, ikinci 6 ay için yüzde 8 teklifinde bulundu. Gelen tepkilerin ardından dalga geçercesine zam oranını yüzde 1 artırarak yüzde 17’ye çıkardı. Kamu işçilerinde öfke ve tepki daha da büyüdü. Zira kamu işçileri yoksulluk sınırının neredeyse yarısı kadar bir ücretle çalışıyor ve aylardır zamsız maaşa talim ediyor.
Çalışma bakanına göre kamu işçilerinin sözleşme sürecinde her şey “rayında ve yolunda”! Bu denli pervasızlığın arkasında ise kamu sendikalarının başına çöreklenmiş sendika bürokratlarına duyulan güven yatıyor. Bu bürokratlar bugüne kadar sermaye sınıfının çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaptılar. Arka kapılarda işçilere sormadan satış sözleşmelerine imza attılar. Sermaye sınıfının işçiler içindeki ajanlığı rolünü oynamayı sürdürdüler. Ergün Atalay’ın üç dönem önceki kamu sözleşme sürecinde sarf ettiği “Uzasa işi karıştıracağız. En azından kapattım böyle” sözü de hala kamu işçilerinin hafızalarında...
Ücretleri her geçen gün eriyen, kazanılmış hakları sürekli budanan kamu işçilerine dayatılan sefalet zammı karşısında Hak-İş bürokratları yalnızca iktidara “ricada” bulunmakla yetindiler. Böylece siyasi iktidarın bir aparatı olduklarını bir kez daha gösterdiler. Türk-İş yönetimi ise “eylem, grev yapma niyetimiz yok” sözlerine rağmen, tabanın baskısıyla eylem kararı almak zorunda kaldı. Ancak bu eylem kararları iktidarı geri adım attırmak açısından oldukça yetersiz.
Bazı işkollarında işçilerin ya da alt kademe sendikacıların inisiyatifi ile eylemlere kitlesel katılım gerçekleşiyor. Bununla birlikte, sözleşme kapsamındaki işçilerin niceliğizve işkolu yaygınlığı düşünüldüğünde, eylem kararlarının güçlü ve etkili bir şekilde hayata geçirildiğini söylemek mümkün değil. Çünkü sendika bürokratları göstermelik pazarlıklarla zam oranını birkaç puan daha artırıp bir an önce sözleşmeyi imzalama ve zevahiri kurtarma derdindeler.
Bu tabloyu değiştirecek, kamu sözleşmesinin kaderini belirleyecek olan ise kamu işçilerinin göstereceği inisiyatif ve kararlılıktır.
Kamu işçileri, sendika bürokratlarının almak zorunda kaldıkları eylem kararlarına aktif ve kitlesel olarak katılmalıdır. Ama bu yetmez! Sermaye iktidarına geri adım attıracak, insanca yaşamaya yetecek bir ücret ve aynı zamanda diğer taleplerin (vergi dilimlerinin sabitlenmesi, eşit işe eşit ücret, sosyal yardımların ENAG enflasyonu oranında arttırılması vb.) kazanılması için yapılması gereken, üretimden gelen gücün kullanılmasıdır, yani grevdir.
Uzayan sözleşme sürecinde bazı işkollarında grev kararı alınması gündemde. Ancak sefalet dayatmasını reddetmenin yolu tüm işkollarını kapsayacak şekilde genel greve gitmekten geçiyor. Kamu işçisine düşen görev de “genel grev” kararı için sendika bürokratlarını zorlamaktır. Bunun için tabanda birleşmek, grev komiteleri kurmak ve grev hazırlığına girişmektir. Tüm işkolları arasında birliği ve koordinasyonu sağlamak, sendika bürokratlarından bağımsız olarak ortak hareket zeminleri yaratmaktır.
Yanı sıra AKP iktidarının grev yasaklarını ve zaten savunma sanayi gibi grevin yasak olduğu işkollarında YHK (Yüksek Hakem Kurulu) dayatmasını tanımayarak fiili grev kararı alıp uygulamaktır.
Bugün kamu işçisinin atacağı adımlar, sadece kendilerine dayatılan sefalet koşullarını parçalamakla kalmayacak, krizin faturasının işçi sınıfına kesilmesine karşı sözleşme sürecinde olan diğer sınıf bölüklerinin mücadelesine de güç katacaktır.
Emeğin Kurtuluşu’nun 59.sayısından alınmıştır…