ABD’nin en büyük kenti ve finans kapitalizmin merkezi olan New York’ta yapılan belediye başkanlığı seçimlerini sosyalist kimliğiyle öne çıkan Zohran Mamdani kazandı. Demokrat Parti’nin adayı olarak yarışan Mamdani, partinin merkez kanadından destek yerine köstek görmesine rağmen %50,4 oyla seçimi önde tamamladı. Trump’ın kendi partisinin adayı yerine destek verdiği eski Vali Andrew Cuomo bağımsız aday olarak %41,6, Cumhuriyetçi Curtis Sliwa ise %7,1 oy aldı. Bu yarış, 1969’dan bu yana New York’ta görülen en yüksek katılımlı seçim oldu.
ABD’nin en büyük şehri ve yalnızca ulusal değil, dünya ekonomisinin de merkezi konumundaki New York’ta kimin belediye başkanı seçildiği, sadece yerel yönetim açısından değil, ülke siyasetinin genel yönü açısından da önemli bir gelişmedir. Zira New York, Wall Street üzerinden küresel finans sisteminin beyni konumunda. New York Borsası (NYSE) ve NASDAQ (teknoloji şirketlerinin ağırlıklı olduğu sanal borsa), toplam piyasa değeri bakımından dünyanın en büyük iki borsasını oluşturuyor. Ayrıca Goldman Sachs, Morgan Stanley, JPMorgan Chase ve Citigroup gibi dev yatırım bankalarının merkezleri de burada bulunuyor. Dolayısıyla bu kentte “sosyalist” bir adayın zaferi geniş yankı uyandırdı. Ve bir dizi tartışmayı tetikledi.
Uganda doğumlu, Hint asıllı, Şii Müslüman bir göçmen ailenin oğlu olan Zohran Kwame Mamdani, New York’un yeni belediye başkanı seçildi. 34 yaşındaki Mamdani, sosyalist kimliğinin yanı sıra Filistin davasının açık savunuculuğuyla da tanınıyor. Bu sonuç yalnızca kişisel bir başarı değil; ABD’deki siyasal sistemin sınırları, meşruiyet krizi ve solun konumuna dair çarpıcı bir tabloyu da ortaya koyuyor.
Mamdani’nin politik serüveni
Zohran Mamdani, post-kolonyalizm ve Marksizm üzerine çalışmalarıyla bilinen, kendisini Marksist olarak tanımlayan akademisyen Mahmood Mamdani ile yönetmen Mira Nair’in oğlu. Uganda’da başlayan, Güney Afrika ve ABD’de süren çocukluğu boyunca sömürgecilik, ırkçılık ve azınlık deneyimlerinin içinden geçti. Bu kökler, onun siyasal yönelimini biçimlendirdi. Üniversite yıllarında sosyalist örgütlerle tanıştı, Demokratik Sosyalistler (DSA) içinde örgütlendi. 2020’de New York Kent Meclisi’ne seçildiğinde, emekçi sınıfların ve göçmenler için yürüttüğü kira ve ulaşım kampanyalarıyla adını duyurdu.
Mamdani kampanyasını “demokratik sosyalizm” adını verdiği bir çizgi üzerine kurguladı. Ücretsiz toplu taşıma, kamusal kreşler, kamu marketleri, kiraların sınırlandırılması ve zenginlerden alınacak ek vergilerle finanse edilecek refah önlemleri vaatleri arasında yer aldı. Bu vaatler, New York’un emekçileri, göçmenleri, gençleri ve Yahudi emekçileri ve gençleri arasında da yankı buldu.
Ancak Mamdani’nin “sosyalizmi”, üretim ilişkilerine değil, bölüşüm politikalarına ‘müdahale’ eden bir reformculuk sınırlarına tekabül etse de sermayenin şimşeklerini üzerine çekmeye yetti. Sermaye düzeninin çarklarına doğrudan dokunmasa da emekçiler lehine savunulan bir dizi uygulama, küstah sermaye oligarkları ve başını Trump’ın çektiği ırkçı-faşist zihniyetli kesimler için kabul edilemez bulundu. Mamdani bu kesimler tarafından hem komünist hem Yahudi düşmanı hem Şeriatçı gibi birbirine zıt sıfatlarla üzerinden suçlandı.
Demokrat Parti’nin adayı olarak seçime giren Mamdani, Amerikan siyasetinde solun tarihsel açmazını yeniden üreten bir tercihti. DSA ve çevresindeki “sosyalistlerin” bir kısmı, tıpkı kendilerini sosyalist olarak tanımlayan Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez örneklerinde olduğu gibi, ümitlerini sermaye düzeninin siyaset sahnesindeki iki ana kolonundan biri olan Demokrat Parti’yi “içeriden dönüştürme” stratejisine bağlamış durumda. Ancak bu strateji, partinin sermaye yanlısı karakterini değiştirmek bir yana, toplumsal muhalefetin enerjisini soğuran bir emniyet sibobuna dönüştürüyor. Mamdani’nin Filistin’e verdiği destek ve İsrail’in soykırımcılığına yönelik eleştirileri ise sistemin tahammül sınırlarını zorladı. Seçim sürecinde hem Cumhuriyetçiler hem de Demokrat Parti’nin merkez kanadı tarafından “aşırılık”la suçlandı. Buna rağmen kazandığı “zafer”, emekçi sınıfların, göçmenlerin, ırkçılığa maruz kalanların emperyalist Amerikan düzenine duydukları tepkilerin boyutu hakkında fikir verdi.
***
ABD Başkanı Donald Trump, seçim sonrası yaptığı konuşmada “New York’ta egemenliğimizin bir kısmını kaybettik, bununla ilgileneceğiz” diyerek Mamdani’yi açıkça tehdit etti. Bu sözler, Amerikan burjuvazisinin iç dengelerini ve korkularını özetliyor. Trump, sermayenin otoriter/küstah yüzü olarak, Demokratların sistem içi reformist kanadını dahi “komünizm”le eşitlemekten çekinmiyor. Bu, yalnızca sağcı bir refleks değil; Amerikan emperyalizminin ideolojik sınırlarını koruma çabasıdır aynı zamanda.
Trump’ın her seçim yenilgisini “hile” ile açıklaması, “burjuva demokrasisinin” meşruiyet krizinin göstergesidir. Egemen sınıfın bir fraksiyonu, seçim mekanizmalarının kendi lehine işlemediği anlarda kuralları tanımayacağını ilan ediyor.
Mamdani’nin kişisel cesareti, kampanyasının on binlerce genci seferber edebilecek boyuta varan örgütlülüğü ve halkçı dili kuşkusuz dikkate değerdir. Ancak bu örnek, sistem içi solculuğun yapısal sınırlarını da açığa çıkarıyor. Çünkü Mamdani, her ne kadar “sosyalist” olarak anılsa da ideolojik ve politik çizgisinin sınırları bellidir. Dahası, seçildiği makam, burjuva devletinin bir idari makamıdır. O makam üzerinden gerçekleştirebileceği reformların sınırları da aynı ölçüde baştan bellidir. Bu nedenle Mamdani’nin belediyeyi ne ölçüde “dönüştürebileceği” değil, parçası olduğu sistemin onun bu yönlerini ne kadar hızlı soğuracağı asıl sorudur.
ABD’de “sosyalizm” artık genç kuşaklar için bir protesto sembolüne dönüşmüş durumda. TikTok estetiğiyle pazarlanan bu “sosyalizm”, üretim araçlarının kamulaştırılmasını değil, neo-liberalizmin yarattığı eşitsizliklerin hafifletilmesini talep ediyor. Mamdani’nin başarısı da tam bu zeminde yükseldi.
Zohran Mamdani’nin “sosyalist” kimliği, Müslüman oluşu ve Filistin direnişine verdiği açık destekle birlikte, küresel sermayenin kalbi ve evanjelist otorite ile Yahudi lobisinin güçlü olduğu New York gibi bir kentte elde ettiği zafer, elbette Trumpçı otoriterliğe ve soykırımcı siyonizme karşı anlamlı bir başarı olarak değerlendirilebilir. Ancak Mamdani’nin temsil ettiği çizgi, emperyalist merkezin içindeki kitlelerin adalet arayışını sistem içi bir çerçevede tutma işlevi de görüyor. ABD’de demokratların “sol kanadı” bir kez daha, öfkenin devrimci bir yöne evrilmesini engelleyen bir bariyer rolü de onuyor. Mamdani’nin kişisel samimiyetinin ne olduğu konusundaki tartışmalar bu yapısal gerçeği değiştirmiyor.
Mamdani’nin seçilmesi, küstah elit tabakanın aldığı bir seçim yenilgisidir. Ancak bu, Amerikan egemenlik sisteminin sarsıldığı anlamına gelmiyor. Öte yandan emekçi sınıfların kabaran tepki ve öfkesinin halen düzen içi kanallarda aktığını da göstermektedir.
Mamdanin bu seçim başarısı kapitalist emperyalizmin merkezi olan ABD’de sınıf çelişkilerinin şiddetini ve sosyal sorunların derinliğini göstermesi bakımından önemlidir…