Asgari ücret belirleme sürecinde “tespit komisyonu” tiyatrosu önümüzdeki günlerde başlayacak. Bu sözde komisyon toplum tarafından o kadar teşhir olmuş durumda ki, bunun basıncı altında kalan Türk-İş ağaları komisyona katılmayacaklarını ilan etmek zorunda kaldılar. Hükümetin sendikal hareket içindeki diğer payandası Hak-İş de benzer bir tutum içinde.
İki konfederasyonun ağaları da komisyonun işlevinin yetersiz olduğu söylüyorlar. Oysa esasta komisyonun Türkiye işçi sınıfına sefalet dayatması sorumluluğundan sıyrılmaya çalışıyorlar. Türk-İş Başkanı Ergun Atalay “Bizim asgari ücretli üyemiz yok” bu durumda “Asgari ücret belirleme sürecinde masada olmamızın bir karşılığı yok” diyerek aldıkları tutumu gerekçelendirmeye çalıştı. Sanki yıllardır masada olan kendileri değilmiş gibi…
Hak-İş Başkanı Mahmut Aslan ise daha ileri giderek Saray rejimine “akıl veriyor.” “Hükümet temsilcileri masada oturmasa, sefalet ücreti dayatmanın vebalinden kurtulabilir, zarar görmez, toplumsal tepkiyi üstlerine çekmezler” diyor. Kendisi kaçarak bu sorumluktan kurtulacağını umarken efendisine de aynı şeyi öneriyor.
Sendika ağaları, bu kötü tiyatronun kendisine değil kendilerine biçilmiş olan role itiraz ediyorlar. Kendileri göz önünde çok görünmemek için çaba harcarken, AKP şeflerine de aynı şeyleri telkin ediyor ve asgari ücret sürecini bir şekilde geçiştirmeleri için “öğüt” veriyorlar.
Asgari ücret belirleme görüşmeleri bu atmosferde başlayacak. Saray rejimi ve kapitalistler tiyatro sahnesini şimdiden kurmaya başladı. Oyunun seyri ise önümüzdeki günlerde netleşecek.
***
Asgari ücret, işçi ve emekçilerin yarısına yakınını doğrudan, tamamına yakınını ise dolaylı olarak ilgilendiriyor. Zira asgari ücret oranı yalnızca asgari ücretle çalışan milyonların yaşamını belirlemekle kalmıyor, aynı zamanda diğer ücretler için de bir skala işlevi görüyor. Bu durumda, asgari ücrete yapılacak zam, yıl boyunca gerçekleşecek toplu sözleşme süreçleri için olduğu kadar, ocak ayında yapılacak yıllık ücret artışları için de belirleyici bir rol oynuyor.
Geçtiğimiz yıl asgari ücrette resmi enflasyon oranlarının dahi altında kalan % 30 zam yapıldı. Böylece Saray-Şimşek programının “düşük ücret dayatma” saldırısı pekiştirildi. Yapılan sembolik zam, işçilerin reel ücret kayıplarını karşılamadığı gibi, ellerine geçmeden buharlaştı. Asgari ücret, üçüncü ayda açlık sınırının altına gerileyerek yıl içinde erimeye devam etti. Bu kadar pervasız olmasına rağmen Saray rejimine karşı mücadelenin cılız kalması, tek tek fabrikalarda da kapitalistlere pervasızlıkta sınır tanımama imkânı sağladı.
Saray iktidarının “kararlı” adımlarla uygulamaya devam ettiği Orta Vadeli Programı’nın (OVP) temel başlıklarından biri düşük ücret dayatmasıdır. Etkili bir sınıf mücadelesi gelişmeden, iktidarın bu emekçi düşmanı tutumundan alıkonması mümkün değildir. Dolayısıyla işçi ve emekçiler için artık çekilmez bir hal alan ekonomik ve sosyal yıkıma karşı kararlı bir mücadeleyi örgütlemek dışında bir seçenek bulunmuyor. İnsanca yaşanabilecek bir ücret istemi, işçi ve emekçilerin genel gündemi olmalı ve bu gündem birleşik bir mücadelenin konusu olabilmelidir.
Sermaye devleti tüm kurumlarıyla, işçilerden gelebilecek her türlü tepkiye karşı hazır ve nazır olduğu açık. Temel talepleri kazanmak için geliştirilecek mücadelenin kapsamı, hareketin gelişimi önündeki engelleri aşma çabasıyla da birleştirilebilmelidir. Mücadele, işçi sınıfının örgütlerini teslim alan, sermayenin ihtiyaçları için kullanan ve sınıf hareketinin gelişimi önünde temel bir engele dönüşen sendikal bürokrasiyi de hedef almalıdır.
İşçi sınıfı, fabrika fabrika örgütlenerek, tabana dayalı iradesini geliştirip, temel talepler etrafında birleşerek ortak mücadelenin zeminlerini yaratmalıdır. Asgari ücret süreci, bu çabaların güçlendiği bir dönem olmalı ve ileri-öncü işçiler, oynamaları gereken misyona bu gözle bakabilmelidir.