25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü geride bıraktık. Dünya ölçeğinde olduğu gibi Türkiye’de de kadına yönelik şiddet artarken, 25 Kasım’da sermaye iktidarının sözcüleri bir kez daha demagojik açıklamalar yaptılar.
Saray rejiminin şefi Erdoğan, 25 Kasım vesilesiyle yaptığı konuşmada kadına yönelik şiddeti “üst perdeden” kınarken, şiddeti engellemenin yolu olarak “aile kurumunu” işaret etti. Şiddet vakalarının çoğunlukla hane içinde yaşandığı orta yerde dururken, Erdoğan aile kurumunun güçlendirilmesiyle şiddetin önüne geçilebileceğini iddia ediyor. Aynı zihniyet 2025 yılını ve önümüzdeki on yıl “Aile Yılı” ilan ederek kadınları şiddet sarmalının en yoğun yaşandığı alana, aile kurumuna hapsetmeyi hedefliyor.
Sermaye iktidarının temsilcileri, infial yaratan kadın cinayetleri gerçekleştiğinde ya da 25 Kasımlar’da kadına yönelik şiddete “karşı” nutuk atıyorlar. Her icraatlarıyla kadına yönelik şiddeti körükleyen AKP şefleri, tam bir pişkinlikle 25 Kasım günü “Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 5. Ulusal Eylem Planı” ilan ettiler. Bundan dört yıl önce İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı alan AKP iktidarı, “4. Ulusal Eylem Planı”nı ilan etmişti. Bu planda elbette kadına yönelik şiddeti engellemek, buna dair önlemler almak diye bir şey yoktu. Şiddetin bizzat suç ortağı olanlardan, şiddetin an be an üretilmesine zemin hazırlayanlardan, katillere “iyi hal” indirimleri yaparak cinayetleri özendirenlerden farklı bir tutum beklemek abes olurdu zaten…
4. Ulusal Eylem Planı’nın sonuçlarının ne olduğunu açıklama gereği duymayan Saray rejimi, dört yıl sonra “5. Ulusal Eylem Planı” açıklayarak yeni bir maskaralığa imza attı. Göstermelik hükümlere bile gerek duymadıkları bu eylem planı görüldüğü kadarıyla “Aile Yılı” politikaları ile uyum çerçevesinde hazırlanmış ve sadece “faillerin dönüşümü” esas alınmış. Maksat “doğurganlığı artırmak” ve aile kurumunu kullanarak sistemin bekasını korumak olunca gerisi teferruat sayılıyor.
Kadınların hakları mı çiğnenmiş, şiddete mi uğramış, koruma kararları mı uygulanmamış… Rejimin efendileri nezdinde bunların elbette ki bir önemi yok… Göstermelik olarak çıkarılan bu “eylem planı” da sadece toplumsal tepkileri bertaraf edebilmek için şiddeti bir nebze de olsa törpülemeyi vaat ediyor. Şiddete yol açan tüm toplumsal, siyasal, ekonomik, psikolojik nedenler yok sayılırken, sorun faillerin davranışlarına, öfke kontrollerine, alkol-madde bağımlılığına vs. indirgeniyor. Amaç da “aileyi” koruyarak bu sorunlara sadece palyatif birtakım “çözümler” bulabilmek…
Erdoğan’ın şiddeti önlemek için “aile kurumuna” verdiği önemden, saygı-sevgiden bahsettiği saatlerde Antep’te ve Elazığ’da 2 kadının yakınları tarafından katledilmesi Türkiye’de kadına yönelik şiddet gerçeğini özetliyor… Erdoğan yönetiminin Saraya biat etmeyen herkese şiddetle saldırdığı koşullarda kadın cinayetlerini “olağan” görenlerin sayısında patlama olması dehşet verici olsa da şaşırtıcı değil.
***
Hamaset yüklü açıklamalarının baskı, şiddet ve eşitsizliğe maruz kalan kadınlar nezdinde hiçbir hükmü yoktur!
Kadınlar, bu yıl da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde İstanbul Taksim’den Ankara’ya, İzmir’den Diyarbakır’a kadar pek çok il ve ilçede alanlara çıktı. Yaptıkları eylemlerde kadına yönelik şiddete izin vermeyeceklerini, iktidarın kadınlara dönük saldırılarına direneceklerini ve mücadeleyi büyüteceklerini haykırdılar. Bu yıl da başta İstanbul olmak üzere yasakları ve engelleri tanımadılar.
AKP-MHP iktidarının “Aile Yılı” politikalarının kadınlara baskı ve şiddetten başka bir şey getirmediği gerçeği, tüm eylemlerde öne çıkan gündem oldu. “Aile Yılı” kapsamında kadınların haklarının yok sayılmasına, cezasızlık politikalarının kadın cinayetlerine davetiye çıkarmasına, iktidarın şiddete kol-kanat geren uygulamalarına karşı sesler yükseltildi.
Şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren Rojin Kabaiş soruşturması da eylemlerde öne çıkarıldı, “Rojin’e ne oldu?” sorusu eylemlerin temel gündemlerinden biri oldu.
25 Kasım eylemlerinin öne çıkan bir diğer gündemi ise emperyalist savaş ve saldırganlık oldu. Başta Ortadoğu coğrafyası olmak üzere dünyanın dört bir yanında emperyalistlerin izlediği saldırganlık ve savaş politikalarının yol açtığı yıkımın en fazla kadınları ve çocukları etkilediği vurgulanarak, buna tepki gösterildi.
Şiddetin bir başka boyutu olarak kadın emeğine dönük saldırılar ve iş cinayetlerine, somutta Dilovası katliamına dönük öfke de 25 Kasım’ın temel gündemlerinden biri oldu.
Bundan önceki yıllarda olduğu gibi, bu 25 Kasım’da da özellikle Birleşik Metal, Petrol-İş, Genel-İş ve TEKSİF’in örgütlü olduğu fabrikaların/işletmelerin bir kısmında kadına yönelik şiddete karşı ses yükseltildi. Kadına yönelik şiddetin kadın işçilerin gündemine girmesi ve buna karşı eylemli tepkiler gösterilmesinin elbette bir anlamı var. Ancak bunun kendisi, söz konusu sendikaların çoğunun işyerlerinde kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi gündemlerine almadıkları gerçeğini değiştirmiyor.
Fabrika ve işletmelerin yanı sıra grev ya da direnişlerde olan kadın işçiler (Smart Solar, Şık Makas, TPI, DIGEL) ise işyerlerinde, direniş alanlarında ve meydanlarda şiddete ve tacize karşı seslerini yükselttiler.
Ekonomik kriz derinleşirken, kadınlar başta olmak üzere emekçilerin yaşam koşulları da gün geçtikçe ağırlaşıyor. Buna rağmen sınıf hareketinin içinde bulunduğu tıkanıklığı aşamadığı, kadın hareketinin ise yapısal zaaflarının devam ettiği bir süreçten geçiyoruz. Tüm bu açmazlara rağmen 25 Kasım’da alanlara çıkan ve mücadeleyi büyüten kadınlar, bir kez daha bu ülkede kadınların siyasi iktidarın şiddet ve baskılarına boyun eğmeyeceğini, toplumsal mücadele dinamiklerinin önemli bir öznesi olarak varlığını sürdürdüğünü göstermiştir.