Saray rejimi, bir taraftan toplumu uçuruma sürüklerken, diğer taraftan yolsuzluk, rant ve talana dayanan politikasıyla çürüme/çürütme alanında yaptıklarına yenilerini ekliyor. Ücretler konusunda, “ülkenin durum ve hali ortada” türünden açıklamalar yaparken, krizin faturasını işçiye ödetmekten geri durmuyor, emekçilerin ürettiği toplumsal serveti göz göre göre sermaye ile bölüşüyor.
Talan düzenindeki çürümenin boyutu, son olarak Merkez Bankası’nın ana ortağı Bankalararası Kart Merkezi’nden yansıyan yolsuzlukla görüldü. Bu durum, sermaye iktidarının içinde debelendiği bataklığın sınırının olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. İhaleye fesat karıştırmak, zimmet ve dolandırıcılık iddialarıyla ortaya çıkan ve 100 milyon TL’yi aşan kamu zararının tespit edildiği bu olay, sıradan bir kamu yolsuzluğu değil, devletin tüm kurumlarını saran rant ve talan düzeninin vardığı boyutları gösteriyor aynı zamanda. Soruşturmanın derinleşmesiyle birlikte kirli ilişkiler ağının doğrudan Saray’a uzanması, tepeden tırnağa çürümüşlüğe ayna tutuyor. Merkez Bankası gibi kritik bir kurumun şirketinde, ihaleye fesat karıştırılması ve dolandırıcılık yapılması, sermaye iktidarının, devlet aygıtını nasıl bir çıkar mekanizmasına dönüştürdüğünü açıkça gösteriyor.
Kirli çıkar ilişkileri ağı sayesinde, kamu gücü kullanılarak özel firmalara haksız kazanç kapıları açıldığı, özellikle iki büyük ihalede (Çipli Plastik Kart Alımı ve TROY Yazılım Geliştirme) rekabetin engellendiği ve ihalelerin usul dışı bir şekilde Enarge adlı bir firmaya verildiği tespit edilmiştir. İş bitmeden yapılan on milyonlarca liralık ödemeler ve paravan şirketler aracılığıyla gerçekleştirilen para transferleri ise, iktidarın mali merkezinin dahi nasıl bir yağma arazisine çevrildiğinin somut delilleridir.
Yolsuzluğun daha da rezil yanı, altı kazıldıkça ortaya çıkan Saray bağlantılarıdır. İhalelerin usulsüzce verildiği Enarge firmasının kağıt üzerindeki sahibinin ifadesi, şirketin gerçek sahibinin, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde önemli mevkisi olan bir şahsın oğlu olduğunu işaret ediyor. Bu durum, yolsuzluğun bireysel değil aksine, Saray rejiminin kurduğu sistematik talan düzeninin bir parçası olduğunu kanıtlıyor. Kamu kaynakları, liyakate bakılmaksızın kritik görevlere getirilen isimler aracılığıyla, iktidara yakın çevrelerin ve ailelerin şirketlerine aktarılıyor. Eski BKM Genel Müdürü'nün, kendisini işe alan eski Başkan Yardımcısı Şener'e maaşından para verdiğini söylemesi, kamuda yapılan yolsuzlukların artık sistematik ve düzenli hale geldiğini gösteriyor.
Bu düzen, sadece yolsuzluk, rant ve talan üretmekle kalmıyor, çürümeyi de her geçen gün derinleştiriyor. Soruşturma dosyasındaki Boğaziçi Üniversitesi detayları, kayyumların atandığı akademik kurumların bu yağma düzenine dahil edildiğini ortaya koyarken, çürümenin nasıl da her alana yayıldığını göstermektedir.
On milyonlarca liralık servetlerin, kamu zararı pahasına yandaş firmalara ve Saray rejimiyle bağları olanlara aktarılması, bu iktidarın temel yönetme anlayışının “yoksulluğu derinleştirip, yolsuzluğu normalleştirmek’’ üzerine kurulu olduğunun göstergesi. Ortaya saçılan pisliklere rağmen rant ve talan düzenin şefleri pişkin pişkin ortalıkta dolaşabilmekte, hatta yeri geldiğinde nutuklar atmaktadırlar. Çürüme yargı kurumunu da baştan aşağı sardığı için yolsuzluk, talan, rant, rüşvet gibi suçlar ceza kapsamı dışına atılmıştır. Emekçileri derin bir yoksulluğa iten, sermayeye ise sınırı olmayan imkanlar sunan bu sömürü ve yağma düzenini yıkmak için örgütlü mücadeleyi her alanda büyütmek gerekiyor.
S. Sancar