Büyük umut ve beklentilere konu edilen “yeni süreç” için bir komisyonun kurulması gerektiği üzerine ayları bulan tartışmalar yürütüldü. Kürt sorununun çözümü için TBMM’nin rol üstlenmesi çağrıları yapıldı. “Barışçıl ve demokratik çözüme” giden yolda büyük roller atfedilen “Komisyon” nihayet kurulmuş oldu. Meclis’te temsil edilen tüm partilerden üye katılımı varsayımıyla sayısı 51 kişi olarak belirlenen, fakat İYİ Parti’nin katılmaması nedeniyle 48 kişiyle toplanan Komisyon, kararlarını nitelikli çoğunluğa göre alacağı iddiasındadır. Temel amacı ise hiç değilse Kürt hareketi tarafından “Kürt sorununu parlamenter alana taşımak, böylece sorunun demokratik, barışçıl ve hukuksal zeminde çözümüne katkı sunmak” olarak tanımlanıyor.
Tarafların “tarihi önem” atfettikleri Komisyon, Türkiye’nin en temel tarihsel, toplumsal ve siyasal sorunu olan Kürt sorununun çözümünde temel bir araç kabul ediliyor. İlk toplantısını 5 Ağustos’ta TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında yapan Komisyon konuşmalarında da bu yansıyor. Komisyon’un adı, “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak belirlendi. 12 maddelik çalışma usul ve esasları oybirliğiyle kabul edildi. Açılış konuşmasını yapan Kurtulmuş, “Ülkemizin önünü tıkayan karanlık dönem geride kalıyor” iddiasında bulundu. Komisyon’un işleyişindeki ilkeleri açıkladı. Bunlardan ilkini, şeffaflık, ikincisini açıklık, üçüncüsünü ise çoğunluk olarak sıraladı.
Kurtulmuş, meclisi “toplumsal barışın taşıyıcısı, kardeşliğin teminatı, çözümün meşru adresi” olarak sundu. “Kardeşliği kalıcılaştırmaya ve farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak kabul edip ortak yaşamı güçlendirmeye” dikkat çekti. “Yarım asırdır milletimizin başına bela olmuş terör illetinden kurtulmak için tarihi bir dönüm noktasına gelindiğini” belirtti. Sorunu, aynı zamanda “Milletimizin başına bela olmuş terör illetinden kurtulma” olarak da gören Kurtulmuş, “yeni sürecin” “asla bir pazarlık sonucu” olmadığını vurguladı.
“Özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin ... zamanı gelmiştir” diyen Kurtulmuş, Türk-Kürt kardeşliğini “coğrafyamızın asli kodu” olarak tanımladı. “Nazım’ın da ‘Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine’ dizeleriyle ifade ettiği hayali, kardeşliği büyüteceğiz” iddiasında bulundu. Kürt’ün onurunu korumayan bir dilin, Türk’ün gururunu hiçe sayan bir söylemin barışa hizmet etmeyeceğini vurguladı. HDK Eş Sözcüsü ve aynı zamanda DEM Milletvekili olan Meral Danış Beştaş ise “tarihi” olarak nitelendirdiği Komisyon’un 100 yıllık inkâr politikası sonucu ortaya çıkan antidemokratik sistemden demokratik sisteme dönüşümün başlangıç adımı olabileceğini belirtti.
Başka parti temsilcilerinin yaptığı konuşmalar da bu eksendeydi ve tümü de dayanıksız umut ve hayaller yaymaktaydı. Olup bitenler tümüyle bir tiyatrodan ibaret değil. Fakat sorunu çözmek değil, yatıştırmak, kısmi kırıntılarla denetim altına almak ve düzenin meşruiyet sınırları içine çekmek çabasıdır. Bu da atılacak adımların sınırlarını ve amacını ortaya koymaktadır.
Burjuva kurumlar ve işlevlerine ilişkin boş umutlar
Kapitalist Türkiye düzeni ve sermayenin sınıf diktatörlüğü koşullarında komünist Nazım’a başvurmak zorunda kalan Kurtulmuş’un “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” olan bir “hayali” büyütmek iddiası, sayıklamada ölçülerin aşılmasıdır. Bir Komisyon’un, “100 yıllık inkâr politikası sonucu ortaya çıkan antidemokratik sistemden demokratik sisteme dönüşümün başlangıç adımı” olabileceği iddiası da M. Beştaş’ın dayanıksız hayalidir. Kürt hareketi başta olmak üzere tüm reformist ve liberal akımların sorunu hukuk zeminine çekerek çözme ve bunu hukuksal güvenceye kavuşturma iddiası, emekçilerde boş umutlar yaymanın ötesinde anlam taşımamaktadır. Kapitalist devletin ihtiyaçlarına göre şekillenen hukuk, burjuvazinin çıkarlarını korur. Ezilen sınıfların ya da halkların haklarını ancak örgütlü ve güçlü mücadeleler sonucu ve sistem için tehdit oluşturmadığı sürece tanır.
Her şeyden önce kapitalist toplum düzeninde ve sermaye iktidarı altında meclisler/parlamentolar ve onların türevleri olan kurumlar, burjuva sınıf egemenliğinin sürdürülmesinin araçlarıdır. Bu araçlar, burjuvazinin sınıf iktidarını rıza yoluyla meşrulaştırma işlevi görürler. Dolayısıyla Kürt sorunun çözümü iddiasıyla atılan Komisyon adımının asıl amacı, barış ve demokratikleşme kılıfı içinde Kürt halkının tarihsel mücadele birikimini, eşitlik ve özgürlük talebini düzen içinde eritmektir. İç ve dış faktörlerin bir sonucu olarak gündeme gelen süreci “ulusal güvenliğini korumak” için ilerletmek isteyen rejim, Kürt hareketinin attığı büyük geri adımları bir olanağa dönüştürme amacındadır. Karşılığındaki kırıntıların neler olduğu ise halen belirsizliğini korumaktadır.
Bir dizi faktörün bileşkesi sonucu sistem içinde kırıntı düzeyinde kimi reformlara razı olma yoluna gidebilecek olan sermaye düzeni, mevcut kurumları sorunları denetim altına almanın araçları olarak değerlendirir. Başta parlamento olmak üzere burjuva kurumlar, çözüm araçları değil, fakat kısmi reformlarla mevcut sermaye düzeninin egemenliğini yeni temeller üzerinde daha da güçlendirmenin “onarım araçlarıdır”.
Dinci faşist rejim, demokrasi ve Kürt sorunu gibi temel konuları çözmek iddiasında bulunuyor. Ama Kürt halkının temel ulusal talepleri ve emekçilerin hak ve özgürlükler istemi, sözde Komisyon masasında bulunmuyor. Bulunmak bir yana, aynı sürçte işçilerin en temel hakkı olan grev hakkı yasaklanıyor. Sınıf ve emekçi kitlelerin kırıntı düzeyinde kalmış hak ve özgürlüklerine saldırılar pervasızca sürüyor.
Modern burjuva devletin parlamenter biçimi, burjuvazinin bir yönetim aracıdır ve sermaye iktidarının egemenliğini sürdürme işlevi görmektedir. Kurulmuş bulunan Komisyon da buna hizmet etmektedir. Komisyonun süresinin iki-üç ayla sınırlı tutulmasını eleştiren Mustafa Karasu’nun, “İki-üç ayda ne çözecek? Kürt sorunu var, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu var. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüyle ilgili bir programının bir hedefinin olması gerekiyor, bunlar yok” açıklamaları da buna işaret etmektedir. “Türkiye’deki Kürt kardeşse Suriye’deki Kürt kardeş değil mi?” haklı sorusuyla iktidarın niyetine dikkat çekiyor. Zira Kürt hareketini yönetenler de “sorunun çözümünün”, ancak çok sınırlı tavizlere ikna oldukları durumda mümkün olabileceğini, ama gerçek bir ulusal özgürlük ve siyasal planda tam eşitlik istendiğinde bunun olanaklı olamayacağını iyi bilmekte ama dayanaksız hayaller yaymaya devam etmektedirler.
Komisyon’un dolgu malzemesi olan reformizm
Şoven milliyetçiler hariç, kimi reformist akımlar da komisyona katılmayı sorumluluk sayıyorlar. Zira birer parlamentarist akıma dönüşmüş bulunan reformistler, iddiaları ne olursa olsun, parlamentoyu çözümün öznesi olarak görmektedirler. Kitlelerin dikkatini parlamenter demokrasiye çekiyor, emekçilerde parlamenter demokrasinin işlediği yanılsamasını yaratıyorlar. Karar alma süreçlerini “halkın katılımıyla” yürüyormuş gibi göstermek, sınıfsal çelişkileri görünmez kılmak gibi bir rol oynuyorlar.
Temel hak ve özgürlükler talebini sistem içine çekerek, “güvenli”, “kontrollü”, devlet denetimli bir çerçevede kırıntılar düzeyine indirgeyerek, sermaye iktidarını yeni düzeyde güçlendirme çabasına dolgu malzemesi oluyorlar. Oysa onlar komisyonu bir mücadele mevziisine dönüştürmek iddiasındadırlar. Demokrasinin en temel sorunlarından biri olan Kürt sorununda oyalama, sürece yayarak beklenti ve umut yaratma, kırıntılarla yatıştırma çizgisi sermaye iktidarının şimdi izlemekte olduğu politikasıdır. Devletin Kürt sorununu yeni bir açılıma konu etmek zorunda kalmasının sorunun kitleler nezdinde meşrulaşmasına hizmet etmek gibi bir rol oynadığı ve bunun bir imkana çevrilmesi gerektiği doğrudur. Fakat bu, düzen kurumlarını meşrulaştırmanın aracına değil, fiili meşru mücadelenin imkanına dönüştürülmelidir.
Devrimci tutum, bu politikanın payandası olmak değil, bunun iç yüzünü kitlelere teşhir etmektir. Kürt sorununun “barışçıl, demokratik” çözümünün parlamentoda tartışılmasını, devrimci politikaya bağlı olarak bir imkana dönüştürmek, ancak Kürt halkının barış, eşitlik ve özgürlük taleplerinin parlamentoda çözülemeyeceği gerçeğini emekçilere anlatmakla birlikte mümkün olabilir.