Kapitalizmden sosyalizme, sosyalizmden komünizme:

İçsel potansiyelin diyalektiği...

Hem sosyalizm hem komünizm, insanlığın tarihsel hareketinde açığa çıkarılmayı, gerçekliğe dönüştürülmeyi bekleyen potansiyellerdir.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Kasım 2025
  • saat-icon
  • 14:30

Nasıl ki sosyalizm, kapitalizmin kendi bağrında taşıdığı ama henüz gerçekleşmemiş bir potansiyelse, komünizm de sosyalizmin içsel ve gerçekleşmeye aday potansiyelidir. Çünkü tarih, dışarıdan zorla verilen hedeflere doğru değil; insanın emekle kurduğu toplumsal varoluşun iç çelişkilerinin olgunlaşmasına paralel olarak ilerler. Bu nedenle Marx’ın tarih anlayışı, herhangi bir teleolojik ütopyaya değil, bizzat toplumsal üretim sürecinin içerdiği çelişki ve dinamiklerin tahlil edilmesine dayanır.

Kapitalizm, üretici güçleri tarihsel bir zirveye taşırken, aynı anda üretim ilişkilerini bu güçlerin önünde bir engel haline getirir. Kapitalist mülkiyet biçimi, emek gücünü toplumsal karakterinden soyutlayarak bireysel sermaye olarak örgütler; fakat tam da bu soyutlama, toplumsal üretimin derinleşmesiyle birlikte kendi sınırlarına çarpar. İşte sosyalizm, bu çelişkinin dışarıdan ithal edilen bir çözümü değil, bizzat kapitalizmin iç gerilimlerinin tarihsel zorunluluğa dönüştürdüğü bir aşamadır. Sosyalizm bu nedenle kapitalizmin “alternatifi” değil, kendi iç mantığının devamı ve aşılmasıdır.

Ancak sosyalizmin kendisi de tamamlanmış bir toplumsal biçim değildir. Sosyalizm, sınıfların henüz tümüyle ortadan kalkmadığı, hukukun hala ‘eşit olmayanların haklarının eşit tanımlandığı’ ve üretimin halen kıtlık mantığıyla örgütlendiği bir geçiş evresidir. Dolayısıyla sosyalizmde ulaşılacak her kazanım, aynı anda kendi sınırlarını da taşıyacaktır. Bu sınırlar, komünizmin potansiyelini içkin kılar. Komünizm, sosyalizme dışarıdan konmuş bir hedef ya da “nihai istasyon” değildir; sosyalizmin kendi içinde, üretici güçlerin gelişimiyle, toplumsal bilincin dönüşümüyle ve sınıf ilişkilerinin çözülmesiyle açığa çıkacak olan içsel devrimci eğilimdir.

Bu nedenle komünizm bir ütopya değil, “emekle kendi tarihini kuran insanın” kendi kendisini özgürleştirme sürecinin mantıksal sonucudur. Bir başka deyişle, komünizm sosyalist düzenin dışına kazınmış bir slogan değil, toplumsal gerçekliğin kendi iç hareketidir. Toplumun sınıfsızlaşmaya yönelimi, devletin giderek sönümlenmesi, üretimin insan ihtiyaçlarına göre örgütlenmesi ve emeğin yabancılaşmadan kurtulması, komünizmin alt aşaması olan sosyalizmin olgunlaşmasının doğal devamıdır.

Bugün kapitalizmin küresel krizlerle çalkalandığı bir çağda, sosyalizm ve komünizm üzerine tartışmalar çoğu kez tarihsel bağlamından kopartılarak yürütülüyor. Sosyalizmi bürokratik bir form olarak donduranlar da Marksizm’i liberal bir hümanizme indirgemeye çalışanlar da aynı hataya düşüyor: Tarihsel gelişimi içsel diyalektiğinden soyutlamak. Oysa Marx’ın bize öğrettiği en temel şey şudur: Toplumsal biçimler kendi çelişkileriyle hem oluşur hem aşılırlar. Bu bakımdan komünizmin olasılığı ne moral bir iyimserliğe dayanır ne de kendiliğinden bir determinizme. Olasılık, tam da sınıf mücadelesinin kendisinde, yani tarihsel öznenin müdahalesinde aranmalıdır.

Sonuçta hem sosyalizm hem komünizm, insanlığın tarihsel hareketinde açığa çıkarılmayı, gerçekliğe dönüştürülmeyi bekleyen potansiyellerdir. Kapitalizm bu potansiyeli kendi iç çelişkileriyle hazırlar; sosyalizm potansiyeli örgütlü bir biçime kavuşturur, komünizm ise bu örgütlülüğün en yüksek insani formda bütünleşmesinin olanaklarını sunar. Bu nedenle insanlığın özgürleşme ufku, dışarıdan çizilmiş bir ideal değil, bizzat tarihsel-toplumsal süreçlerin içinde büyüyen bir olanaktır.

Sözün özü özeti, bu olanak, insanlık var olduğu sürece asla tükenmeyecektir. 

U. Can