Fransa’da siyasetin çarkı yine Emmanuel Macron’un çevresinde dönüyor. Cumhurbaşkanı’nın atadığı yeni Başbakan Sebastien Lecornu, parlamentoda mutlak çoğunluğu olmayan bir azınlık hükümetiyle ülkeyi yönetmek için kıl payı güven oyu aldı. Lecornu’nun hükümsüz hükümeti, Macron’un partisi Renaissance (Yeniden Doğuş) ile merkezdeki MoDem (Demokratik Hareket) ve Horizons (Ufuklar) partilerinin desteğine dayanıyor. Ancak bu blok, mecliste çoğunluğu sağlamaktan uzak, her oylama öncesinde farklı partilerle geçici uzlaşmalara muhtaç.
İşte bu kırılgan zemin üzerinde Lecornu hükümeti, Ulusal Meclis’te iki güvensizlik oylamasını atlatmayı başardı. Fakat bu “zafer”, iktidarın gücünü değil muhalefetin bölünmüşlüğünü yansıtıyor. Sol popülist La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) partisinin önerisi 271 oyda kaldı; hükümeti devirmek için gereken 289 oya ulaşamadı. Sağcı Rassemblement National (Ulusal Birlik) ise 144 oyda kaldı. Lecornu şimdilik ayakta, ama bu ayakta duruş, sağlam bir koalisyona değil, Fransa’daki siyasal çıkmazın “dengesine” dayanıyor. Lecornu’nun “hayatta kalma” başarısı, bedava gelmedi. Cumhurbaşkanı Macron, muhalefetin “gönlünü almak” için tartışmalı emeklilik reformunu, en azından şimdilik askıya almak zorunda kaldı. Bu, yıllardır “sosyal adalet” söylemini dillerinden düşürmeyen Parti Socialiste (Sosyalist Parti) için adeta bir teslimiyet belgesi anlamına geliyor. Sosyal demokratlar, hükümete desteği bu koşulla verdiler; yani bir anlamda diz çöktüler. İktidarın politikalarını dizginlemek bir yana, Macron’un masa başı hamlelerine sessiz kalarak sistemin dişlisi haline geldiler. Fransa’nın bu “solu”, bugünlerde protesto meydanlarında değil, Elysee Sarayı’nın hesap defterlerinde kaybolmuş durumda. Oylama, Fransa siyasetinin derin kırılganlığını bir kez daha ortaya koydu. 2024’teki erken seçimlerden sonra Ulusal Meclis, Almanya’daki koalisyon alışkanlığından fersah fersah uzak bir “mozaik” yapıya dönüştü. Les Républicains (Cumhuriyetçiler), hükümete “istikrar” adına destek veriyor, ancak bu destek ideolojik bir yakınlıktan çok, kaosu biraz daha ertelemek için yapılan geçici bir pansuman gibi. Ortada gerçek bir hükümet değil, parlamentoda zar zor ayakta duran hükümsüz bir “geçici uzlaşma kabinesi” var.
Şimdi Lecornu’yu çok daha zorlu bir sınav bekliyor: tasarruf bütçesi. Emekçi sınıfların gözünde “kemer sıkma” kavramı uzun süredir hoş karşılanmıyor.
CGT Sendikası’nın 6 Kasım’da sokaklara çıkma kararı, bütçenin işçi sınıfının sabrını taşırdığını gösteriyor. Emekliler, emekçiler, kamu çalışanları, hepsi Macron döneminin soğuk mali politikalarından bıkmış durumda. Lecornu bu kez güven oylamasını mecliste değil, sokakta verecek gibi görünüyor. Üstelik bu, Lecornu’nun ikinci “geri dönüşü.” Göreve geldikten sadece dört hafta sonra iç anlaşmazlıklar nedeniyle istifa etmiş, ancak Macron tarafından yeniden çağrılmıştı. Şimdi aynı Macron, onu kendi iktidarının son şansı olarak görüyor. Lecornu hükümetinin başarısı, sadece başbakanın değil, Macron’un da kalan iki yılını belirleyecek. Çünkü Fransa’daki her siyasi kriz, sonunda Elysee’nin kapısına dayanıyor.
Kısacası, Lecornu hükümeti şimdilik ayakta. Ama bu ayakta duruş, sağlam bir zemine değil, birbirini dengeleyen güçlerin geçici uzlaşmasına dayanıyor. Meclis’te alınan güven oyu, sokaktaki öfkenin sesiyle yer değiştirdiğinde, bugünkü “zafer”in ne kadar kırılgan olduğu ortaya çıkacak. Fransa’da siyaset artık güven oylamalarından değil, sokaklardan geçiyor. Ve o sokaklar, hükümetin “tasarruf” çağrılarına hiç de kulak asacak gibi görünmüyor.