İsyan ve kriz çakışmaya başladı- Ergin Yıldızoğlu

Bu kuşak henüz neyi istediğini tam formüle edemiyor ama kalıplaşmış, çürümüş güç-adalet ilişkilerini, “adamların” yukarıdan buyruklarını istemediğini iyi biliyor. Bu paradoks belki bir zayıflık ama yeni bir tahayyül alanı açtığı da bir gerçek.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 23 Ekim 2025
  • saat-icon
  • 09:30

İsyan ve ekonomik kriz dinamikleri tarihte zaman zaman çakışıyor. Örneğin, 1847 ticaret krizi Avrupa çapında 1848 isyanlarını tetiklemişti, 1968 isyanları, Fordist sermaye birikim rejiminin çöküşü ve yapısal bir krizin başlama dinamikleriyle çakışıyordu. 1999-2001 küreselleşme karşıtı isyan, neoliberal modelin, Asya krizi ve borsa krizi gibi kendini hissettirmeye başlayan çöküş dinamikleriyle çakışıyordu; 2010-13 Arap-Meydan-Gezi isyanları 2008 krizinin yarattığı ekonomik siyasi istikrarsızlıklarla bağlantılıydı.

‘Gelecek’ tükendiğinde 

Geçtiğimiz aylarda, küreselleşmenin, neoliberalizmin dağılması hızlanır, yeni bir finansal kriz olasılığına ilişkin tartışmalar yoğunlaşırken Madagaskar’dan Nepal’e, Bangladeş’e, Siri Lanka’ya, Endonezya’ya, Fas’tan Kenya’ya, Peru’ya, Paraguay’a, hatta Arjantin’e sokaklarda isyan havası esiyordu. Gençler (Z kuşağı) hemen her yerde, işsizliği, yolsuzlukları, adaletsizlikleri, düzenin bir “gelecek vaat edememesi”ni protesto ediyorlar. Bu eylemlerde, çoğunlukla Japon mangası One Piece’ten alınan hasır şapkalı kuru kafalı bayrak dikkati çekiyor. O bayrak, yaşlı, yorgun iktidarların gölgesinde doğan bir kuşağın isyanını simgeliyor.

Bu öfkenin ekonomik kökleri derin. Genç işsizliği, borç, düşük ücret, kamu hizmetlerinin çöküşü... Teknoloji onlara dünyayı gösteriyor, kendi yaşamlarıyla kıyaslama olanağı sunuyor ama o dünyanın kapılarını açmıyor; yoksunluk duygusunu küreselleştiriyor; “Z kuşağı” artık sadece kendi ülkesindeki değil, bütün bir sistemin çürümüşlüğüne itiraz ediyor. Madagaskar’da elektrik kesintileri, Nepal’de sosyal medya yasağı, Fas’ta Dünya Kupası harcamaları, Arjantin’de neoliberal yıkım... Tetikleyici nedenler farklı olabiliyor ama yöntem aynı: kitlesel protesto, mizah, müzik, görüntü ve parodiyle harmanlanmış bir başkaldırı dili.

Kurulu düzenin seçkinleri, bu genç kuşağın adalet arzusunu, ironik dilini anlamakta, cevap vermekte zorlanıyor. Sol siyasi hareketler de özgün dinamiklerini... Bu isyanların, lidersiz, merkezsiz, saniyeler içinde örgütlenebilen, TikTok ve Discord gibi dijital ağlarda birbirine dokunan biçimi, geçen yüzyıla damgasını vurmuş, merkeziyetçi-bürokratik siyasi geleneklerin mirası olan yapılara sığmıyor.

Krallara hayır 

Amerika’nın 50 eyaletine yayılan, “Krallara hayır” (No kings) eylemleri de bu küresel dinamiğin bir parçasıydı. 7+ milyon kişi, Trump rejiminin otokratik gücüne (süreç olarak faşizme) karşı renkli kostümler, mizah dolu pankartlar, müzikli yürüyüşlerle sokağa çıktı. O yürüyüşlerde “One Piece” bayrağı yoktu ama adalete ilişkin benzer talepler vardı.

Bu isyanlar salt politik tepkiler değil, yaşlanan iktidarlara/“adamlara” karşı, kuşaklar arası bir sınıf savaşının kültürel ekoları.

Bu hareketlerle eşzamanlı olarak, merkez ekonomilerde, dünyanın geri kalanını da etkilemeye aday bir kriz dinamikleri güçleniyor. Warren Buffett ve The Economist geçen hafta zengin ülkelerin “borç içinde boğulduğuna” işaret ediyorlardı: “Devletler borçlarını sessizce eritmenin yolunu yine enflasyonda” arayacakmış. Bu tercih, orta sınıfın birikimlerini, genç kuşakların geleceğini tüketiyor. Ekonomik düzlemde yaşanan bu, en zenginlerden yana sessiz yeniden bölüşüm, siyasal düzlemde gençlerin (işçi sınıfının bu kesiminin) öfkesini tetikliyor. Onlar kendilerini sadece politik sistemin değil, ekonomik düzenin de dışına itilmiş hissediyorlar.

Türkiye’de de bu dalganın yankıları hissediliyor: Üniversite mezunu işsizliği, artan kiralar, gelecekte hayat kurma olanaklarının giderek daralması, kültürel baskılar, yargıya güvensizlik, ifade, yaşam tarzı özgürlüğünün kısıtlanması... Gençler, sık sık umutsuzluğu, mizaha çevirerek, fırsat bulduğunda sokaklara çıkarak, bu yılın başından bu yana CHP mitinglerine katılarak direniyor.

Bu kuşak henüz neyi istediğini tam formüle edemiyor ama kalıplaşmış, çürümüş güç-adalet ilişkilerini, “adamların” yukarıdan buyruklarını istemediğini iyi biliyor. Bu paradoks belki bir zayıflık ama yeni bir tahayyül alanı açtığı da bir gerçek.

Bugün hem ekonomik hem siyasal düzen, kendi ağırlığı altında çatırdıyor. Kurulu düzenin korunma refleksi “süreç olarak faşizmi” besliyor. Tarih yine, bir büyük hesaplaşmaya doğru akıyor.

Cumhuriyet / 23.10.25