Fransa’da hükümet, toplumu emperyalist savaşlara hazırlayan bir “seferberlik ruhu” etrafında yeniden şekillendirmek istediğini açıkça gösteriyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un açıkladığı yeni askeri program, gençliği hedef alan kapsamlı bir militarizasyon sürecini devreye sokarken; sürecin asıl olarak ülkenin devasa savaş sanayisinin ihtiyaçlarına hizmet ettiği görülüyor. Humanite’nin haberinde ayrıntılarıyla aktarıldığı üzere hükümetin bu hamlesi, genç kuşakları ordunun yedek gücü haline getirmenin ötesinde, toplumu savaş politikalarına uyumlu bir düşünce dünyasına zorlayan bir dönüşümü ifade ediyor. Fakat gençlik örgütleri buna tepki gösteriyor. Fransa Genç Komünistler Hareketi Genel Sekreteri Assan Lakehoul soruyor: “Sermayenin savaşında 18 yaşında ölmeye hazır 3 bin gönüllü, ayda bin avro için... Sizce bu gençlerin anne babaları işçi ve emekçiler mi olacak, yoksa haber sunucuları ve Avrupa Parlamentosu milletvekilleri mi?”
Bu hafta İngiltere’de de Ukrayna’daki savaş ve barış müzakereleri yeniden siyasi tartışmaların merkezine yerleşti. Hükümetin ve İşçi Partisinin tutumu eleştirilirken, özellikle işçi sınıfının çıkarlarının bu süreçte nasıl temsil edildiği sorusu daha yüksek sesle soruluyor. Morning Star gazetesi de bu bağlamda, görüşmelerin gidişatını ve Batı’nın rolünü işçi hareketi açısından değerlendiren bir analiz yayımladı.
Almanya’da ise hükümet ‘gönüllü’ adı altında zorunlu askerliği yeniden hayata geçirme kararı aldı bile. Öte yandan sağcı hükümetin bir hedefi de mülteciler. Merz yönetimi başvuruları olumlu sonuçlanmayan mültecileri kısa sürede sınır dışı etmeyi esas alan bir politika sürdürüyor. Bu politikaya karşı çıkışlarda ise ‘Bari işe yarayan mültecileri sınır dışı etmeyin’ yaklaşımı dikkat çekiyor. Neues Deutschland gazetesinden aldığımız yorumda, “faydacı ırkçılık” olarak nitelendirilen bu yaklaşımın burjuvazinin böl-yönet politikasının uzantısı olduğu belirtiliyor.
Zorunlu askerlik: Macron’un açıklamalarının ardından öfke büyüyor
Pierre Cazemajor
Humanite/Fransa
Emmanuel Macron, perşembe günü, 2026 yazından itibaren yürürlüğe girecek olan yeni uygulamanın ayrıntılarını açıkladı. Gençlik örgütleri ve sol milletvekilleri, tartışılmadan dayatılan bu militarizasyonu, üstelik bir kemer sıkma döneminde gündeme getirilmesini, sert bir şekilde eleştiriyor.
Macron böylece yön değişikliğini resmileştirdi. Yurttaşlık eğitimi amacıyla tasarlanan ulusal hizmet (SNU), yerini “tamamen askeri” bir uygulamaya bırakacak. Cumhurbaşkanı, Isere’deki Varces kentinde, “Hazır bekleyen Fransa gençliği” olarak tarif ettiği genç askerlerin karşısında, gelecek yazdan itibaren aşamalı olarak yeni bir askerlik hizmetinin başlatılacağını duyurdu. Gönüllülere açık olacak bu hizmet 10 ay sürecek: Bir aylık temel eğitimden sonra gençler, dokuz ay boyunca bir birlikte görev yapacak ve “Ülke içinde aktif ordunun üstlendiği görevlerle aynı görevleri” yerine getirecek.
Uygulamanın 2026’da 3 bin, 2030’da 10 bin ve 2035’te 50 bin gence ulaşması planlanıyor; bu sayı “tehditlerin gelişimine göre” artırılabilecek. Programın güçlendirilmesi için, Askeri Programlama Kanunu’ndaki güncellemelerle birlikte 2 milyar avrodan fazla kaynak ayrılacak.
“Avrupa’nın en etkili ordusuna” sahip olduğunu iddia eden Macron, ülkenin “Kendisini savunması ve saygı görmesi için ulusal seferberliğe” ihtiyaç olduğunu söyledi. Böylece SNU’yla arasına açık bir çizgi çekti: “Krizlerin hızlanması, tehditlerin sertleşmesi beni tamamen askeri bir ulusal hizmet önermeye yöneltiyor.”
On ay boyunca üniforma altında
Savunma Bakanlığının aktardığı ayrıntılara göre hizmet, gönüllü 18 yaş üstü gençlere açık olacak. Başvuranlar dosya, mülakat, sağlık kontrolü ve güvenlik soruşturmasından geçirilecek. Katılanların yaklaşık yüzde 80’i 18-19 yaşında olacak; mühendislik, veri analizi, sağlık gibi alanlarda özel yeteneği olanlar ise 25 yaşına kadar asteğmen rütbesiyle görev yapabilecek.
İlk ay “sınıf” eğitimiyle geçecek: Disiplin, silah kullanımı, adım eğitimi, askeri marşlar... Cumhurbaşkanı, gönüllülerin “Disiplin ruhunu kazanacağını”, ordunun “Kardeşlik duygusunu besleyen tüm ritüellerine” katılacaklarını ve bunun “Ulusun yüceliğine katkı sunacağını” savunuyor. İktidar bu adımı, gençlerin yaşamında “Yapılandırıcı bir aşama” olarak sunuyor. Hizmet süresi boyunca gönüllülere brüt 800 avro maaş, barınma ve trenlerde yüzde 75 indirim ödenecek. Programı tamamlayan herkes beş yıl boyunca otomatik olarak ikinci seviye operasyonel yedek kuvvetlere kaydedilecek. Mevcut savunma ve yurttaşlık günü (JDC) ise “seferberlik günü”ne dönüştürülerek, gençlerin başvuru veya yetenek bildirimini yeni bir uygulama üzerinden yapması sağlanacak.
‘Gençliği yine feda ediyorlar’
Açıklamanın hemen ardından gençlik örgütlerinden tepkiler peş peşe geldi. X hesabından paylaşım yapan Fransa Genç Komünistler Hareketi Genel Sekreteri Assan Lakehoul, eleştirisini şu cümleyle özetledi: “Sermayenin savaşında 18 yaşında ölmeye hazır 3 bin gönüllü, ayda bin avro için... Sizce bu gençlerin anne babaları işçi ve emekçiler mi olacak, yoksa haber sunucuları ve Avrupa Parlamentosu milletvekilleri mi?”
Liselerde de tepki büyük. Liseliler Sendikal Birliği (USL) Başkanı Sofia Tizaoui, “Liselilerin kabul etmeyeceği bir gençliğin militarizasyonu” diyerek tepki gösterdi. “Gençliği yine feda ediyorlar” diyen Tizaoui, SNU deneyimini hatırlattı: “Bize SNU için ‘Gönüllülük esas’ denmişti. Sonra gördük ki zorunlu hale getirilmesi hedefleniyordu; şimdi aynı şeyin askeri hizmet için olmasından endişe ediyoruz.” Tizaoui, esas sorunun önceliklerde yattığını vurguluyor: “Ordunun tanıtımı için dev kampanyalar yapabiliyorlar, ama öğretmen yetiştirmeye gelince ortada kimse yok... Para bulabiliyorlar, ama sadece istediklerinde. Biz sınıflarımıza öğretmen istiyoruz, daha geniş anlamda eğitime kaynak istiyoruz; savaşa değil.”
Öğrenciler cephesinde de durum farklı değil. UNEF Başkan Yardımcısı Salome Hocquard, “Bu, skandal bir açıklamadır” dedi: “Kamu hizmetlerinin tamamında, eğitim ve yükseköğretim dahil, bütçe kesintileri sürerken yapılıyor. Ülkede ‘Sihirli para yok’ diyorlar, ama ordu için 2 milyar avro bulunuyor.”
Hükümet bu projeyi “Ülkeyi savunmak söz konusu olduğunda Fransız angajman geleneğine uygun” olarak sunarken, gençlik örgütleri başka bir tablo gördüklerini söylüyor: Okul, iş, yoksulluk gibi sorunlara çözüm üretilmediği koşullarda gençlere çizilen gelecek, giderek daha fazla üniformayla sınırlı hale geliyor.
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
İşçi hareketi Ukrayna’da barışı desteklemelidir
Morning Star
Başyazı/İngiltere
Herkes, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşı sona erdirmek için yürütülen mevcut görüşmelerin başarılı olmasını umut etmelidir.
Bu çatışma, belki de yarım milyon kişinin hayatına mal olmuş, çok daha fazlasının yaralanmasına neden olmuş, milyonlarca insanı sürgüne zorlamış ve Ukrayna’nın, daha az ölçüde de Rusya’nın ekonomisini ve altyapısını mahvetmiştir.
Uluslararası ilişkiler istikrarsızlaşmış ve çatışma, ABD’nin hakim olduğu NATO güçleri ile Rusya arasında, arkasında Washington’un hakim olduğu dünya düzenine en kapsamlı meydan okuyan Çin’in bulunduğu daha büyük bir çatışmanın vekili haline gelmiştir.
Barış planları şu anda dolaşımda olup, 28 maddelik ve “Moskova yanlısı” olarak görülen öneri, Kiev ve Avrupa güçlerinin katkılarıyla hazırlanan 19 maddelik bir planla yerini almış görünüyor.
Anlaşmazlık noktaları, büyük ölçüde dört yıl önce, Rusya’nın işgalinden önceki durumla aynı: Toprak sınırlarının belirlenmesi, NATO’nun genişlemesi, Rusça konuşan halkın hakları, Ukrayna’nın egemenliği ve yabancı birliklerin Ukrayna topraklarına konuşlandırılması.
Sol ve savaş karşıtı hareket, ayrıntılar hakkında sürekli yorum yapma eğiliminden kaçınmalıdır. Bunun yerine, bazı genel ilkeleri savunmalı ve her şeyden önce, İngiliz ve ABD hükümetlerinin tutumuna karşı çıkmalıdır.
ABD Başkanı Donald Trump, barışı teşvik etmek için iki ana faktörden hareket ediyor gibi görünüyor. Birincisi, Ukrayna ekonomisini yağmalamaya niyetli olmasıdır. Bu öncelik, Trump’ın ilk önerilerinde tam olarak yansıtılmıştır. Ukrayna’nın kaynaklarından en iyi şekilde yararlanmak için, düşmanlıkların sona ermesi gerekmektedir.
Bu haydutluk, Ukrayna’nın bugün tam egemenliğe sahip olduğu iddiasının bir yalan olduğunu ortaya koyuyor. Ukrayna tamamen Washington’a bağımlı ve değişken başkanını yanında tutmak için her türlü aşağılanmayı ve varlıklarının yağmalanmasını kabullenmek zorunda.
İkincisi, Ukrayna’nın askeri açıdan yavaş da olsa zemin kaybettiği açık. Rusya stratejik bir atılım yapmadı, ancak askeri momentum tek yönlü.
Ukrayna, ilk kez olmayan, her şeyi kapsayan bir yolsuzluk skandalıyla sarsılmış durumda ve silahlı kuvvetlerinin saflarını yenilemekte büyük zorluk çekiyor. Bir ordunun çökmesi söz konusu olursa, bu çok daha büyük olasılıkla Ukrayna ordusu olacaktır.
Bu, ülkenin doğu, orta ve güneyinde çok daha kapsamlı Rus ilhaklarına yol açacak ve ABD’nin çıkarlarına da zarar verecektir.
Ancak bu, (İngiltere Başbakanı) Keir Starmer’ın savaşın uzaması için manevralar yapmasını engellemiyor. O, herhangi bir uygulanabilir barış planının önündeki engeller olan talepleri ileri sürenlerin öncüsüdür.
Bunların başında, anlaşmaya varılabilecek herhangi bir ateşkesi denetlemek için Ukrayna’ya İngiliz ve Fransız askerleri gönderme önerisi geliyor. Bu, en ince kılıf altında NATO’nun Ukrayna’ya müdahalesi anlamına geldiği için, Rusya’nın kırmızı çizgilerinden birini açıkça aşıyor.
Böyle bir “gönüllü koalisyon” gücü, ABD istihbarat ve lojistik desteği olmadan ve her iki tarafın da tetikleyebileceği bir çatışmanın yeniden başlaması durumunda Washington’un yardıma geleceğine dair bir garanti olmadan işlev göremez.
Dolayısıyla NATO güçleri, NATO desteği ile konuşlandırılacak, NATO mühimmatı ile donatılacak ve NATO tarzı garantilerle desteklenecektir. Oysa NATO’nun genişlemesi, Vladimir Putin’in 2022’deki işgalini haklı çıkarmak için öne sürdüğü en önemli ve en ikna edici gerekçelerden biriydi, bu yasa dışı eylem (işgal) hâlâ yanlış olsa da.
Starmer, NATO’nun üstünlüğünü, Rusya’nın zayıflamasını ve Çin’in etkisinin azalmasını umduğu bir savaşı uzatmak için milyonlarca sterlin harcamayı tercih ediyor. Ve bu amaçla, iç bütçenin kısıtlılığına rağmen her yıl milyarlarca sterlin harcıyor.
İşçi hareketi, bu savaşa karşı pasif yaklaşımından vazgeçmeli ve kalıcı bir barış anlaşmasının kendi çıkarlarına olduğunu kabul etmelidir. Keir Starmer’a yolundan çekilmesini söylemelidir.
Çeviren: Sarya Tunç
Yanlış bir sınır dışı etme tartışması: ‘Faydalı’ göçmenler bile…
Nelli Tügel
Neues Deutschland/Almanya
Giderek popülerlik kazanan bir gazetecilik türü, bir tür portre alt konusu var: Alman ekonomisine kanıtlanmış faydasına rağmen sınır dışı sisteminin çarklarına yakalanan çalışkan göçmenin hikayesi. Son zamanlardan birkaç örnek: Frankfurter Rundschau’nun mayıs sayısında yazdığına göre, Rüsselsheimlı Yared Tekeste Abay, “Entegre olmasına, hemşirelik kariyeri yapmak istemesine ve hatta cebinde buna uygun bir çıraklık sözleşmesi olmasına rağmen Almanya’dan sınır dışı edilecek.” Güneybatı televizyon kanalının yaz aylarındaki haberine göre Faisal K, “çalışkan, entegre, arkadaş canlısı” ve “fırıncılık işlerine rağmen” sınır dışı ediliyor. Süddeutsche Zeitung, “Bavyera’nın en iyi çırağı” olmasına rağmen Gürcistan’a sınır dışı edilen 26 yaşındaki bir kadının davasına yakın bir ilgi gösterdi; kadın fırıncılık eğitimi almıştı. SZ, davanın federal hükümetin sınır dışı etme politikasının “Bireysel vakalarda her zaman adil olmadığını” gösterdiğini savundu.
Sadece medya değil, Merz hükümetinin göç karşıtı politikasının çok ileri gittiğini düşünen, ırkçı AfD’ye karşı gösteri yapan iyi niyetli kişiler de bazen sınır dışı etmelere karşı çıkışlarını sıkı çalışma ve başarı, orada ise ekonomik fayda argümanlarıyla gerekçelendiriyorlar. Almanya’nın kalifiye işçilere ihtiyacı var! Sonuçta vergi ödüyorlar ve emekliliklerini güvence altına alıyorlar.
Bu mantık yürütme biçimi için bir terim var: Faydaya dayalı ırkçılık. Yeşiller’den aşırı sağa kadar tüm siyasi yelpazede yankı buluyor. Irkçılık karşıtları arasında bile bazen bir Truva Atı gibi davranarak, insan onurunun ve özgürlüğünün koşullu olduğu kapitalist meritokrasinin (Yönetim gücünün liyakate, yani kişilerin yeteneklerine, bilgi ve başarılarına dayandığı bir yönetim biçimi) temel varsayımlarını dayanışma temelli ve hümanist düşünceye gizlice sokuyor.
Ancak bu faydacı ırkçılık, iş yerinde kırılganlığı ve sömürülebilirliği artırır; bu, genellikle zaten özellikle güvencesiz koşullarda olanlar için geçerlidir. Düşünün: Oturma izniniz yalnızca işinize bağlı olmakla kalmaz, aynı zamanda savunucularınız da size, öncelikle çalışkan ve arkadaş canlısı olduğunuz için burada olmayı hak ettiğinizi iletir. Bu mesajın, üstlerinize karşı koymak veya başkalarıyla iş birliği yapmak için gereken öz güveni aşındırdığını fark etmek için fazla hayal gücüne gerek yok.
Bu, dayanışmaya dayanan ve bu nedenle bölünmeyle mücadele eden işçi hareketinin ilkeleriyle bağdaşmaz. Göç kökenliler arasında bile yaygın olan faydacı ırkçılık, ücretli çalışanlar arasındaki en güçlü iki ayrım çizgisini derinleştirir: Sözde “çalışkan” ve “tembel” arasındaki çizgi ve Alman pasaportu olanlar ile olmayanlar arasındaki çizgi.
Bunun ötesinde, bazılarının sürekli olarak yararlılıklarını iki veya üç kez kanıtlamalarının beklenmesi son derece adaletsizdir. İş arkadaşları, sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarında başkalarının kendilerini savunmasını hak eder; çünkü onlar iş arkadaşıdır (veya komşu, sınıf arkadaşı, tanıdık...) hayır, patronları veya ulusal ekonomi için sözde faydalı bir çalışan oldukları için değil.
Çeviren: Semra Çelik
(Dış Haberler)
Evrensel / 30.11.25