2015 yılında, o dönem 29 yaşında olan Sébastien Lecornu, fiziksel görünüşü sebebiyle kendisini senatörlere benzeterek alay eden Charles dergisinde şöyle diyordu: “Tıpkı yıllanmış bir şarap gibi yaşımı aldım.” Ardından ekliyordu: “Yaşlandıkça yaşlı görünmeyeceğim, çünkü şimdiden öyle görünüyorum.” Bu tespit, düşüncelerinin bir kısmı için de geçerli sayılabilir.
Fransa’ya ve onun eski sömürgeleri ya da “denizaşırı” olarak adlandırılan topraklarla ilişkilerine dair anlayışı buna örnektir. Bu açıdan, eğer o gerçekten 20. yüzyılın bir insanıysa, doğduğu 1980’lerin değil, daha çok 1950’lerin insanıdır. Çünkü o dönemde Fransa, ya da en azından onun siyasi yöneticileri, imparatorluğu her yolu deneyerek kurtarabileceklerine hâlâ inanıyordu.
2024’te, hâlen savunma bakanı iken yayımladığı kitabında (Savaş kapıda mı? Dünya Yeniden Silahlanırken Fransa), Sébastien Lecornu en ünlü seleflerinden biri olan Georges Pompidou’nun 1972–1974 arasındaki başbakanı Pierre Messmer ile bağını açıkça sahiplenmektedir. Kitabının ilk paragraflarından itibaren onu “daimi bir ilham kaynağı” olarak anmaktadır.
Kitabında, “Kurtuluş Nişanı sahibi ve Özgür Fransa Kuvvetleri’ne en başından katılanlardan biri olarak General de Gaulle’ün savunma bakanı görevini 1960’tan 1969’a kadar toplamda dokuz yıl boyunca üstlendi,” diye hatırlamaktadır. Ardından, kendi bakış açısına göre olumlu bir not olarak “savaştan sonra Fransa’nın yeniden silahlanmasının başlıca aktörlerinden biri” diye eklemektedir.
Yine de Sébastien Lecornu “Her tarihsel figürde olduğu gibi, onun da icraatları eleştirilere konu olmuştur ve sonradan getirilen itirazlardan muaf değildir. Cezayir meselelerindeki tutumu hâlâ hassas bir konudur.” diyerek ihtiyatı elden bırakmasa da konunun hassaslığının Lecornu’nun gözünde caydırıcı bir nokta olmadığı söylenebilir.
Messmer, amansız bir sömürge yöneticisi
Aslında Messmer’in eski sömürgelerde bıraktığı iz, Cezayir’le sınırlı değil. “Hassas” ifadesi ise olanları fazlasıyla yumuşatan bir tanımdır. Messmer, Hindiçin’de (Çin’in güneyinde kalan ve tarihsel olarak Fransız sömürgeleri Laos, Kamboçya ve Vietnam’ı kapsayan bölge) idarecilik yaptıktan sonra ve Fransız hükümetine katılmadan önce, Afrika’da—bağımsızlık öncesi dönemde—ön saflarda yer alan acımasız bir sömürge yöneticisiydi.
Karşı-ayaklanma savaşı konusunda uzman olan Messmer, önce imparatorluğu ayakta tutmak, ardından sömürgeleri terk etmek kaçınılmaz hale geldiğinde ise süreci Fransa’nın çıkarlarına göre şekillendirmek için her yolu denedi. Fildişi Sahili, Kamerun, Nijer, Gine ve Komorlar’da Fransa’nın “dostlarını” desteklerken, bağımsızlıktan yana olan herkesi zayıflatmaya çalıştı.
Sağın adamı Messmer, anılarını topladığı kitabında (Bunca Savaştan Sonra…) Afrika’daki faaliyetlerini şöyle özetlemektedir: “Fransa, bağımsızlığı en az talep edenlere verecek; bunu yapmadan önce de onu en kararlı biçimde isteyenleri siyasal ve askeri olarak saf dışı bırakacaktır.”
Pierre Messmer’in Afrika kıtasına bakışını en iyi özetleyen sözlerinden biri de araştırmacı Thomas Deltombe tarafından kısa süre önce gün yüzüne çıkarılan Aralık 1959 tarihli bir konuşmasında yer almaktadır. Henüz bakan olmamış Messmer, burada açıkça “Afrika’nın demokrat olmadığını” ifade eder. Aynı konferansta “Fransa’nın Afrika’daki misyonu”ndan söz eder. Sömürgeciliği daima uygarlık götürmek olarak düşündüğünü, “medenileştirme işinin henüz tamamlanmadığı” şeklindeki ifadeleri överek, sözlerini Fransa’nın kıtada hâlâ parlak günlerinin olacağı iddiasıyla bitirir.
Yeni başbakan, Fransız ordusunun eski sömürgelerinde rol oynamaya devam etmesi gerektiğini savunuyor
Sébastien Lecornu da aynı görüşte görünüyor. 2022’den 2025’e kadar Savunma Bakanlığının başında olan Normandiyalı siyasetçi, Fransız askerlerinin Mali, Burkina Faso, Nijer ve son olarak Çad ile Senegal’den apar topar çekilişini yönetmek zorunda kaldı. Ancak ona göre bu sadece geçici bir durumdu.
Ekim 2023’te, Sahel’deki Barkhane Operasyonu’nu* her fırsatta savunan ve bunu sorgulanamaz bir başarı olarak gören Lecornu, milletvekillerine hitap ederken ironik bir tonla şöyle diyordu:
“1950’lerden bu yana Afrika’dan kaç kez çekilip yeniden döndüğümüzü hatırlarsak, biraz sabırlı olmamız gerektiğini anlamamız zor olmasa gerek.”
Lecornu, kitabında Fransa’nın kıtanın güvenliği için çalışmaya devam etmesi gerektiğini savunuyor. 19. ve 20. yüzyıl sömürgecilerinin sıkça başvurduğu o ağır anlamlı terime gönderme yaparak bunun Fransa’nın “yükü” olduğunu yazmaktadır. Çünkü onlara göre “beyaz adamın yükü”, “barbar halklara” uygarlık götürmektir.
Yeni başbakan da pek çok subay gibi, Fransız ordusunun eski sömürgelerde rol oynamayı sürdürmesi gerektiğini savunuyor. Sébastien Lecornu’ya yakın isimlerden, Yeniden Doğuş (Renaissance - Macron’un partisi) Milletvekili Thomas Gassilloud ise, Nisan 2024’te yayımladığı bir raporda Macroncuların zihniyetini Afrika’da “başka yollarla varlığını sürdürmek” şeklinde özetlemişti.
Yeni başbakan kitabında Fransız üslerinin artık “modası geçmiş, tam bir 19. yüzyıl anlayışı” olduğunu kabul ediyor. Ama hemen ardından bunun, “bazı ülkelerdeki erişim noktalarımızı terk etmemiz gerektiği” anlamına gelmediğini de ekliyor. Nitekim Cibuti’yle yapılan görüşmeleri bizzat o yürütmüş ve Fransız ordusu ağır bir bedel ödeyerek bu eski sömürgedeki varlığını koruyabilmiştir. On yıldan beri yıllık 30 milyon euro ödediği üs kullanım ücretini, 2024 Temmuz’unda yapılan çetin pazarlıkların ardından üç katına, yıllık 85 milyon euroya yükseltmeyi kabul etmiştir.
Sébastien Lecornu için Fransa’nın Afrika’daki “nüfuzunu azaltmaması” büyük önem taşımaktadır. Çünkü ancak bu şekilde Fransa, “küresel misyonunu sürdürebilir ve tarihin ona verdiği yüce rolü oynamaya devam edebilmektedir.”
Denizaşırı topraklara tepeden bakış
Fransa’nın bu “rolü” sürdürebilmesi için denizaşırı topraklarına da yaslanabilmesi gerekir. Kitabında birkaç sayfa ayırdığı bu bölgeler, Fransa’yı (ABD’nin ardından) dünyanın ikinci büyük özel ekonomik bölgesine sahip ülke yapan deniz aşırı bölgeler Lecornu’ya göre “ulusumuzun temel bir bileşenidir”.
Onu okuduğunuzda Sébastien Lecornu için bu topraklardan vazgeçmenin “kötü niyetli ihtiraslara konu olabileceklerinden” asla mümkün olmadığını anlıyorsunuz. Bu sebeple onun savunduğu 2024–2030 Askerî Programlama Yasası’nda denizaşırı topraklara bu nedenle özel bir ağırlık verilmiş ve 13 milyar euroluk yatırım öngörülmüştür.
Sébastien Lecornu, imparatorluğun “kırıntılarının” hiçbirini “ziyan etmeme” iradesini, Yeni Kaledonya’da açıkça göstermiştir. Temmuz 2020–Mayıs 2022 arasında denizaşırı topraklardan sorumlu bakan iken Fransız hükümeti Matignon ve Nouméa anlaşmalarını fiilen yırtıp atmıştır: Aralık 2021’de, bağımsızlık hareketlerinin boykotuna rağmen ve Covid salgını yüzünden yas tutan bir adada, üçüncü bağımsızlık referandumunu alelacele düzenlemiştir.
Antropolog Benoît Trépied, Kanaky–Yeni Kaledonya’yı Sömürgesizleştirmek (2025) adlı kitabında, bağımsızlığa “evet” sonucunun son derece mümkün olduğunu göstermektedir.
Aynı dönemde hükümet, Yeni Kaledonya’daki Fransa’ya bağlılık yanlısı harekete ve özellikle de en radikal iki figürüne yakınlaştı. Sonia Backès, Temmuz 2022’de Vatandaşlıktan Sorumlu Devlet Sekreteri, Nicolas Metzdorf ise aynı yıl milletvekili oldu. İkisi de 9 Eylül’de Sébastien Lecornu’nun başbakanlığa atanmasını coşkuyla karşıladı. Backès, Facebook’tan şöyle yazdı: “Fransa için bir şans […]. Yeni Kaledonya için bir şans: hiçbir şeyi göz ardı etmeden her sürece bizzat katıldı.” Metzdorf ise X’te şunu paylaştı: “Fransa için iyi, Yeni Kaledonya içinse mükemmel bir haber.”
Diğer denizaşırı topraklarda da Sébastien Lecornu, özellikle ilerici çevrelerde, hiç de iyi bir izlenim bırakmadı. Antiller’de herkes onun Covid salgınındaki otoriter yönetimini ve en çok da Kasım 2021’de Guadeloupe’ta hem “diyalogdan” hem de “sertlikten” yana olduğunu ilan ederken sarf ettiği şu sözleri ile hatırlamaktadır: “Ben buraya zayıf bir devleti temsil etmeye gelmedim.”
Adının açıklanmasını istemeyen bir Mayotte milletvekili, 2021’de aylarca üzerinde çalışılan “Mayotte Yasası”nın il genel meclisi tarafından oybirliğiyle reddedilmesinden sonra Lecornu’nun garip tavrını şöyle hatırlamaktadır:“Bu yasanın hazırlık sürecinde çok ilgiliydi, çok açık davranıyordu ama aynı zamanda da çok sabırsızdı. İl genel meclisi yasayı reddedince, hiçbir tartışmaya girmeden rafa kaldırdı. Ortadan kayboldu, sanki alınmış gibiydi.” Bir başka yerel temsilci ise “apaçık babalık taslayan bir tavırdan” söz etmektedir.
Atanmasının ardından sosyal medyada yeniden dolaşıma giren bir olay, onun denizaşırı toprakların halkına karşı küçümseyici tavrını gözler önüne serdi. Aralık 2021’de geçen bu hadisede Guyane La Première kanalından bir gazeteci yenilenebilir enerji hakkında soru soruyor. Gözle görülür biçimde sinirlenen Sébastien Lecornu, “Güzel soru, güzel soru” diyerek tepki veriyor, ardından da şöyle çıkışıyor:“
Lütfen meseleyi tartışmaya çekmeyin ve bu akşam Guyanalı olmaktan gurur duyun.”
Gazeteci buna, “Bana Guyanalı kimliği üzerinden gurur dersi veremezsiniz,” diye yanıt verince, Lecornu onun “agresif bir ton kullandığını” söyleyip sahneyi, 1950’lerin René Coty hayranı hayali ajanı OSS 117’yi hatırlatan bir replikle noktalıyor:
“Siz Fransızsınız, ben Fransızım; Guyana’yı en az sizin sevdiğiniz kadar seviyorum.”
Çeviri: Kızıl Bayrak / Paris
Mediapart – Rémi Carayol / 23.09.2025
* Çeviriye dair not: Barkhane Operasyonu, 2014’te bir yıl önce Mali’de başlayan Fransız askerî müdahalesinin devamı olarak başlatıldı ve Mali, Burkina Faso, Nijer, Çad, Moritanya hattına yayıldı. Karargâh ağırlıkla Çad’ın başkenti N’Djamena’daydı ve en yoğun dönemde 5 binden fazla Fransız askeri sahadaydı. “Terörle mücadele” kılıfıyla Fransız nüfuzunu ve enerji/lojistik hatlarını koruma siyaseti izlendi; sivil kayıplar ve yoksulluk halkların öfkesini arttırdı. Darbeler ve yükselen anti-emperyalist hareket ile meşruiyetini yitiren Barkhane Operasyonu, 2022’de resmen sona erdirildi.